“Modern curcunacılar”
Başak Günaçan ve Candan Seda Balaban... Moda’da Curcunabaz adlı kukla ve maske atölyelerinde 1,5 yıldır birlikte çalışıyor, maskeler, kuklalar üretiyor, bu işin meraklılarına dersler veriyorlar. Amaçları ise, birlikte çok daha fazla şey üretecekleri, bilgilerini paylaşacakları, birlikte öğrenecekleri insanları bulmak, büyümek ve büyümek...
Başak ve Candan için, sayısı şimdilik az ama üreticiliği fazla olan bir ekip diyebiliriz. Peki bu iki kişilik ekip nasıl bir araya geldi, birlikte neler yapıyorlar? Şimdi onları biraz daha yakından tanıyalım; maske ve kukladan yola çıkarak belki daha önce düşünmediğimiz alanlara girerek, hayata bakış açımızı biraz daha genişletmeye çalışalım.
Kuklalar: Hareket eden heykeller
Candan Seda Balaban; Eczacılık Fakültesini bitiriyor ve üç yıl kadar mesleğini yapıyor. “Bu dönem içerisinde mesleğimi sevemeye çalıştım ama olmadı” diyor Candan ve eczacılıkla uğraşırken maskelere ilgi duymaya başladığını söylüyor. Maske koleksiyonu yapmaya başlayınca, Türkiye’de maske alabileceği hiçbir yer olmadığını görünce de, “iş başa düştü” diye düşünüyor, mesleğini bırakıyor ve maske yapmaya merak salıyor.
Topladığı maskeler üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, maske kendisi için bir tutku haline geliyor: “Ben de bu konudaki eğitim eksikliğimi tamamlamaya karar verdim. Önce seramik ve desen çalışmaya başladım. Eczacılığı tamamen bırakınca da heykel çalışmaya başladım. İki yıl kadar da ‘Heykel Atölyesi’nde heykel eğitimi aldım. Bu arada kuklaya da merak sardım. Tüm bunların sonucunda üretmeye başladım. İşin içine daha çok girdikçe de kendimi bilgi anlamında daha çok geliştirmeye çalıştım. Tiyatro, dekor, maske ve kukla tarihi konusuna eğildim. En sonunda artık evime sığamaz hale geldiğimde, bir atölye açmaya karar verdim ve 1,5 yıldır da burada tam zamanlı olarak bu işe kendimi vermiş durumdayım.”
Başak Günaçan ise; Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nden mezun oluyor ve “Heykel Atölyesi”ndeki çalışmalarına başlıyor. İşte Candan’la tanışmaları da bu döneme rastlıyor. Başak; atölyedeki çalışmaları ilerledikçe karma heykel sergilerine katılıp, aynı zamanda heykel dersleri vermeye başlarken; Candan’ın da bir atölye açma fikri doğuyor ve kendine Moda’da küçük ve şirin bir atölye buluyor. “Bir de baktım ikimizde yerimizde duramıyoruz. İkimizin de ortak yapmak istediği projeler var” diyen Başak da; kuklaları hareket eden heykeller olarak gördüğünden ve okuldayken başlayan kukla yapma isteğini de gerçekleştirmek için bir süre sonra soluğu Candan’ın yanında alıyor. Şu an birlikte çalıştıkları atölyenin macerası işte böyle başlıyor.
Başak, birtakım detayların kendilerini diğer atölyelerden ayırdığını düşünüyor: “Örneğin sipariş üzerine çalışan tek atölyeyiz. Tiyatrolara hizmet veren atölyeler var ya da kukla tiyatrosu olan gruplar kendi kuklalarını kendileri üretiyor. Ama bizim gibi dışarıya hizmet veren, doğrudan bireylere kukla yapanları biz duymadık.”
Candan da atölyedeki çalışmalarına ilişkin şunları ekliyor: “Biz kukla ve maskelerimizi dekorasyon amaçlı olarak da kullanıyoruz. Sadece kukla tiyatrolarına hizmet vermiyoruz. Biz bu işi mümkün olduğu kadar yaygınlaştırmak istiyoruz. Çünkü kuklanın önemli bir nokta olduğunu düşünüyoruz. Kuklaya Türkiye’de hem yetişkinlerin hem de çocukların biraz dikkatini çekmek istiyoruz. Eğitici olduğunu, sanatsal olarak da çok geniş alanlı bir çalışma olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamda kukla ve maske eğitimi de veriyoruz.. Bu ikisini birlikte yürüten başka bir atölye yok sanıyoruz.”
