Zeka ve Yönetim
Bu yazıda literatürde bulunabilecek “zeka teorileri”, “öğrenme”, “düşünme”, “yönetimde zeka” gibi bilgilerin tekrarı ya da özeti değil, onları da göz önüne ala rak yazarca geliştirilen özgün bir yaklaşım çok özet olarak sergilenecektir. Dav ranış bilim kökenli olmayan okuyucular için özellikle yazının başlangıç kısmı ilgisiz gibi gelebilir ama sabrın sonunda bu fikirlerinin değişeceğini umuyorum.
Zeka’nın Girdileri: Bilgi Türleri
Zeka organizma temelli bir kavramdır, organik bir yapıdır, beyinle taçlanan mer kezi sinir sisteminin bir işlevidir. Dolayısıyla zekayı belirleyen ilk öğe, bu sistemin canlı türlerine göre gelişmişlik düzeyidir. Hangi canlı türünde, hangi zihinsel işle vin, hangi bilişsel, duyuşsal ya da psikomotor eylemin sistemin hangi noktasıyla ilgili olduğunu tıp kısmen açıklamıştır. Bu yöndeki çalışmalar halen de sürmekte dir. İşin bu yanı bizi pek ilgilendirmiyor. Yalnız dikkatimizi çekmesi gereken nok ta “beyin, bedenin yöneticisi”dir ve bunu sinir sistemi aracılığıyla gerçekleştir mektedir. “Otonom” sinir sisteminin bile (otonomluğu nasıl yapacağı ile sınırlı) aslında “ne” ve “ne zaman” yapacağının emredicisi beyindir.
Asıl dikkat edilmesi gereken insan ve (kendi dahil) çevre arasındaki ilişkilerin yapısıdır. Varlıklar evreninde yer alan her nesne (canlı, cansız) ve nesneler arası ilişkiler (insan insan, insan eşya, eşya eşya) var olmalarına karşılık, biz ancak onları algıladığımız (perception) zaman varlıkla rından haberdar oluyoruz. Yani nesneler ve nesneler arası ilişkiler demek olan olgular, bizim algı larımızdan bağımsızdır ama algılarımız olgulara bağımlıdır. Olguları algılamamız duyu (sense) organlarımızın yeterlilikleriyle sınırlıdır. Farklı canlı türlerinin olguları farklı algıladığını, duyu organlarının tür ve sınırlarının farklı olduğu yine bilinmektedir. Bazı türlerde görme duyusu yoktur, köpeklerin işitme sınırları ile insanın ki farklıdır gibi. Nereye gelmek istiyorum: Olgu gerçek, olgu tek olmakla birlikte farklı algılanabilir (algı yanıl samaları ise işin bir başka yanı). Farklı algılanmış olması olgunun yapısında herhangi bir farklılık meydana getirmemektedir. İnsanın kendini (iç dün yası, bedeni) ve çevresini algılayışı gerçeği yakalaması anlamına gelmeyebilir. Bu nedenle bilim “görelidir”, mutlak doğruyu bil diğini iddia etmez.
“Bireylere (yönetici, işgö ren, işveren, müşteri) uy guladığımız sözel veri top lama araçları (anket, tutum ölçer, soru listesi gibi) ile araştırdığımız değişkenin gerçek tasvirini değil, onlar tarafından nasıl algılan dığını saptamış oluyoruz. Örgüt kültürünün varo lan durumunu değil, sorduklarımızca nasıl algı landığını belirliyoruz. Bu algının yaşa, cinsiyete, statüye, araştırmamızın ba ğımsız değişkenlerine göre farklı olup olmadığını in celiyoruz. Gerçek tek oldu ğundan şu ya da bu özelliğe göre farketmemesi gerekmez miydi? Bu ifadelerden algılamayı belirle menin önemsiz olduğu yanlış yargısına varmamak gerekir. Bir çalışan olarak benim için önemli olan “amirimin bana nasıl davrandığını düşündüğüm dür, bana nasıl davrandığı değil””.
