Nasıl Motive Etmeli?


Ahmet Usta bunları düşünürken usta sıfatını edindi ği ilk günü hatırladı. Çok genç yaşlardayken evlendi ği karısı Hatice Hanım ve kendisi, kalfalıktan usta lığa yükseltilince ne sevinmiş, ne gurur duymuşlardı. Hatta Hatice Hanım o gece şerefe bir kadeh rakı bile içmişti. şimdi hatırlayınca daha dün gibi geliyordu. Oysa aradan tam 27 yıl geçmişti.

Ahmet Usta teknik liseyi bitirdikten sonra o zamanlar küçük bir imalathane olan Minik Kardeş bisiklet firmasına girmişti. Aradan 4 yıl geçip çalışkanlığı, teknik bilgisi ve pratik zekası ile kendisini gösterince patronu Hidayet Bey, onu önce kalfalığa ardından ustabaşılığa getirmişti. O zamanlar kendisinden yaşlı bazı işçiler onun gençliğini bahane edip huzursuz oldularsa da, kimse onun bu pozisyonu haketmediğini düşünmemişti.

Demek o günden bu yana 27 koca yıl geçmişti. Eh, o küçük imalathanenin bugün koca bir fabrika olduğu düşünülürse, hiç de kısa bir zaman değildi. Ahmet Usta bunları düşünerek yürümeye devam etti. Kafa sına hücum eden anıları durduramıyordu.

Fabrikanın kurucusu Hidayet Bey, yüksek tahsili olmamasına rağmen çok ileri görüşlü bir insandı. Çevresinde herkes ona saygı duyar, söylediklerine itibar ederdi. ‹malathanenin bugünkü fabrikaya dönüşmesinde onun ileri görüşlülüğü ve zamanında yaptığı akıllıca yatırımlar çok önemli rol oynuyordu. şimdi bile ilerlemiş yaşına rağmen ve fabrikanın yönetimi oğlu Teoman’da olduğu halde önemli kararlarda kendisine danışılıyor ve o da öneri ve eleştirile rini esirgemiyordu.

Hidayet Bey, gençliğinde de sert bir yönetici olarak tanınır ve çoğu kişi ondan çekinirdi. Her zaman çok çalışan ve çalışanlarından da aynı tempo ve özveriyi bekleyen bir kişiydi. Bu yüzden de fabrikada sendika kurulmasına şiddetle karşı çıkmış, çalışmaya niyeti olan kişinin kendi hakkını kendisinin yaratacağını savunmuştu. Ona göre sendika az çalışıp, çok para kazanmak isteyen ve kendilerini akıllı zannedenle rin kulübü idi. Burada insanlar kendilerine benzeyen başkaları ile birlikte daha az çalışmak konusunda fikir üretiyorlardı. Buna karşılık çalışkan ve özverili olanlar hemen Hidayet Bey’in dikkatini çekiyorlardı. Ahmet Usta’da bu özellikleri ile ön plana çıkmış, o günden bu yanan Hidayet Bey’in sağ kolu olmuştu. Öyle ki, oğlu Teoman yönetime geçip, Hidayet Bey geri plana çekildiğinde oğlu Teoman’ı Ahmet Usta’ya “emanet” etmişti.

Ahmet Usta o sırada bir bisikletçi mağazasının önünden geçiyordu. Orada başka bisikletlerin yanında kendi ürettikleri bisikletleri de görünce göğsü gurur la kabardı. Hidayet Bey’in oğlu Teoman, bundan 7 yıl önce yönetimi devraldığında fabrika, bisikletin yanı sıra çeşitli çocuk oyuncakları, bebek arabaları, çocuk mobilyaları ve hatta hafif motorlu bisiklet ve motorsiklet üretimi yapan lider bir kuruluşun başına geç mişti. Õretilen bütün ürünlerin yanı sıra, bisiklet her zaman Ahmet Usta’nın gözbebeği olmuştu. Ahmet Usta, biricik oğlu Murat’a altıncı doğum gününde Hidayet Bey’in hediye ettiği bisikletle eve geldiğinde, evdeki neşeyi hatırlayınca gözleri doldu. Onun için bisiklet hayatında hep başka bir anlam taşıyordu.

Hidayet Bey gözbebeği fabrikasını hayata yeni atılan 29 yaşındaki genç bir adama emanet ederken, fabri kayı bugünlere taşıyan Ahmet Usta’yı ona “gözkulak olması” için uyarmaya niyetliydi. Onun yeni nesle ve yeni akımlara inancı yoktu. Ona göre yeni akım dedikleri, insanların kafasını karıştırıp, “hizmet sektörü” denen pek de lüzumlu olmayan bir sektörü besleyen düşüncelerdi. Hidayet Bey’in bu sektöre itirazı yoktu. ‹ş o ki, kendi fabrikasına el atmasınlardı.