“Maskeli soytarılar”…
Sanıyoruz siz de düşünmüşsünüzdür, biz de arada soruyoruz; “İsminiz neden Curcunabaz?” İşte yanıtı: “Bu isim bizim kültürümüze ait. Osmanlı şenliklerinde, Curcunabaz adı verilen soytarılar vardı. Bu maskeli soytarılar toplumu curcunaya boğan ve curcuna yapan kişilerdi. Halkı coşkulandırıyor ve neşelendiriyorlardı. Bu ismin bizim yaptığımız işe gayet uyduğunu düşündük. Melodik olarak da çok hoş bir isim. Yaptığımız her şeyi özetleyen bir kelime aslında...”
Her zaman “Elimizde bir proje varken mutlaka onun ötesi ne olabilir?” diye düşündüklerini belirten Başak; heyecanlarının hiç durmadığını, yurtdışındaki tiyatrocularla, tasarımcılarla buluşmak ve onlarla birlikte tasarım yapmanın en büyük hayalleri olduğunu ve bunlara da yavaş yavaş ulaştıklarını belirtiyor. Kendi özel tasarımlarının yer aldığı sergilerin yanı sıra; atölyelerine katılan kişilerle birlikte sergi gerçekleştirmek ve o işi bir kukla tiyatrosu haline getirmek isteği içerisinde olduklarını belirten Candan; “Amacımız sadece yapım tekniğini öğretmek değil. Yapım tekniği ile birlikte, bir grup oluşturmak ve daha sonra kuklaya ilgi duyan bir ekiple birlikte ortak projeler üretmek, kısaca çoğalmak...” diyor. Yurtdışında bir kukla tiyatrosunun dekorasyon anlamındaki tüm tasarımını üstlendiklerini belirten Başak; atölyelerini bir kukla okuluna çevirme ve ellerindeki kaynakları ve bilgileri topladıkları bir arşiv oluşturma çabasında olduklarını da belirtiyor.
Çalışanlar burada rahatlıyor
Peki ikili, Curcunabaz’da kimlerle buluşuyor? Genellikle çalışan bayanların atölyelerine geldiğini belirten Başak; gelenlerin algılarının değiştiğini, kukla yapmanın ötesinde hayata bakış açılarının geliştiğini söylüyor: “Hiç fark etmedikleri ya da bakıp da görmedikleri detayları görmeye başladıklarını ve sanata daha yaklaşıp, sanatı daha fazla anlamdırabildiklerini düşünüyorum.” Candan ise; atölyelerine gelenlerde gözlemledikleri bu algı ve bakış değişiminin, günlük ve iş hayatlarında da ne gibi farklılıkları getireceğine ilişkin şunları söylüyor: “İnsanların buraya gelme sebepleri ne olursa olsun, haftada bir gün, dört saat bütün günlük sıkıntılardan arınıp, bambaşka bir çözümleme içerisine giriyorlar. Burada önemli olan, modelledikleri kukla, onun eli, kolu, bacağı... Buna, gerçek dünyadan ayrılma diyelim ve bu ayrılış mutlaka iş hayatlarına ya da günlük yaşamlarına mutlaka olumlu yansıyordur. Çünkü kendilerini ‘iş’leri dışında başka bir şekilde ifade edebildiklerini görüyorlar.” İş dünyasının çok somut ve rekabetçi olduğunu, orada kalabilmenin farklı çabaları gerektirdiğini belirten Candan; “Burada ise çok kişisel bir rekabet söz konusu. Kişinin kendi kendiyle rekabeti var veya kendi kendini rahatlatması var” diyor.
