Lider Ülkeler ve Diğerleri
Türkiye 21. yüzyılda, yeni oluşan ekonomik ve siyasi düzen içerisinde “lider ülke” olma konumuna oynamak zorundadır. Bu çok rahat söylenebilen bir söylem olmakla beraber, gerçekleştirme sürecinde temel birtakım düşünsel değişiklikleri ve önemli uygulamaları da gerektirmektedir.
Öncelikle “lider ülke” tanımının temeline inmek isterim. “Lider ülke” olmanın temel şartı ekonomik başarıdır. Ekonomik başarının sırrı da bireyden geçmektedir. Bugünün dünyasında “lider ülke” konumunda sadece ABD vardır. “Diğerleri” konumunda ise Avrupa Birliği ve Türkiye, Rusya, Çin, Brezilya gibi ülkeler bulunmaktadır. Eğer Türkiye; önce AB, daha sonra da ABD’ni yakalayıp rekabet edebilecek noktaya gelmek istiyorsa, hükümetlerin bireylere ve özel sektör şirketlerine, buluşlar yapmaları ve başkalarının yaptığı buluşları benimsemeleri ve uyarlamaları için daha güçlü teşvikler sağlamaları gerekmektedir.
AB’nin gelecek on yıl için belirlediği stratejik hedef şudur: “dünyanın daha çok, daha iyi iş sahalarıyla ve daha büyük sosyal uyumla sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlayabilen, en rekabetçi ve en dinamik bilgiye dayalı ekonomisi haline gelmek.” Üçüncü sanayi devrimini temsil eden “yeni ekonomi” (birinci buhar gücü; ikinci elektrik gücü) devrimi de bilgiye dayanması ve mesafenin yokoluşu ile dinamizm ve rekabet kavramlarını ön plana çıkartmaktadır. Yeni ekonomi; bilgiyi depolama, işleme ve iletme maliyetlerini ciddi boyutda düşürmüş olan, genel amaçlı teknolojilere (bellek çipi, bilgisayar, internet ve cep telefonları gibi) dayanır. Yeni ekonomi tanımına yüklenen anlam, “eski ekonomi” kapsamında olan bireylere, şirketlere ve hükümetlere hem yeni şeyler yapma hem de eskileri daha iyi biçimlerde yapabilme olanağı vermektir. Bu ise yeni buluşların ekonominin tamamına yayılması demektir.
Bu süreç Türkiye için kimle, nerede ve nasıl başlamalıdır? Ekonomik başarı bireyle başlar. Temel bireysel hakların temini (insan hakları, mülkiyet hakkı, telif hakları, fırsat eşitliği gibi) anayasanın düzenlenmesi ile olur. Temel bireysel hakların anayasa ile korunduğu bir ortamda bireysel gelişim öncelikli hedef olarak alınmalıdır. Öğrenim ve eğitim sistemleri insanlara, çalışma yaşamları boyunca kullanacakları yararlı bilgi ve becerileri kazandırmalıdır. Bireyler ise bu kadar süratle değişen bir ortamda kendilerini uyarlama yeteneklerini geliştirmelidirler. Bireyin tek güvencesi kendini yeni şartlara uyarlayabilecek bilgi ve becerileri sürekli bir şekilde elde edebilme yeteneğidir.
Bu şekilde gelişim imkanı bulmuş olan bireyler ekonomik katma değer yaratmaya hazır olacaklardır. Ekonomik katma değer daha güçlü bir girişimcilik ruhunu da beraberinde getirecektir. Bunu takiben sermaye birikimi için gerekli olan refah ortamı oluşmaya başlayacaktır. Hükümetler refahın artışının, bir diğer deyimle büyümenin belirleyicisinin girişimcilik olduğunu kabul etmelidirler. Belirli bilgi ve beceriye sahip bireyler, yeni iş akımlarını ya üreterek (öncüsü olarak) ya da verimli şekilde uygulayarak (takipçisi olarak) istihdamı da arttırıcı iş alanları açacaklardır.
Dolayısıyla hükümetler; hem bireyleri hem de özel sektör kurumlarını, yeni teknolojileri, yeni ürünleri, hizmetleri ve yeni iş akımlarını denemeye ve benimsemeye teşvik etmelidirler. Yeni iş kurmanın maliyetleri rekabetçi; devlet düzenlemeleri ise basit ve maliyet verimli olmalıdır. Devlet düzenlemelerinin asgariye indirilmesi (deregulation), küreselleşen piyasa için bir şarttır. Küreselleşmenin ivme kazandırdığı bu teknolojiler, piyasaların, şirketlerin ve bireylerin çalışma ve işleyiş tarzlarını süratle değiştireceklerdir.
Bilgiye dayalı girişimciliğinin başarılarını görecek olan diğer bireyler sermaye birikiminin dağılımına sebep olacaktır. Bu dağılım daha rekabetçi bir ortamın oluşmasını sağlayacaktır. Bu ortamda bireyler, şirketlerin ihtiyaç duydukları vasıflara sahip olmalı veya değişen koşullara uyum sağlayabilecek kadar esnek olmaya hazır olmalıdırlar. Sermaye piyasaları ise bu girişimcilere destek olacak derinliğe, çeşitçiliğe ve rekabetçiliğe açık olabilmelidir. Ancak bu şekilde yeni iş alanlarının oluşumunun önü açılacak; var olan iş alanları ise daha verimli ve karlı olabileceklerdir. Bu şekilde ekonomik başarı süreci, etki ve tepki yöntemi ile son noktasına gelecektir. Bu nokta, ülke bazında gelir seviyesinin süratle yükselmesini ve belki daha da önemlisi olan bu yükselen gelir seviyesinin daha geniş bir tabana düzenli olarak dağılımını temin etmiş olacaktır. Bu süreç çerçevesinde bireyler değişime direnmeye değil, kendilerini bu değişime uyarlamaya özendirilmelidirler.
Bu çerçevede tüm değişimler yapılabildiği takdirde, Türkiye’nin 2020 yılında “lider ülke” ve ekonomik “güç” olmaması için hiçbir sebep yoktur. Türkiye gerek coğrafi konumu gerek insan kaynağı gerekse tabi kaynakları ile dünyada en fazla potansiyele sahip devletlerinden birisidir. Yeterki ilerleme, gelişme, değişim ve girişimciliğin önü açılsın ve bu açıklık hukuki bir zeminde ihtisas mahkemeleri ve reform edilmiş ticaret kanunu ile meşrulaştırılsın.
1922 yılında, Amerikalı bir diplomatın ülkesine yollamış olduğu mesajda; “Türkiye’nin ilerlemesini ümit etmek, bir leoparın beneklerini değiştirmesini ümit etmekle eşdeğerdir” görüşü hakimdi. 80 yıl sonra bunun böyle olmadığını tüm dünyaya göstermiş olan Türkiye, bugünkü belirsiz ve biraz da çaresiz görünümüne rağmen, 20 sene sonra önündeki engelleri aşarak tüm dünyaya nasıl lider bir ülke konumuna gelinebileceğini, kazanacağı ekonomik gücü ile gösterebilecektir.
Ali Midillili