Algılarımızın ötesindeki gerçek hakkında da bir bilgi olabilir. Bazen duyu organlarımızdan herhan gi bir uyaran almadığımız halde (belki de dış dün yayı algılamada henüz bilemediğimiz bir yetimiz, muhtemelen zihinsel bir algılama yetimiz daha var) bugünkü bilim düzeyimizle nasıl’ını açıklayamadığımız bir şekilde bazı bilgilere sahip olduğu muz da zaman zaman hepimizin başına gelen bir olay olduğuna göre bunu bilimsel değil diye inkar etmenin bir anlamı yok. Bunu söylerken metafizi ği, inançları, batıl inançları, hurafeleri kasdetmi yorum, işaret etmek istediklerim “kalp kalbe kar şıdır”, “iyi ki o kaza yapan otobüsü kaçırıp da binmemişim, zaten içimde garip bir sıkıntı oluşundan bilmeliydim”, “bugün seninle karşılaşacağım içime doğmuştu” gibi kavramlar. İşte buna sezgi (intui tion), bu bilgiye de sezgisel bilgi diyoruz.*
Duyu organlarımızdan aldığımız uyaranların sınırlılıkları ve yanılmaları dışında bilmeliyiz ki gören göz değil, beyindir. Bütün duyu organları mız sadece olgularla bağlantı kurduğumuz pence relerimizdir, birer araçtır. Görme de, işitme de organlardan uyaranların gelmesiyle beyinde olmaktadır. Yani bir olgular dünyası vardır (ki bu gerçeklerdir) bir de bu olguları zihnimizde temsil eden kavramlar dünyası. İkisi ne ölçüde örtüşü yorsa gerçekliği o ölçüde yakaladığımız söylenebi lir.
“Görsel zeka işitsel zeka” gibi zeka sınıflaması yanlıştır. Çünkü bunlar sadece olguyla bağlantı kanallarımızdır.
“Kavramlar, olguların zihnimizdeki izdüşümleri dir, olguların tasviridir”. Olgu “içine su, çay gibi bir sıvıyı koyduğumuz kab” ise biz bunu “bardak” olarak kavramlaştırırız. Yani olgularla bağlantı mız, duyu organlarımızda uyaranlar iken zihnimizde kavramlar ile olmaktadır. Zihnimizdeki kavramlar sistemi sembollerden oluşur. Kavram ları sözel, sayısal veya şekilsel olarak sembollen diririz.
“Sözel, sayısal veya şekil uzay zeka” diye yapılan zeka sınıflaması yanlıştır. Çünkü zekayı değil, semboller sistemini sınıflamaktadır.
Sözel kavramlar sözcüklerin ve konuşma dilinin, sayısal kavramlar rakamların ve matematik dili nin oluşumunu sağlar. Bu nedenle aynı kavram farklı lisanlarda, farklı sözcüklerle ifade edilebilir. Sözcüklerin ve rakamların yazıya dökülmesinde kullanılan sembollerin (latin alfabesi, hiyeroglif, romen rakamları gibi) farklı sistemlere bağlanma sı okuma yazma ile ilgili bir sorundur, doğrudan kavramlarla değil. Önemli olan kavramların nasıl sembolize edildiği değil, olguları ne ölçüde temsil edebildiğidir.
Kavramlar zihnimizin ürünü olduklarından soyutturlar. Ancak soyutluk düzeyleri farklı olabilir. Olgu ile kavram arasındaki ilişki başka her hangi bir kavrama gerek duymaksızın kurulabiliyorsa kavramın soyutluk yoğunluğu en düşük düzeydedir. Kavram, sadece bir kavramlar silsi lesi yardımı ile olguyla ilişkilendirilebiliyorsa en soyut düzeydedir. “Cam bardak” kavramı, “bardak” kavramından daha soyuttur, “bağlılık” kav ramı da her ikisinden. Kavramlar nesnelere iliş kin ise somuta daha yakındır, olgu ve sembol birbiriyle kolaylıkla örtüşebilir. Nesneleri çıplak duyu organlarımızla ya da mikroskop, teleskop gibi araçlarla saptayabilir, inceleyebiliriz. Herkes tarafından aynı şekilde algılanabildikleri için kav ramlaştırılmaları kolay dır ve kavramların nesneleri temsil gücü yüksektir. Kavramlar nesneler arası ilişkilere ait ise durum biraz çeşitlenmektedir. Eşya eşya iliş kisinde kavram somuta yakındır. Çünkü bu iliş ki de sadece bir nesne söz konusu olduğundaki