“Türkiye’yi Avrupalılara kadınlar anlatmalı…”
Şu anda Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak görev yapan Barmanbek, 2001 yılında Dünya Gazetesi tarafından verilen “Yılın En İyi Kadın Yöneticisi” olmakla kalmadı, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında da üst üste üç defa Fortune Dergisi tarafından hazırlanan listede “Dünyanın En Etkili Kadın Yöneticileri” arasında ilk önce 33, ardından 22’inci sırada yer aldı. 2003 yılında listede 21’inci sırada yer alırken, Fortune Dergisi onu aşağı yukarı şu sözlerle anlatıyordu: “Kadınlar İslam dünyasının iş hayatında pek fazla çıkış yakalayamasa da Barmanbek bir istisna… Türkiye’nin en büyük holdinglerinden biri olan Doğan Holding’de dört yıl CEO olarak görev yaptıktan sonra, bu yılın başlarında Başkan Vekili olarak atandı. Barmanbek 4,8 milyar dolarlık bu devin en etkili kişilerinden biri…”
Barmanbek, sadece Avrupa değil Türkiye kamuoyunda da özellikle sosyal konularda kadınlara çok önemli görevler düştüğüne inanıyor. Kadın çalışanların en verimli dönemlerinde emekli olmaması gerektiğini savunuyor. En çok ekip çalışmasına inanıyor, çalışanlarını “hata yapmaktan korkarak karar almamak yerine süratli karar almaya” teşvik ediyor. İş yaşamında kazanılan disiplinin, özel yaşama da yansıyacağını; bu nedenle kendisinin, çok büyük disiplin sorunu yaşamadığını söylüyor. Gençleri teşvik eden, gülen gözlerle bakıyor. Karşınızda başarı öyküsü ve kadın yöneticilere bakış açısıyla farklı bir İmre Barmanbek portresi…
Sizi hepimiz tanıyor, yakaladığınız başarıları takip ediyoruz. Ama siz geriye dönüp baktığınızda hangi faktörlerin bu noktaya gelmenizi sağladığına inanıyorsunuz?
Hemen bir noktayı belirtmeliyim: Bana göre başarı bir ekip işidir. Bir insan tek başına bir şey icat edebilir ya da buluşta bulunabilir, çalışıp bir matematik teoremini çözebilir. Ama söz konusu olan yöneticilikse mutlaka bir ekibinizin; güvendiğiniz bir ekibin olması gerekiyor. Gözü kapalı güvenebileceğiniz ekip arkadaşlarınızın olması şart. Bu gerçekten çok önemli. Doğru bir ekibin içinden bir kişi lider olarak öne çıkıyor. Bu noktada en önemli nokta; liderin doğru insanları bir araya toplaması, onları yönlendirmesi, motive etmesi, yön vermesi ve delege edebilmesi… Bana göre liderlik aslında bundan ibaret.
Başarınız “dinamik yönetim tarzınız”la açıklanıyor. Size göre yönetim tarzınızın en belirgin özellikleri neler?
Bence en önemli noktalardan biri süratli karar verebilmek... Ben bazen arkadaşlarıma şunu söylerim: “Kararlarınız yanlış olabilir. Ama geç verilen doğru bir karar hiç karar vermemek kadar etkisizdir. Büyük bir kayıptır.” Kararlar alınırken vakit çok önemlidir. Tabii ki hataları minimuma indirmek gerekir. Ama hiçbir şey yapmazsanız hata yapmazsınız. Bir şeyler yapıyorsanız mutlaka hatalar da yaparsınız. Ama önemli olan hatalarınız ve doğrularınız arasındaki orandır… On tane iş yapıp, sekizinde başarılıysanız iki tane hatanız tolere edilebilir. Ancak tersinin sorgulanması gerekir. Bir de önemli olan yapılan hataları tekrarlamamak, o hatalardan ders almaktır.
Hem kamu sektöründe uzun yıllar görev yaptınız, hem de özel sektörü çok iyi tanıyorsunuz. Kadın yöneticiler açısından baktığınızda, bu iki alan arasında nasıl bir fark gözlemliyorsunuz?
Kamu sektöründe yaklaşık 14, özel sektörde de yaklaşık 28 yıl çalıştım. Ne yazık ki kamuda kadın çalışan sayısı daha az. Kamuda hala erkek egemen bir yapı var. Örneğin ben kamu sektöründe bir kadın olarak özel sektöre göre daha çok sıkıntı çektim. Hesap uzmanı olduğum dönemde, “Hesap uzmanlığı kadın mesleği değil, kadınlar bu işe girmesin” gibi bir bakış açısı vardı. Bu direnç uzun yıllar da sürdü. Ben Maliye Bakanlığı’na 1963’te girdim, bir yıl sonra aramıza üç tane hanım arkadaş katıldı. Ondan sonra uzun yıllar, aşağı yukarı 15 – 20 sene hesap uzmanlığına kadın çalışan alınmadı. Bu elbette çok uzun bir periyottu ve bana göre bu çok yanlış bir yaklaşımdı. Çünkü bana göre hesap uzmanlığını kadınlar da erkeklerin yapabildiği kadar başarılı yapabiliyorlar, yapabilirler, yapamamaları için de hiçbir neden yok. Sonuçta fizik gücüne dayalı bir iş yapmıyorsunuz. Ebe kadınlar dağ tepe katır sırtında dolaşıp görevini yapabiliyorsa hesap uzmanı netice itibariyle sadece turneye çıkıyor. Ayrıca gittiğimiz turneler zaten büyük kentler ve kazaları içeriyor. Bu nedenle kadının yapamayacağı bir meslek değil.