Ahmet Usta’da, Hidayet Bey’in düşüncelerini benimsemişti. Yıllardır Hidayet Bey’in nasıl başarılı olduğu nu izlemişti. Birlikte geliştirdikleri üretim teknikleri ile hızlı bir üretim hattı kurmuşlar, bu hız onların üretimi arttırabilmelerini sağlamıştı. Böylece dağıtım güçlenmiş, dağıtım artınca satışların arkası gelmişti. Satışlar arttıkça para artmış, böylece yeni yeni alanla ra yatırım yapmışlardı. O alanlarda da benzer bir yöntem izlemişlerdi.

Teoman’ın işbaşına geçtiği yıllarda işler pek eski hızın da olmasa da liderliklerini sürdürüyorlardı. Fakat Teoman, babasının kazandığı parayı reklam, eğitim, fuar, yeni makina yatırımı, seyahatler, toplam kalite derken bitirmeye niyetliydi. Neyse ki Ahmet Usta yıl ların getirdiği şirketiçi ilişkileri sayesinde herşeyden önceden haberdar oluyordu da, Hidayet Bey’i uyarı yordu. Buna rağmen şirket giderek güç kaybetmeye başlamış, piyasada pıtrak gibi yeni firmalar türemişti.

Ahmet Usta açıkça ifade etmese de bu durumdan Teoman’ı sorumlu tutuyordu. şirketin kaynakları gereksizce israf ediliyordu. Teoman’ın ilk yaptığı yanlışlık sendikalara engel olamayışıydı. Artık insanları gerektiği saatler boyunca çalıştıramıyorlardı. Bunun sıkıntısını Ahmet Usta’da çekiyordu. Ne zaman bir iş istese karşısına sendika kuralları çıkıyordu. Teoman, babası gibi sert olmadığı için de işçilerin isteklerine boyun eğiyordu. Yine de Ahmet Usta saye sinde otorite korunuyor, herkes kendi işiyle ilgilenip, başkasının işine burnunu sokmuyordu. ‹şten ayrı lanların sayısı da artmıştı. Ama yeni gelenler de hemen Ahmet Usta’nın sıkı eğitiminden geçiyorlar, haftasına mum gibi oluyorlardı.

Bir de yeni makina parkı diye birşey çıkartmışlardı. Ahmet Usta’nın yıllardır pırıl pırıl baktığı makinalara birer çöpmüş gibi bakılıyor, Teoman Bey’e yeni makina satmak isteyen satıcıların biri gidip biri geliyordu. Sonuçta o makinalar da bisiklet üretiyorlardı. Satıcı ların iddialarına göre bu makinalar hatasız üretim yapıyorlardı. Böyle birşey olur muydu? Oysa Hidayet Bey ve Ahmet Usta çok başarılı bir üretim hattı kur muşlar, bu hatda yıllardır aynı parçayı üreten ya da montajlayan işçileri çalıştırmışlardı. Öyle ki bu işçiler ilgilendikleri parçayı gözü kapalı tanır ve üretebilirler di. Zaten hepsi günboyunca aynı işi yapa yapa birçok işlemi otomatik yapabiliyorlardı. Õretim hattındaki bu çalışmadan kaçan hatalar da titiz bir kalite kontro lünden geçiriliyordu. Böylece hatalı ürün oranını % 1’e kadar düşürmüşlerdi.

Zaten hatalı ürünler satıcıdan ya da müşteriden geri dönerse hemen tamiri yapılıp geri gönderiliyordu. Bunun için de geniş bir tamir bakım atölyesini tasarlayıp kurmuşlardı.

Bir de pazarlama faaliyetleri diye birşey ortaya çık mıştı. Teoman 3 yıl kadar önce babasının itirazlarına aldırmadan, şık giyinen, cici kızları işe almıştı. Onla rın da biri gelip, biri gidiyordu. Hiçbiri bu işte dikiş tutturamıyorlardı. Oysa onlardan önce Satış Müdürü Atilla Bey, işi gayet güzel götürüyor, bütün Anadolu’ yu dolaşıp siparişleri topluyordu. Atilla Bey’e göre son zamanlarda satışların düşmesi, bu kızların yanlış işler yapmasından kaynaklanıyordu.

