Ögrenmek mi, Tanrı Korusun!


Bakın, ben on sekiz yaşında genç bir kızım. Çocukluğumdan bugüne kadar, başımdan geçen birkaç öğrenme deneyimini anlatayım da görün, öğrenmenin ne berbat bir şey olduğunu...

Köpekler mi, Aman Aman...

Çocukluğum şehirde geçtiğinden, yakınlaşabildiğim bir tek hayvan grubu olarak kedi ve köpekler vardı. Eve köpek alamadığımız için hep sokağımızdaki köpeklerle oynuyordum; ama çok uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra bizim sokağın köpeklerinden biri beni ısırdı. Küçük bir ısırıktı; ama kuduz endişesiyle başladı aşılar... Ne çok ağlıyordum, karnımdan iğne yaptıklarında... Hala hatırlarım acısını... Sonuç; köpeklerin ısırabileceğini öğrendim ve bir daha oynamadım köpeklerle... şimdi ne zaman köpek görsem, vücudumun bütün alarmları çalıyor; naanii naaniii naaaniii... Mümkün olan en hızlı şekilde köpekten uzaklaşmaya çalışıyorum. Nasıl beğendiniz mi öğrenmemi... Bir köpek ısırdı ve bir daha köpeklerle oynamadım. Evlenirsem ve çocuğum olursa, onu da oynatmam köpeklerle... Bakın ben öğrendim, doğmamış çocuğuma da miras bırakacağım, güzel değil mi!

Annem ve Babam

Annemle babam, ben kendimi bildim bileli “aman kızım oku, öğren, kendini yetiştir” der durur. Eee, tabii onlar iyice öğrenmişler her şeyi... Gerçi hep kavga ediyorlar, biri diğeri yokken onu çekiştirip duruyor; ama olsun iyice öğrenmişler birbirlerini... Zaten kavgalarının nedeni de, önceki öğrenmeleri ya... Annem, babamı üniversitede son sınıfta tanımış... İlk buluşmalarında babam ona çiçek vermiş. Annem de ilk buluştukları gün, o geveze kadın, neredeyse hiç konuşmamış. Annem, ilk gün babamın ne kadar zarif bir insan olduğunu öğrenmiş. Babamsa, annemin ne kadar sakin biri olduğunu... Babam, aslına bakarsanız pek öyle zarif biri değil, o günkü çiçeğin hikayesi de çok komik. Aynı gün babamın bir arkadaşı kız arkadaşıyla buluşacakmış, bir sorun olmuş ve kız gelmemiş. Çocuğun da gelmeyen kız arkadaşı için aldığı güller elinde kalmış. Yolda giderken babamla karşılaşmış, babamın heyecanla annemle ilk buluşmasına gideceğini öğrenince, “çiçekler atılmasın, bir işe yarasın” diyerek gülleri babamın eline tutuşturmuş. Yani babamın planlayıp anneme çiçek filan aldığı yok... Annem de buluşmadan birkaç saat önce bir diş operasyonu geçirmiş. Ağzı uyuşmuş, biraz da ağrısı var, kadıncağız haliyle çok konuşamamış tabii ilk buluştuklarında... Geçmiş yıllarda yıldırım aşkları ve evlilikleri oluyor ya, bizimkiler de hemen bir ay sonra üniversite bitince evlenmişler... Onların öğrenmeleri ve şartlanmaları devam etmiş tabii... Kısa sürede birbirleri hakkında ilk öğrendiklerinin doğru olmadığını öğrenmişler; ama iş işten geçmiş...

