Karıncayı Bile İncitmezdi
Özlem Özer Kurt
Allianz Avustralya İç İletişim Müdürü
Hani iyi insanlar ardından yapılan bir tanım vardır ya: “Karıncayı bile incitmezdi.” İşte bu anlayışa gelebilmek bence aslında çok yüksek bir mertebe. Erdemli insan olma hali. Bana göre erdemli insan egodan kurtulmuş, ruh boyutuna geçebilmiş, hayat amacının farkında olan ve o uğurda hayatının sorumluluğunu tamamen üstlenmiş, yaptığı her şeyin yaratacağı sonuçların farkında ve dolasıyla adımlarını herkesi ve her şeyi kapsayan bir olgunlukla atan insan demek.
Size bir anımı anlatayım. Avustralya’ya taşındığımız ilk zamanlarda bir gece yatağımda uyku öncesi elimde telefon öylece instagram’da hikayelere bakıyordum. O sırada ışıklar kapalıydı ve eşim çoktan derin uykusuna geçmişti. Sonra birden alnımda bir şeyin yürüdüğünü fark ettim. Refleksle alnımdaki şeyi elimle yere fırlattım ve yere düşen şeyin sesinden nerede olduğunu anlamaya çalışarak telefonun ışığını hemen oraya çevirdim. Yerde kocaman bir hamam böceği vardı ve kanatlanıp uçmadan, (Buradakiler uçuyor bir de!) eşim çığlığımla uyanıp hemen üzerine sprey sıktı ve konu kapandı. Konu kapandı kapanmasına ama benim aklımda kapanamadı.
Yeniden uykuya dalmak için yatağa geçtiğimizde önce iğrendim, tiksindim, sonra vücuduma değen her türlü temastan korktum, huzursuzlandım. Eşim yeniden uykuya daldığında ben bu sefer kendimle hesaplaşmaya başladım. Yani dinozorlardan beri yaşam yolcuğunu her türlü değişime uyum sağlayarak, evrim geçirerek sürdürmüş bir canlı türünün bu dünyaya benden daha çok ait olduğunu düşündüm. Küçücük bir böceğin bende yarattığı aciz duygulara bakıp kendime kızdım, sinirlendim, acıdım. İnsan olma ve kendimi dünyanın merkezinde görme kibrimden utandım, onu hakkımız olmadan öldürdüğümüze üzüldüm.
Hani bitmez ya bazı geceler, tavanla sohbet edersiniz öylece, beyninizde biri konuşur, diğeri cevap verir. Öyle monolog içinde kendimle sohbet ettiğim bir gece oldu rüya alemine geçene kadar.
İyi İnsan Olmak
Yaşadığımız yer, ortam, kültür alışkanlıklarımızı fazlasıyla etkiliyor. Burası yeşiller içinde bir ülke. Nerede yaşarsanız yaşayın kapıdan dışarı adımınızı attığınızda sokak arasında bile yürüseniz mutlaka ağaçlarla kaplı bir alanda yürüyorsunuz. Dolayısıyla her an doğada olduğunuz için yüzlerce canlı türüne tanıklık ediyorsunuz. Hele bir de kampa gidince asıl renklilik orada başlıyor. Örümcekler, iguanalar, vombatlar, rengarenk kuşlar, zıplayan kangurular… Her bir canlı türü kendi akışı içinde yaşıyor. Bu manzaraları ilk gördüğümde hemen telefonu elime alıp video çekiyordum.
Avustralyalılar bir kanguru gördüğünde kedi, köpek muamelesi yaparken benim için yeni bir şeydi. Hatta bir sosyal medya içeriğiydi. Sonra sonra gide gele, göre göre normalleşmeye başladı bu deneyim. Özellikle kampa gittiğimiz dönemlerde tuvaletlerdeki elim kadar örümcekleri gördüğümde çok korkuyordum.
Avustralyalılar doğayla iç içe yaşamaya son derece alışık oldukları için, onlardaki ilk refleks ilgili hayvanı olduğu hali ile bırakmak ya da yaşamını sürdürebilmesi için gerekeni yapmak oluyor. İşte tüm bu deneyimler ardından, doğanın bir sirk alanı olmadığını, olağanca çeşitliliği ile tüm canlıların evi olduğunu ve dolayısıyla her bir canlının rahatsız edilmeden kendi yaşam yolcuğuna bırakılması gerektiğini burada çok daha iyi anladım.