duruma benzer şekilde duyu organlarımızca herkes tarafından aynı şekilde algılanabilir. İki hidrojen atomuyla bir oksijen atomu arasındaki ilişki “su” şeklinde belirir. Nesne ve eşya eşya iliş kisi doğrudan ölçülebilmesi, sınanabilmesi kolay lıkla mümkün olduğu için elde edilen nesnel bilgilerin geçerliği de yüksektir, bu nesneleri ve iliş kileri inceleme alanı olarak seçen nesnel bilim dallarının (fen, tıp gibi) gelişmişlik düzeyi de. İnsan eşya ya da insan insan ilişkisi paragra fın başlangıcında belirtilen türde ise (birinin sandalyeye oturması, birinin biriyle el sıkışması gibi) bu ilişkileri ifade eden kavramlarda somuta yakındır. Ama yorumsuz olarak doğrudan göz lemlenemeyen insan eşya (bir gömleğinizi çok sevmeniz, gök gürlemesinden korkmanız) veya insan insan (çalışma arkadaşınızdan hoşlanma nız, amirinizden çekinmeniz, eşinizle anlaşmanız gibi) ilişkileri somuttan uzaklaşıp değişik yoğun lukta soyutlaşan kavramlar ortaya çıkarmakta dır. Bu tür kavramlar ise olgulara ilişkin olmakla birlikte nesnel olamayan öznel bilgi türünü ortaya çıkarmaktadır. Özneldir, çünkü insanın davranışlarıyla değil, içdünyasıyla ilgilidir. İnsa nın iç dünyasıyla ilgili bilgilere sadece bireyin kendini sözel olarak ifade etmesiyle ulaşabiliriz. Veri kaynağı kendi hakkında istediğimiz verileri tam ve doğru olarak vermeyebilir veya veremeyebilir. Kaldı ki kaynak araştırmacı arasındaki bu bilgi akış kanalı, sözel lisana bağlı olduğundan sözcüklerin temsil ettiği kavramların ilgililer tarafından aynı anlamlarla yüklenip yüklenmediği belirlenemediğinden, bilgilerin içine yorumların da karışma olasılığı olduğu için özneldir. Duygular, değerler, tutumlar toplamı demek olan kişilik özellikleri bu kapsam içinde değerlendiril melidir. Bu tür ilişkiler psikoloji, sosyoloji, yönetim, ekonomi, eğitim gibi bilim dallarının incele me alanlarını oluşturmaktadır. Davranışcı yak laşımın etkisiyle bu alana genel olarak “davranış bilimleri” deniliyor ise de yanlıştır, çünkü davra nış bu ilişkilerin sadece bir boyutunu oluşturmaktadır.
Zeka’nın Araçları: İşlevler
Zekanın girdilerini işlerken kullandığı araçları, mekanizmaları iki temel grupta toplamak müm kündür: a) Hafıza b) Muhakeme.
Hafıza içinde üç mekanizma çalışmaktadır: Sak lama, Tanıma, Bilme. Duyu organlarımızdan alı nan uyaranların kavramlaştırılarak depolanması zihnin en olmazsa olmaz aşamasıdır. Sonraki uyaranları önceki depoladığımız uyaranlarla kar şılaştırarak benzerlik ve farklılıklarını (görsel işitsel gibi ayrımlaştırma) dikkate alarak depola yacağımız rafları belirleriz. Bunu yapabilmek için uyaranları tanımamız, kavramları bilmemiz gerekmektedir. Yeni uyaranlar bazen eski depolama düzenimizin yenilenmesini gerektirebilir. Önceden anlamlandıramadığımız ya da farklı kavramlarla ilişkilendirdiğimiz algıları daha değişik ilişkiler örüntüsüne yerleştirebiliriz (hafızanın reorganizasyonu). Tanıma ya da bil me’nin hangisinin önce geldiğinin çok önemi yoktur. Kişisel gelişimin başlangıcını esas alarak incelediğimizde önce tanıma, sonra bilme gelir. Ancak bilgi repertuarı geliştikçe başka kavramlar yoluyla önce kavram oluşup, sonra olguyla kar şılaşıp tanımak da olasıdır. Çocuğa önce “dört tarafı suyla çevrili kara parçasına ada denir” şek linde kavram verilerek bilme sağlanabilir. Sonra çocuk herhangi bir şekilde (fotoğraf, tv, veya ada nın kendisi) olgu ile karşılaştığında olguyla kav ramı eşleştirir. Tanıma bilme ilişkisi öğrenme süreçlerini oluşturur.
