Sözleşmeler Hukuku / 2006
Tarihin başlangıcından bu yana, insanlığın birbiriyle sözleşmesel ilişki içerisinde olduğu, tarih kayıtları ile sabittir. Düşününüz ki Batı Anadolu topraklarında, Lidyalıların parayı bulmasından önce, ticaretin varlığı ve asgari düzeyde medeniyetler arasında yapılan alışveriş, özünde sözleşmesel ilişkilerin kendisidir. Nitekim, ticaretin para ile değil de mal ile değiş tokuş edilmesi, o dönemdeki insanların aralarında sözleşmesel ilişkinin ne olduğunu bilmeden, sözleşmesel ilişki içine girdiğini gösterir. Kısaca, yazımızda değineceğimiz sözleşmeler hukuku, gelişim sürecini hala yaşamakla beraber, insanlık tarihi ile yaşıttır ve biz bu konuya yazımızda genel olarak basitçe değineceğiz.
Genel olarak sözleşme kavramı:
Borçlar Kanunu’nun 1. maddesine göre iki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyanı ettikleri takdirde sözleşme tamam olur. Sözleşme kavramı, tarafların karşılıklı birbirine uygun irade beyanları ile oluşan hukuki muameledir. Fakat bu kavram taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkiyi de kapsamaktadır. Yani Borçlar Kanunu’nda sözleşme olarak ifade edilen hukuki muamele sona erdiğinde taraflar arasındaki ilişki de sona erer.
Örneğin; bir hizmet sözleşmesi işveren tarafından feshedildiği zaman taraflar arasındaki sözleşmesel ilişki de sona erer. Bu durum; yani taraflar arasındaki sözleşmesel ilişki hukuki ilişki kavramı ile de hukukumuzda ifade edilir.
Kanunda yer alan ve yukarıda yaptığımız sözleşmenin basit tanımından yola çıkarak iki taraf arasında sözleşmenin kurulabilmesi için;
a. En az iki taraf olması,
b. Birbirine uygun karşılıklı irade beyanı olması gerekir.
Borçlar Kanunu uyarınca tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun iradelerini açığa vurmaları sözleşmenin iki temel öğesini oluşturur.
Sözleşmenin kurulmasına ilişkin Borçlar Kanunu madde 1 f/2 hükmünde ‘irade beyanı açık olabileceği gibi kapalı da olabilir’ denilmektedir. Bu hükümle kanun, sözleşmesel ilişkiyi kuran irade beyanının sözle, yazılı belge ile ya da sessiz kalınmak sureti ile örtülü olarak da ifade edilebileceğini anlatmıştır.
Sözleşmeler Hukukuna hakim olan ilkeler:
1. Sözleşme Özgürlüğü İlkesi
Borçlar kanununda düzenlenen sözleşmelere hakim önemli ilkelerden biri sözleşme özgürlüğü ilkesidir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi; taraflar arasındaki hukuki muameleden ve söz konusu muamele ile oluşan sözleşmesel ilişkiden bahsedebilmek için, tarafların karşılıklı ve sağlıklı irade beyanları olmalıdır. İşte sözleşme özgürlüğü ilkesi, hukuk düzeninin ya da diğer bir deyimle kanunun çizdiği sınırlar içinde, kişilerin irade beyanları ile diledikleri hukuki sonuçları meydana getirebilme özgürlüğünü düzenler.
Özgürlüğün sınırı Borçlar Kanunu madde 19–20 açıklaması ile çizilmiştir. İlgili kanun maddelerine göre sözleşmeler; kanunun emredici hukuk kurallarına, kamu düzenine, kişilik haklarına, ahlaka, adaba aykırı olmamalıdır. Borçlar Kanunu madde 19 f/2 açıklamasıyla kanun hükümlerine uymayan anlaşmalar, ancak kanunun değiştirilemez hükümler koymuş olmadığı veya kanuna uymamazlıkta kamu düzenine ahlak ve adaba yahut kişilik haklarına aykırılık bulunmadığı hallerde caizdir.
Sözleşme özgürlüğü ilkesinin kapsamını; Sözleşme yapıp yapmama özgürlüğü, sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğü, şekil serbestîsi, sözleşmeyi değiştirme veya ortadan kaldırma özgürlüğü ve sözleşmenin konusunu ve muhtevasını tayin serbestîsi oluşturur.
Kısaca açıklayacak olursak; iki taraf kanunun emredici hukuk kurallarına, ahlaka ve adaba, kamu düzenine aykırı olmamak ve konusu imkânsız olmamak şartıyla sözleşmenin tarafına, konusuna, içeriğine, şekline ve süresine dilediği gibi karar verebilir.
Günümüzde sözleşmelerin yazılı olması gerektiği konusunda haklı bir inanış vardır. Fakat sözleşmenin yazılı olması, kanunda belirtilen belirli sözleşmeler haricinde (örneğin taşınmaz alım satımı) geçerlilik değil ispat şartıdır. Kanımızca kanunen şekil şartı olmayan sözleşmelerin de yazılı şekilde düzenlenmesi tarafların menfaatinedir.
Borçlar Kanunu madde 11 f/1 hükmüne göre sözleşmelerin geçerliliği, kanunda açıkça belirtilmiş olmadıkça bir şekle bağlı değildir. Taraflar arasında yapılan sözleşmelerin şekle bağlı olmaması sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Ancak uyuşmazlık halinde sözleşmenin ispatını zorlaştırır. Zira hukukumuzda, maddi olaya ilişkin düzenlenmiş belgelerin ispat kuvveti, sözlü beyanlara nazaran daha fazladır. Sözleşmelerin geçerliliği bakımından özel bir şekle uyma, ancak kanunun emrettiği hallerde gereklidir. Borçlar Kanunu madde 11 f/2’de bu durum şu şekilde açıklanmıştır:
“Kanunun emrettiği şeklin kapsam ve etkisi hakkında başkaca bir hüküm yoksa, sözleşme bu şekle uyulmadıkça geçerli olmaz.’’