Ahmet Usta’nın herkesle arası iyiydi. Pazarlamadaki kızlardan Çiçek de akıllı bir kıza benziyordu. Gidip gelip Ahmet Usta’ya birşeyler soruyor, o da yanıtlıyor du. Çiçek’e göre beraber çalıştıkları reklam ajansı yeterince profesyonel değildi. Eğer biraz daha para verip daha iyi bir ajansla çalışsalardı, işler daha iyi olurdu. Ahmet Usta bunları dinledikçe içinden gülü yordu. Hidayet Bey hiç başka bir ajansa izin verir miy di? Buna bile Teoman’ın ısrarlarına dayanamayıp, eski bir arkadaşının oğluna açtığı ajansla çalışmak şartıyla izin veriyordu. Hidayet Bey bu tür harcama ların çöpe atıldığını biliyor, “hiç olmazsa arkadaşımın oğluna yarasın” diye düşünüyordu.

Ahmet Usta birden kendine geldi. Bisiklet satan yerin önünde öylece durmakta olduğunu gördü. Acaba yaşı ilerlediği için heyecanını mı kaybediyordu, yoksa onla rın ürettikleri bisikletler, yanında durdukları fosforlu renge boyanmış incecik lastikli diğer marka bisikletle rin yanında biraz sönük mü kalıyorlardı?

Ahmet Usta uzandı, o bisikletleri incelemeye başladı. Başka markalı bisikletlerden birinin arkasında hoş bir sepet vardı. Bu sepet için üretim hatlarını nasıl değiş tirmeleri gerektiğini düşündü. Çok basit bir ayrıntıydı ama maliyetleri çok yükseltirdi. Acaba bunu üreten firma ne düşünmüştü? “Belli ki onların da başında Teoman’a benzeyen bir yönetici var” diye düşündü. Bu düşünce Ahmet Usta’nın çocuk gibi kıkırdamasına yol açtı. Sonra da gören oldu mu diye sağına soluna bakındı.

Bu benzetmeyi yapması sebepsiz değildi. Geçenlerde Teoman bebeklerin evde kendi kendilerine içinde oynayabilmeleri için ürettikleri çocuk parkına “çıngı rak takacağım” diye tutturmuştu. Ahmet Usta ne yaptı, ne etti ise bu çıngırakları monte etmenin işi uza tacağına ve çok masraflı hale getireceğine Teoman’ı ikna edememişti. Bunun üstüne devreye Hidayet Bey girmiş, son zamanlarda Teoman’ın birkaç öneri sini üst üste reddettiği için bu fikrine o da hayır diyememişti. Bunun üstüne kararı işçilere anlatıp, uygulamaya geçirme işi Ahmet Usta’ya kalmıştı.

Aslında Ahmet Usta fikrin nereden kaynaklandığını biliyordu. 6 ay önce pazarlama müdürü bir kız işe başlamış, o zamandan beri de böyle garip fikirler ortaya çıkarmaya başlamıştı. Pazarlama Müdürü Meltem, bütün gün Teoman’ın odasından dışarı çık mıyordu. Teoman’da o ne derse yapıyordu. Ortalıkta dedikodu almış yürümüştü. Her kafadan bir ses çıkı yordu. Neler denmiyordu ki! Kız, Teoman’ı avucunun içine almıştı. Teoman ona sormadan adım atmıyor du. Bu durum işçiler arasında huzursuzluğa yol açı yordu. Bu insanlar, gururlu insanlardı. Bu tür şeyle ri kaldırabilecek yapıda değillerdi.

Çıngırak fikri ilk ortaya çıktığında, sohbet sırasında Ahmet Usta bir iki işçiye bu işin altından kalkmanın çok zor olduğundan söz etmişti. Konuşma sırasında şakayla karışık “Eh oldu olacak bisiklet işini bırakıp çıngırakçılığa başlayalım” diye konuşmalar geçmişti. şimdi aynı işçilere bunu yapacaklarını anlatmak da Ahmet Usta’ya düşüyordu. Bunun için bu fikri ilk olarak, önceden bu sohbeti yaptığı işçilere açmayı kararlaştırdı. Bunun üstüne bir kahve molası sıra sında konuyu açma fırsatı buldu. Söz yine Meltem’e ve Teoman’a gelmişti. Meltem’in garip fikirleri ve “çıngırağı” konuşuluyordu. Ahmet Usta hemen söze girdi: “Biliyorsunuz bu fikri başta ben de pek doğru bulmamıştım ama Teoman Bey öyle yapmamızın daha doğru olacağını düşünüyor. Onun da bir bildiği vardır herhalde. Bütün suçu Meltem’e atmayalım. Ne de olsa Teoman Bey bizim patronumuz. şu çıngırakları takalım da o da memnun olsun” dedi.