Muhakeme ise anlama ve problemi çözme meka nizmalarını kullanır. Anlama yetisi, analiz sentez yoluyla, tümevarım tümdengelim diyalektiği ile bilgilerin doğruluğu ölçüsünde olguların gerçek halinin tasvirini sağlar. Varolan durumun belirlenmesinden sonra istenen duruma geçiş demek olan çözüm üretme mekanizması, bizi sonuca götü ren son adımdır. Çözüm üretmenin özel bir hali ise yaratıcılıkdır.
“Saklama, tanıma bilme, anlama, çözme” mekanizmaları zihnin bilgiyi yönetme araçlarıdır.
Zeka’nın İşleyişi: Düşünme Tarzları
“Düşünme kavramlar arası zihinsel işlemler”dir. Düşünme sonucu üretilen düşünce, olgular arası ilişkileri ne kadar kavramlar arası ilişkilere tam ve doğru olarak taşıyabilmişse, o ölçüde yüksek zekadan bahsedilebilir. Ayrıca bu ne kadar hızlı ve ne kadar az deneme yanılmaya uğrayarak gerçekleştirilebilmişse o ölçüde yüksek zekadan bahsedilebilir. Bunlar ise öncelikle ilişkisel (sebep sonuç, olgu kavram, kavram kavram) düşüne bilme (rasyonel düşünce) ile mümkündür. İlişkileri görebilmek için esnek düşünce, ilişkileri kurabil mek için akıcı düşünce önem kazanmaktadır. İliş kisel düşünceyi içermeyen irasyonel düşünce ile yanlış ilişkisel temelleri içeren duygusal düşünce yüksek zeka ürünleri sayılamaz.
“Soyut somut düşünme, soyut somut zeka” diye yapılan zeka sınıflaması yanlıştır. Çünkü düşün me bütünüyle soyut bir zihinsel eylemdir, kavramlar soyut olduğu için.
Zeka’nın Tanımı
Günümüzde en kabul gören tanımına göre “zeka, uyum (adapting) yeteneğidir”. Farkındalığı, bilinci dikkate almayışı ile eksiktir. Ayrıca düzenleme (regulation), düzelme (adjusting), anlama (understanding) gibi anlamlar yüklenerek de tanımlanmaktadır. Bütün bunlar dahil, daha geniş ve bura ya kadar yazılanların ışığında bir anlamla tanım lamak istiyorum:
“Zeka kendini ve çevreyi yönetme yeteneğidir.”
Zeka’nın Türleri
Her zeka teorisi sonuçta pekçok türlerinin ifade edildiği bir zeka sınıflamasını getirir. Öncelikle şunu unutmamak gerekir; zeka bir bütündür, bilim adamlarının onu türlere ayırması, sınıflama sı sadece daha kolay anlaşılabilirliğini sağlamak adınadır. Bir bütünün farklı bakış açılarıyla oluş turulan parçaları olmaları nedeniyle birbirleriyle ilişkilidir. İlişkili olmaları aynı olmaları demek olmadığı için farklı olabilirler. İstatistik bilgileri hatırlanacak olursa denilmek istenen “ilişkili ama farklı”, daha kolay anlaşılacaktır.
Buraya kadar verdiğim üç başlık içinde aslında zeka türleriyle ilgili sınıflamayı yaptım. Burada sadece bütünleştirmesini görelim.
Zeka türlerini üç boyuttan oluşan bir modelle orta ya koyabiliriz:
Zeka’nın Girdileri (Bilgi Türleri)
• Sezgisel
• Nesnel (IQ)
• Öznel
• Duygusal (feeling) (EQ)
• Duyuşsal (emotional) (EQ)
Zeka’nın Araçları (İşlevler)
• Saklama
• Tanıma
• Bilme
• Anlama
• Çözme
Zeka’nın İşleyişi (Düşünme Tarzları)
• Rasyonel
• İrasyonel
• Duygusallık
İşte zeka bu 3*5*3=45 çeşidin toplamıdır.
Aslında ben duygusal zekayı yazacaktım. Ama bu perspektifi vermeden olamazdı. Bir daha ki sefere ...
Dr. Demirali Ergin
İstanbul Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Bölümü
* Yönetim açısından sezginin anlam ve önemi için bakınız:
Ergin, Demirali. “Yönetici ve Lider”,
Human Resources, Cilt. 3, Sayı 5, Kasım Aralık 1999.