Sözleşme özgürlüğünün sınırlarının aşılmasının yaptırımı konusuna değinirsek;
Kurucu öğelerden yoksun bir hukuki muamelenin; kısaca sözleşmenin yaptırımı yokluktur. Bir sözleşmenin kurucu öğeleri; daha önce yukarıda değindiğimiz karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarıdır. Tarafların açığa vurdukları irade beyanları sağlıklı olmayıp aynı zamanda birbirine de uygun değilse sözleşme kurulmuş sayılmaz.
Bir sözleşmenin butlanından söz edebilmek için ise, taraflar arasındaki hukuki muamelenin kurulmuş olması, fakat bu muamelenin hukuki sonuç doğuramaması halinde mümkündür. Sözleşmenin butlanına sebep olan nedenler; sözleşme konusunun hukuka veya genel ahlaka aykırı olması, sözleşme konusunun imkansız olması, taraflardan birinin ya da her ikisinin fiil ehliyetinin bulunmaması, şekil şartına uyulmaması halleridir. Bu durum Borçlar Kanunu madde 20 uyarınca ‘konusu imkansız olan veya hukuka yahut ahlak ve adaba aykırı bulunan bir akit batıldır’ şeklinde açıklanmıştır.
2. Eşitlik İlkesi
Sözleşmeler hukukuna hakim ilkelerden bir diğeri de eşitlik ilkesidir. Eşitlik ilkesi sözleşme özgürlüğü ilkesini adeta tamamlayıcı niteliktedir. Sözleşmesel ilişkiye giren taraflar irade beyanlarını açığa vurmakta serbesttirler. Taraflar kanun önünde eşit durumda olup kendi özgür iradelerini ifade ederler. Eşitlik ilkesi genel olarak özünde aynı durumda olanların aynı hukuki muameleye tabi tutulmasıdır.
Eşitlik ilkesinin sözleşmeler hukukuna yansıması ise tarafların sözleşme uyarınca yükümlendikleri edimlerini yerine getirme konusunda kanun önünde eşit sayılmaları ve sözleşme taraflarının başka bir sözleşmesel ilişki içinde alacaklı ve borçlu sıfatlarının değişmesi şeklindedir.
Sözleşmelerin kurulması ve hazırlanması:
Sözleşmenin kurucu unsurlarından olan irade beyanları, açığa vuruldukları zaman ve taraf bakımından icap (teklif), icaba davet (teklife davet) ve kabul olarak ifade edilir. İcaba davet (teklife davet) sözleşmenin kurulması aşamasında tarafların sözlü ya da yazılı görüşmelerini kapsar. İcap (teklif) ise icaba davetin (teklife davetin) yanıtı niteliğindedir.
İcap (teklif) ile icaba davet arasındaki fark bağlayıcılık ile açıklanabilir. Bir kimse icabı (teklif) ile bağlı değilse bu durumda icaba davet (teklife davet) söz konusu olur.
İcabın (teklifin) kabulü ile taraflar arasında sözleşme kurulmuş olur.
Borçlar Kanunu madde 3 uyarınca ‘kabul için bir müddet tayin ederek başka kimseye bir sözleşmenin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin sonuna kadar icabından dönemez. Bu müddet bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmez ise, icap ile bağlı kalmaz.’
Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere icaba davet (teklife davet) ile icap (teklif) arasındaki kilit kelime bağlayıcılıktır. Kısaca teklifi ile bağlı olan taraf icapta (teklifte) bulunmuş sayılır. Teklifte bulunması için karşı tarafla görüşmeler yapan kimse ise icaba davette (teklife davette) bulunmuş sayılır.
Borçlar Kanunu madde 4 uyarınca ‘kabul için bir süre tayin olunmaksızın hazır olan bir şahsa karşı vaki olan icap derhal kabul olunmadığı takdirde, onu yapan başlı kalmaz. İki taraf veya vekillerinin bizzat telefon ile yaptıkları sözleşmelere hazırlar arasında icra olunmuş sayılır nazariyle bakılır.’ Bu hüküm uyarınca yüz yüze ve telefonda yapılan icabın (teklifin) o an sonuç doğurduğu söylenmelidir.
Ayrıca Borçlar Kanunu’muzun 6’ncı maddesine göre işin özelliği hal ve durumun icabı dolayısıyla teklifte bulunanın açık bir kabul bekleme zorunluluğu yoksa ve teklif kabul edilebilir bir süre içerisinde reddolunmamış ise sözleşme kurulmuş sayılır. Yani suskun kalmak sözleşmenin kurulması için örtülü bir kabul sayılmıştır.
Yazımızı bitirirken, başta da belirttiğimiz gibi doğrudan sosyal bir varlık olarak addedilen insanın, çevresindekiler ile ilişkilerini düzenleyen sözleşmeler hukukuna kısa bir başlangıç yaptık. Yukarıda verilen bilgiler, genel mahiyette olmakla birlikte son derece ayrıntılı düzenlenmiş ve uzmanlık isteyen sözleşmeler hukukuna kısaca göz atmak ve okurlara fikir vermek amacındadır.
Seda Akar - Mehmet B. Çalışkan
Hancı Ortakları Hukuk Bürosu