Ama ne yazık ki böyle erkek egemen bir bürokrasimiz var. Baktığımız zaman bürokrasi içinde çok az kadın müsteşar, çok az kadın genel müdür ya da genel müdür yardımcısı görüyoruz.
Özel sektör ise bu bakımdan daha açık. Kadın – erkek ayırımının daha az olduğu söylenebilir. Bazı sektörler söz konusu olduğunda bu konuda ciddi bir artış görüyoruz. Bu da beni çok sevindiriyor tabii… Ancak bazı gruplarda tesadüfen mi yoksa bilinçli olarak mı bilmiyorum kadın yönetici sayısı çok az.
Ama tüm bunların yanı sıra parlamentoda, kabinede daha fazla kadın olması gerektiğine inanıyorum. Bunun tek nedeni kadınların daha titiz, daha detaylı çalışması değil. Çok daha önemli bir neden var: Gerek iş dünyasında, gerek siyasette farklı gözle bakabilen insanların da olması gerekiyor. Özellikle sosyal olaylarda, kadının bakışı çok önemli.
Sosyal olaylardan söz etmişken belki de Türkiye’nin içinde bulunduğu değişim sürecine de değinmek gerekiyor. Sizce, örneğin AB ilişkilerini referans alırsak kadın yöneticilere ne tür görevler düşüyor?
Kesinlikle kadınlar açısından yapacak çok iş, üstlenilecek pek çok görev var. Bana göre gerek Türk gerek Avrupa kamuoyunda olayları anlatmada, insanları ikna etmede kadınlar daha başarılı ve etkili olabiliyor.
Doğan Holding Yönetim Kurulu Üyesi Arzuhan Yalçındağ’ın bu konuda uluslararası platformda çok önemli çalışmaları var. Yurtdışında bu konuyla ilgili yapılan toplantılardan birine ben de katıldım. Bu toplantıda şöyle bir konuşma geçmişti: “Halklara kendinizi anlatın. Çünkü politikacılar daha çok ‘tribünlere oynuyor’, oy peşinde koşuyor. Sizin kendinizi kendinizin anlatması gerekiyor.” Bu yaklaşım bence de çok mantıklı. Çünkü kadınları ikna ederseniz aileyi ikna ederseniz. Bu durum, dünyanın her yerinde böyledir. Dolayısıyla Türkiye’deki tüm kadın çalışanların bu konuya eğilmeleri ve daha aktif olmaları gerekiyor.
Çevrenize baktığınızda kadın yöneticileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son zamanlarda özellikle genç arkadaşlarımızın çok başarılı olduğunu görüyorum. Bu durum çok hoşuma gidiyor. Kadınlarımız atılım içinde, gayretliler ve girişimde bulunuyorlar. Özel sektöre baktığımızda kendi işini kuran, kendi işini yaratan ve başarılı olan çok genç arkadaşlar olduğunu görüyorum. Bunlar da beni çok etkiliyor, çok olumlu gelişmeler….
Tüm bunlara karşın yine de Türkiye’deki kadın yönetici sayısı çok da fazla değil. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Erkek egemen toplumlarda kadının öne çıkması, kadının yönetici olması ya da güç sahibi haline gelmesi biraz zor oluyor. Ama Türkiye bazında baktığımda farklı bir yorumum da var: Türkiye’de Atatürk tarafından kadınlara bir çok hak verildi. Avrupa’nın birçok ülkesinde olmayan haklar çok erken tarihlerde verilmiş oldu. Belki de bu hakların kıymetini çok fazla bilemedik diye düşünüyorum. Eğer biz de Avrupalı kadın gibi bu haklar için mücadele etmiş olsaydık belki daha fazla sahip çıkar, kıymetini daha fazla bilebilirdik. Bu haklar için mücadele edilmediği için çok fazla kıymeti bilinmedi gibi geliyor bana… Oysa ki bu büyük bir fırsattı. Düşünün ki Avrupa’da pek çok ülkede kadınların seçme ve seçilme hakkı yokken Türkiye’de kadınlar bu hakka sahipti. Bu gerçekten de inanılmaz bir fırsat. Bu nedenle Türkiye’deki kadınların Atatürk’e hep müteşekkir olması, şükran duyması gerekiyor.
Gelelim iş – özel yaşam dengesi konusuna… Sizin bu dengeyi yakalamak konusunda bazı formülleriniz var mı?