Sonra bu bilinçle her bir belgesel izlediğimde, her bir canlının doğadaki eşsiz görevine tanıklık edince insanlığın zincirdeki sadece bir başka canlı türü olduğunu daha çok idrak ettim ve tırnağımızın ucu kadar bir boyuta sahip olan bir solucanın dahi “The Great Barrier Reef” oluşumundaki büyük etkisi beni hayrete düşürdü. Bir kere daha hayranlığım arttı yaradılışa ve içindeki muazzam dengeye, ince ayarlara.
Hani iyi insanlar ardından yapılan bir tanım vardır ya: “Karıncayı bile incitmezdi.” İşte bu anlayışa gelebilmek bence aslında çok yüksek bir mertebe. Erdemli insan olma hali. Bana göre erdemli insan egodan kurtulmuş, ruh boyutuna geçebilmiş, hayat amacının farkında olan ve o uğurda hayatının sorumluluğunu tamamen üstlenmiş, yaptığı her şeyin yaratacağı sonuçların farkında ve dolasıyla adımlarını herkesi ve her şeyi kapsayan bir olgunlukla atan insan demek.
Akıl ve mantığını doğru şekilde kullanabilen, kendini bir başkasının yansımasında görebilip, insanlığa ve içinde bulunduğumuz dünyaya kafa yorup, hep birlikte daha iyi bir toplum ve yüksek bir bilinç seviyesi yaratmaya çaba gösteren kişi demek. Yani hamam böceğinin de en az bizim kadar bu dünyada yaşama hakkı olduğuna inanan, dünyaya bakan özne olma halinden kurtulmuş, cümledeki zarfa dönüşebilen kişi demek.
İnsan bu kafaya gelince, yani üzerine tutulduğunu düşündüğü spot ışıklarını etrafına çevirdiğinde, bütünün içindeki yerini ve rolünü görüyor ve o bilinçle daha iyi bir insana dönüşüyor. Aynı birin içindeki bir diğer can olduğunu anladığında, karşısındaki insanı tüm kimliklerinden önce insan olarak görüyor, empati yapabiliyor, söylenenleri kişisel algılamadan öze odaklanabiliyor, şefkat dolu sözcükler seçtiği için karşı tarafı da tetiklemeden, yapıcı başka bir dünyaya davet ediyor.
Kendinden daha büyük bir bütünün parçası olduğunu hissettiğinde faturasını ödemeyeceği boşa yanan lambayı da kapatıyor, daha az su tüketmek için sifonu doğru kullanıyor, daha az kâğıt ve plastik tüketiyor. Yani sadece kendini, yakınlarını, takımını, kurumunu, ülkesini değil dünyayı ve tüm canlılığı düşünmeye başlıyor.
İnsanlık Olarak Sevgiye ve Şefkate yani İyi İnsanlara Açlığımız Giderek Artıyor
Şimdilerde yeni bir akım var bilirsiniz. ASMR - Autonomous Sensory Meridian Response. Tüm bu telaşe ve koşturmaca içinde kulağımıza sessizce fısıldanan kelimelere, fonda duyduğumuz hışırtılara, seslere daha çok kulak kabartır olduk. Herkesin yüksek sesle bağırdığı bir dönemde derinlerden gelen bu sesler bizlerde huzur ve tatlı bir iç gıdıklaması yarattı. Çünkü her birimiz dünya git gide kaotik bir hal alırken kendi sessiz sakin limanlarımızda biraz olsun durup dinlenmeye, sessizliğin içinde öylece asılı kalmaya, okşanmaya, sarıp sarmalanmaya ihtiyaç duyuyoruz. Yani iyi insanlarla çevrelenmeye, en temelinde ise diğer tüm canlı türleri gibi şefkate, ilgiye ve sevgiye…
Bu nedenle pandeminin üzerimizdeki etkisiyle de beraber özellikle bu dönem hiç olmadığı kadar insana yatırım yapma vakti. Onu içinde bulunduğu ihtiyaç seviyesinden yakalayıp, kendi yolunu bulup, potansiyelini keşfetmesi için destekleme vakti. Kurumsal yetkinliklerinin yanı sıra erdemli bir insan olması için yanında olma vakti.
Çalışanlarımızı bu yönde destekleyebilirsek; çalışan bağlılığının artması, kurumsal değerlerimiz ve müşteri vaatlerimizin günlük hayata yansıması, sürdürülebilirlik hedeflerimizin gerçekleşmesi ve dolayısıyla finansal karlılığın artması doğal bir sonuç olacaktır diye düşünüyorum. Kendini dünyanın merkezinde sanan insan aklı değişirse bırakın verimli kurumları belki iklim krizi bile dönüşebilir. Hamam böcekleri kadar yaşayabilir miyiz bilmiyorum ama bilincimizi robotlara aktarana kadar organik bedenlerimizin dayanabileceği bir yaşam alanını bir ihtimal koruyabiliriz.