Evlendikten sonra da bir sürü öğrenmeleri var, birkaçı komik, birkaçı da... Neyse, umarım tahmin ettiğim gibi değildir... Örneğin; babam, anneme sinirlendiğinde onu yatıştırma yolunun ona alışveriş yaptırmak olduğunu öğrenmiş. Annem ne zaman bir şeylere kızsa “gel alışverişe gidelim” diyor. Ya hipermarkete ya da konfeksiyon mağazalarının olduğu bir alışveriş merkezine gidiliyor. Babam, annemin yatışması için gereksiz yere bir sürü para harcıyor. Babam, annemin onu kullandığının farkında bile değil. Annem, ne zaman canı bir şey almak istese, babama demiyor ki “kocacım, şuna buna ihtiyacım var.” Uyduruk bir nedenden olay çıkartıyor ve kızmış görünüyor. Babam da öğrenmiş ya annemi yatıştırmanın yolunu, doğru alışverişe... Annem de, babamın televizyonda maç karşısında bağrış çağrışlarından öğrenmiş maç hastası olduğunu... Babam her pazar maça gidiyorum diyerek evden çıkıyor... Nereye gidiyor, bilmiyorum; ama maça gitmediğini biliyorum. Çünkü bazen maçtan sonra eve gelince, gittiğini söylediği maçın skorunu öğrenmek için kanal kanal geziyor... Nasıl, annem de iyi öğrenmiş değil mi babamın maç hastası olduğunu?..

İşyerinden Dönünce

Babam işyerinden dönünce, hemen her gün müdürünün tembelliğinden şikayet eder. Neden mi, babam her gün saat sekize çeyrek kala işyerinde olurken müdürü, dokuz, dokuz buçukta geliyormuş. Babam, sürekli geç kalmasından ötürü müdürünün tembel olduğunu öğrenmiş. Müdürünün kızıyla sınıf arkadaşıydık ortaokulda. Arada evlerine giderdim. Ev, ev değil, sergi salonu... Evin her yeri yağlı boya tablolar ve heykellerle dolu. Babamın müdürü, meğer sabahlara kadar resim yapıyormuş. Adam sabahlara kadar işi dışında sürekli üretirken, benim babam eve gelip televizyon seyredip yatıyor. Tahmin edersiniz artık, babamın işiyle ilgili daha ne ilginç öğrenmeleri vardır...

Okulda Öğrendiklerim

Bize “öğrenci” diyorlar... İşimiz öğrenmek... Ne iş ama! Biraz da okul öğrenmesi anlatayım size. Hiç unutmuyorum, ilkokula başlamıştım. Kıbrıs’ta yetişmiş bir öğretmenimiz vardı. Ailesini 1974’te Rumlar öldürmüş; yetim kalınca Türkiye’de okumuş, kimsesi de olmadığı için Türkiye’de kalmış. ‹lk okuma yazma derslerindeki öğretmenizimizin hazırladığı fişlerde inanmazsınız “Rumlar kötüdür” yazıyordu. Ben ve sınıf arkadaşlarım, Rumların ve Yunanlıların dünyanın en kötü insanları olduğunu ilkokuldan mezun oluncaya kadar binlerce tekrarla mükemmel bir şekilde öğrendik. Ancak lise ikinci sınıfta bu öğrenmemle ilgili yeni bir şeyler oldu. Okulumuzun folklor ekibiyle İspanya’ya gittik. Dönüşte bütün ekipler Barselona’dan hareket etti. Barselona’dan ayrılalı on dakika olmamıştı ki otobüsümüz bozuldu. Bizden sonra yola çıkan Yunanlı folklor ekibini taşıyan otobüs, bizim yolda kaldığımızı görünce durdu. Yunanlıların geldiğini anlayınca, hemen ayakkabılarımın bağlarını sıkılaştırıp, sırt çantamı da takarak koşmaya hazırlandım; ilkokul hocamın düşüncelerine bakarsak bu çocuklar her an bizi kesebilirlerdi. Neyse bir yere kaçamadım tabii, şoförler yaptıkları incelemede otobüsümüzün birkaç günde tamir edilebilecek ciddi bir sorunu olduğunu belirlediler. Yunanlı ekip bize, otobüslerinde yer olduğunu, Yunanistan’a kadar onların otobüsüyle gidebileceğimizi söyledi.