Özel bir formülüm yok. Ama şu gözlememi paylaşabilirim: Çalıştığınız zaman hayatınızı daha iyi planlayabiliyorsunuz, bu çok kesin… Ben Cumartesi – Pazar günleri bazı işlerimi unutabiliyorum. Oysa çalıştığım gün ilacımı alacağım saati bile rahatlıkla anımsıyorum. Çünkü her şey bir plan program dahilinde gerçekleşiyor.
Hemen kendimden örnek vereyim: Hesap uzmanlığından özel sektöre geçerken arada 1 – 1,5 ay gibi bir boşluk dönemi yaşadım ve bu dönemde daha rahat olduğumu gördüm. Vakit bol geldiği için işleri ertesi güne erteleyebiliyordum. Oysa çalışırken işinizi planladığınız anda yapmanız gerektiğini, hiçbir şeyi ertelememeniz gerektiğini biliyorsunuz. Dolayısıyla çalışmayanlara göre daha planlı, programlı oluyor ve vaktinizi daha efektif kullanıyorsunuz. Daha efektif kullandığınız için de çok fazla sorun olmuyor. Elbette sorunlar yaşadığınız noktada da bu durumu ailenizin ve eşinizin yardımlarıyla aşabiliyorsunuz.
Tabii bu konuda anlayışlı bir eş ve aile çok önemli. Yakın çevrenizde size yardımcı olabilecek aile fertleri olması şart. Bir de tabii çocuğunuzun da size anlayış göstermesi gerekiyor. Benim oğlum da küçükken “Sen çalışmasan olmaz mı?” diyordu. Doğal olarak; çünkü okuldan geldiğinde beni evde bulmak istiyordu. Ama ben neden çalışmam gerektiğini anlattığımda bu durumu anlayışla karşıladı. Dolayısıyla aktarmak ve anlatabilmek çok önemli.
Bunların dışında okurlarımızla paylaşmak istediğiniz noktalar var mı?
Kadın çalışanlarımızın, yöneticilerimizin çok genç yaşta emekli olup iş yaşamından ayrılmalarını açıkçası çok yadırgıyorum. Tam çocukların büyüyüp, evle ilgili sorumlulukların azaldığı, bilgi birikimlerinin en yüksek olduğu dönemlerde “20 – 25 sene çalıştım, artık emekli olmalıyım” yaklaşımını anlamıyorum, anlamak istemiyorum. Kişinin tam verimli olabileceği çağda, katkı yaratabileceği ve bu katkının en yüksek noktada olduğu bir dönemde “Biraz da evde oturayım” diye düşünmesi bana yanlış geliyor. Bunu özellikle belirtmek istiyorum; böyle düşünen arkadaşların bir şekilde ikna edilip çalışma yaşamına devam etmelerinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
HAYALİ TIP EĞİTİMİYDİ,
DÜNYANIN EN BAŞARILI KADIN LİDERLERİNDEN BİRİ OLDU
• İmre Barmanbek, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ekonomi ve Finans bölümlerinden lisans derecesiyle mezun oldu. Oysa liseden itibaren en büyük hayali tıp okumaktı, üniversite sınavında Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı da…
• Peki nasıl olmuştu da hayalinden vazgeçmişti? Sözü kendisine bırakalım: “Belki de hayatta bazı şeyler biraz da kısmetle ilgili; ben buna inanıyorum. Lise yıllarımda hep tıp okumayı arzu ettim ve tek idealim tıp fakültesine gitmekti. Liseyi bitirdikten sonra imtihanlara girdim ve hem Ankara Tıp Fakültesi’ni, hem de Mülkiye’yi kazandım. Ailem de tıp fakültesine gitmemi istiyordu. Fakat Tıp Fakültesi’ne kaydımı yaptırmaya gittiğim zaman bir öğrenciyle yaptığım sohbet bir anlamda hayatımı değiştirdi. Mülkiyeyi de kazandığımı öğrenen bu öğrenci; tıbbı seçmememi, bu alanın kişinin ince duygularını yıprattığını söyledi. Ardından da babamın doktor bir arkadaşının telkiniyle fikrimi değiştirdim ve Mülkiye’ye kaydımı yaptırdım.”
• Mülkiye’ye giren Barmanbek vali ya da kaymakam olmayı hiç düşünmedi. Yabancı dilinin yetersizliği nedeniyle ise diplomatlığa yönelmedi. Ve maliye ve ekonomi eğitimi aldı.
• Burslu eğitim gördüğü için zorunlu hizmet nedeniyle mezun olduğunda Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Hesap Uzmanları Kurulu Hesap Uzman Yardımcısı oldu.
• 1969 – 1970 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı’nda Teşvik Uygulama’da Planlama Uzmanı olarak görev yaptı, daha sonra Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanlığı’na terfi etti. Aynı zamanda Vergi Temyiz Komisyonu’nda üyelik yaptı.
• Bakanlıktaki başarılı kariyerinin ardından Doğan Grubu’na katılarak çeşitli üst düzey görevlerde bulundu.