“Et ortadan kalkınca, ruh ortaya çıkıyor”
Buraya kadar Candan ve Başak’ı, atölyelerini biraz olsun tanıdık. Peki, acaba onların uğraş alanlarından biri olan maske, onlar için ne anlam ifade ediyor? “Maskeler kendi anlamları dışında, benim kendi kendimle mücadelemi ifade ediyor” diyen Candan; her yaratım sürecinin bambaşka ve çok deneysel bir çalışma olduğunu, sürekli araştırma ve gelişme içerisinde olmayı gerektirdiğini ifade ediyor. Candan maskeye ilgi duymaya başlamasını da, şöyle ifade ediyor: “Maskeler; ilkel çağlardan bugüne ne kadar etkisi azalmış gibi gözükse de bazı topluluklarda, varlığını hâlâ sürdüren önemli semboller. Günlük dilde maskeyi, kişi kendini gizlemek için kullanıyor. Ama benim maskeyle ilk ilgilenmemi sağlayan, karnaval ile ilgili bir yazıydı. Karnaval kelimesinin; eti kaldırmak, ‘karnem – levare’ diye iki ayrı kelimeden oluştuğunu okumuştum. Orada eti kaldırmak, dini bayramlar için kullanılıyordu. Başka bir anlamı da tamamen et gözükmeyecek şekilde insanların giyinmesini anlatıyor. Bütün etlerini kapatıyorlar. Sadece gözleri açıkta kalıyor. Et ortadan kalkınca ruh ortaya çıkıyor. O zaman o giydikleriniz ya da maske sizi gizleyen bir obje olmuyor, sizi ortaya çıkartan bir obje oluyor. İşte maske beni bu yazıyla düşündürmeye başlamıştı.”
Candan’a “Günlük hayatımızda ya da iş yaşamımızda görünmeyen maskeler takıyor muyuz? diye sorduğumuzda; hemen “tabii ki” diyor ve şöyle devam ediyor: “Takmak da zorundayız zaten. Bunu sadece saklanmak anlamında da düşünmemek gerekir. İnsan bazen kendini bir şeylerden korumak için de maske takabilir. Ayrıca kendini herkese açmak zorunda da değildir. Her şeyi ortaya döken bir insan olduğunu ya da böyle yapmanın da doğru olduğunu düşünmüyorum. Eğer öyle bir gücümüz varsa, kendimizi korumak için saklanmamız gerekiyorsa neden saklanmayalım? Özde birşeyleri kaybetmemek, yozlaştırmamak için saklanmak... Bu çok insani davranış.”
Maskenin, şu anda günlük hayatta kullanılan bir obje olmadığı için, bugün onu anlamdırmanın çok daha zor olduğunu belirten Candan; maskenin tarihine ilişkin de bize şu bilgiler aktarıyor: “Tarihi açıdan dini törenlerle maske hayatımıza girmeye başlamış. Bir sembol olarak... İnsanlar kartalın çok güçlü bir hayvan olduğuna inanmışlar ve kendilerine Tanrı olarak görmeye başlamışlar. Onu kendilerine sembol olarak seçmişler ve birtakım törenlerde onu veya ruhunu çağırmak için, bir şekilde ifade etmeye çalışmışlar. Kartala benzer bir kılığa girmeye çalışmışlar. Dolayısıyla bir maske yapmışlar kartala benzeyen... O hayvan kutsal olduğu için onu öldürememişler. Yapraklar, dallar toplamışlar. Onları kartal tüylerine benzetmişler. Bu şekilde girmiş maske insanın hayatına... Yani inançlarla, büyülerle, dini törenlerle... Ama daha sonra maske Yunan Medeniyeti ile beraber tiyatroya girmiş. Günlük hayatta en fazla kullanıldığı zamanlar da 15. ve 16. yüzyılın Avrupası. O dönemde birtakım ahlaksızlıkları, yalan dolanları kapatmak için, sınıf faklılıklarını ortadan kaldırmak için kullanılan bir obje olmuş maske... Ama geniş anlamda bakarsak maskeye, aslında peçe de bir maske. Güneş gözlüğünü de bir maske sayabiliriz, makyajı da... Maskeler aslında şekil değiştirmiş durumda. Eski formundan çıkmış ancak başka formlarda hala hayatımızda varlıklarını sürdürüyorlar.”
“CURCUNABAZLAR”IN MARİFETLERİ…
• Fransız sokağının açılışı için maskelerle ilgili bir workshop düzenlediler.
• Maske, kukla, heykel ve güzel sanatlara hazırlık kurslarını başattılar.
• Zaga programı için, Okan Bayülgen’in kuklalarını hazırladılar.
• Çok sayıda kişiye özel kuklalar hazırladılar.
• Konserleri için Nazan Öncel’e maskelerle sahne dekoru tasarlayıp, uyguladılar.
• Gülben Ergen’in bir show’u için özel maskeler tasarladılar.
• Yakında izleyeceğimiz bir sanatçının klibi için iki özel kukla hazırlayıp, oynattılar.