Bizim ekip lideri hocamız da düşündü ve onlarla birlikte gitmemize karar verdi. Selanik’e kadar birlikte gidecek, sonra oradan başka bir otobüsle Türkiye’ye geçecektik. Onlarla yolculuğumuz iki gün sürdü ve birlikte çok eğlendik ve bununla kalmadı; sanırım o yolculuk sırasında ilkokul öğretmenimi çok kızdıracak bir şey yaptım. Atina’lı Teo’ya aşık oldum; ama yine de beni fethetmesine izin vermedim. Öğretmenimden öğrenmiştim ya Yunanlılar kötüdür diye, onun için benimle ilgilenen Teo’ya önce domuz gibi davrandım; ama öyle iyi ve tatlı bir çocuktu ki, sonra onun domuz olmadığını anladım. Dönünce onunla “pen friend” olduk. Okulda İngilizce dersinde öğrenmiştik “pen” tükenmez kalem demekti, “friend” de arkadaş... İstanbul’a döndükten sonra ona bir tükenmez kalem gönderdim ve müthiş İngilizcemle bir de mektup yazdım; “Seninle “pen friend” olabilmemiz için senin de bana bir tükenmez kalem göndermen gerekiyor” diye... Sonradan keşfettim, meğer “pen friend” sadece mektup arkadaşı demekmiş... Karşılıklı kalem filan göndermeye gerek yokmuş...

Pavlov’un Köpeği

Üniversite sınavlarına hazırlanırken şu meşhur Pavlov’un öğrenme deneylerini okudum. Çok ilgimi çekti. “Öğrenme” lafı var ya! Laboratuvar ortamında bir köpeğe önce zil çalıyorlar, sonra da yemek veriyorlar birkaç defa... Köpek, zil çalınca yemek verildiğini öğreniyor ve yemek gelse de gelmese de zil çalınca başlıyor ağzından salyalar gelmeye... Bana sorarsanız; bunun adı öğrenme değil, şartlanmadır! Kitapta yazdığına göre küçük bir bebek beyaz bir fare tarafından ısırılırsa, hayatı boyunca beyaz hayvanlardan, tavşandan tavuktan da korkmayı öğrenirmiş. Öyleyse, öğrenme saçma sapan bir şey. ‹nsan şartlanıyor. Önemli olan şartlanmak ve öğrenmek değil, ne öğrendiğimiz... Beni bir köpek ısırdı ve köpeklerden korkmayı öğrendim; ama birçok güzel köpekle eğlenceli zaman geçirme fırsatını kaçırdım. Babam, annemin alışverişle yatıştığını öğrendi; annem babamı kullanıyor, adamın bir sürü parası gidiyor. Annem, babamın maçla çok haşır neşir olduğunu öğrenmiş, adamın pazar günü nereye gittiği belli değil. Okulda, Yunanlıların düşman ve kötü olduklarını öğrenmiştim; ama otobüsümüz bozulmasaydı, bütün Yunanlıların düşman olmak zorunda olmadığını öğrenemeyecektim. En tehlikeli öğrenme türü de insanın deneyerek, kendisi yaşayarak öğrendikleri. Örneğin; ilkokuldaki öğretmenimin ailesi savaşta Rumlar tarafından öldürülmüştü; öğretmenim bunu yaşamıştı ve ne Teo ne başka bir şey ona Rumların hepsinin düşman olmak zorunda olmadığını kanıtlayamazdı. Öğretmenimin, kendi kişisel deneyimiyle elde ettiği bu öğrenme/şartlanma onunla birlikte yaşayacaktı.

Sanırım, hepimiz bir şeyler öğrendiğimizi düşünürken farkında olmadan şartlanıyoruz. Öyle ki, bu öğrenmeler birer şartlanma olarak, yaşamımızın geri kalan kısmındaki özgürlüğümüzü, bakış açımızı esir alıyor. Bundan sonra ne mi yapacağım, öğrenmeye devam edeceğim... Ama bir şey öğrensem de, acaba öyle mi sorusunu saklı tutarak...

Melih ARAT

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)