Aradan birkaç saat geçmeden bu haber bütün fabri kada konuşuluyordu. Ahmet Usta, üçer beşerli grup ların fısıltı ile konuştuklarını görüyor fakat müdahale edemiyordu. Zaten etse de daha fazla ne diyecekti ki! Bu işi kendi aralarında halletmeleri daha doğru olacaktı.

Çıngıraklar iki gün sonra fabrikaya geldi. Ahmet Usta işçilerden bazılarını ayırıp onlara çıngırakların nasıl dizilip, takılacağını anlattı. Fakat iş son derece yavaş ilerliyordu. Bunu yapan işçilerdeki isteksizlik ve mutsuzluk diğer işçilere de yansıdı. Õstelik çıngı rak dizmek gibi basit bir işte inanılmaz hatalar çıkı yordu. Renk düzenine kimse dikkat etmiyor, çatlak ya da bozuk çıngıraklar da diziliyordu. Ahmet Usta, bunu görünce bir iki işçiyi haşlamıştı. ‹kisinden de aldığı cevap benzerdi: “Bu benim işim değil. Ben buraya imalat için alındım, patronun keyfi yerine gelsin diye değil” diyorlardı. Arada sırada “Fabrika zor durumdaymış. Artık büyük işleri bırakıp çıngırak gibi ufak tefek işlere geçilecekmiş” diye söylentiler bile çıkmıştı.

Bunu duyan işçilerden iş aramaya başlayanlar olmuştu. Ahmet Usta bu iş yavaşlatma, hatalı iş ve işçilerdeki ümitsizliği nasıl karşılayacağını bilmiyordu. Bunun için giderek sertleşmeye başlamış, işçiler üzerinde Hidayet Bey’in yöntemlerini uygulama yoluna gitmişti.

Ahmet Usta bunları düşünerek, dükkandaki bisikletletleri incelemeye devam etti. Bir başka bisiklet üreticisi de, bisikletin bırakılan yere bağlanması için küçük, renkli bir kilit düşünmüştü. Bir diğerinde bisikleti kullananın su içebilmesi için plastikten küçük bir matara vardı. Ahmet Usta işte bu fikri beğendi. Böylece çocuklar zamanında Murat’ın yaptı ğı gibi, terleyip terleyip ikide bir “anne su” diye eve gelmeyeceklerdi. Acaba bunu kendileri de uygulayabilirler miydi? Sonra geçenlerde Çiçek’in böyle bir şeylerden bahsettiğini hatırladı. Hatta bu fikir işçiler arasında alay konusu olmuş, “Biz bisiklet üretiyoruz, Çiçek Hanım satışları arttırmak için su şişesinden bahsediyormuş. Eh, yakında da yemek tabağı koya rız” diye gülmüşlerdi. Demek Çiçek’in bahsettiği buydu! Bu sırada Çiçek’le alay eden işçilerin kaçının ürünü bittikten sonra gördüklerini merak etti. Hele hele kaçının böyle bir mağazanın önünde durup, başkalarının ne sattıklarını ve bunun nasıl üretildi ğini merak edip etmediklerini düşündü.

Ahmet Usta bunun çok da gerekli olmadığını geçirdi kafasından. ‹şçiler kendilerine söyleneni yaparlardı. Onların bu tür şeyleri düşünmelerine çok da gerek yoktu. Ama son zamanlardaki huzursuzlukları nasıl gidereceğini de bilmiyordu. Bu düşünceler içinde eve doğru yürüdü. Eve geldiğinde şimdi büyüyüp koca adam olmuş olan Murat’ın karısı Emine kapıyı açtı. Murat ile evlendiklerinden beri, Ahmet Usta’nın evinde oturuyorlardı. şimdi birbuçuk yaşındaki toru nu Emir kucağındaydı. Emine’nin yüzünde mahçup bir ifade vardı. Salona girdiğinde bunun nedenini anladı. Ortada bir çocuk parkı vardı. Ama bu park Ahmet Usta’nın üretmeye başladıklarından değildi. Zaten olamazdı. Bu, çıngırakları pırıl pırıl sırayla dizilmiş bir parktı. Oysa onların henüz çıngıraklı parklarının üretimi tamamlanmamıştı. Belli ki gelini bunu bekleyememişti.

Ahmet Usta içini bir kırgınlığın kapladığını düşün dü. Acaba bunda haklı mıydı?

Teoman ve Ahmet Usta sizce ne yapmalı?..

Sevgiler!

Söğüt Araşan
Era Eğitim & Danışmanlık

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)