La Fontaine


Aslında kendimi biraz da kuyuya düşen müneccime benzetmiyorum desem yalan olur. Yıldız falına bakan bir müneccim, boylamış kuyunun dibini bir gün. “Zavallı sersem” demiş herkes; “bastığın yeri görmezken, doğru dürüst gökleri okumak nene gerekti senin!”

İş hayatında da boş kuruntular peşinde koşanlar, önlerindeki tehlikeyi görecek yerde, hadlerini bilmezlikleri bir yana, başları göklerde dolaşırlar. Bugün bankacılık sektöründe yaşananları, birtakım banka sahiplerinin uydurma bilgileriyle kurumları ne hale getirdiklerini görüyoruz. Tabii burada onlar kadar boş olan, çevrelerindeki “profesyonel” yöneticilerin de payları küçümsenemeyecek kadar çoktur.

Geçen hafta Hürriyet Gazetesi’nin Pazar Ekonomi ekini okurken yönetici gelirlerinde şeffaflık tartışması gözüme çarptı. Şeffaflığın asgari düzeyde olduğu bir ülkede, kurumsal yönetilim ve iş etiklerinin oluşamadığı bir sistemde, kendileri ile görüşülen üst düzey Türk yöneticilerinin çeşitli sebeplerle böyle bir yaklaşıma karşı olduklarını okudum. Bu konuya sıcak bakan tek kişi var, o da yabancı. Neden bizler Türkiye’deki şeffaflığı savunurken, işin içine kendimizde girince farklı söylemlerde bulunuyoruz. Herhalde Avrupa Topluluğu üyelerini de şaşırtan bizim her kesimde, siyasi veya ticari, birbiri ile ters düşen söylemlerimiz olmalı. Buradan hemen “Sıçanların Oturumu” adlı hikayeye dönmek istiyorum. Sıçanların başına bela olmuş bir kedi varmış. Artık sıçanları hayatlarından o kadar bezdirmiş ki bütün sıçanlar toplanmış ve bu ölüm kalım meselesi üstünde durmuşlar. Oturumda fikir olarak, kedinin boynuna bir çıngırak asma kararı çıkmış. Kedi üstlerine yürüdüğü zaman çıngırak ötecek, her sıçan da kaçacağı deliğe girecek. Başka çare yok demişler. Derken çıngırağı kedinin boynuna kim asacak tartışması başlamış. Bazıları “benden paso” demiş, bazıları yan çizmiş veya “bir tek enayi ben mi varım” diye söylenmiş. Kaytaran kaytarana ve oturum sona ermiş.

Eminim ki hepimiz ne oturumlar gördük. Boşuna toplayıp konuştururlar herkesi. Toplanır toplanır, hiçbir iş yapmazlar. Konuşmaya geldi mi akıl öğreten boldur, iş yapmaya geldi mi tek kişiyi bulmak zordur!

Tekrar yöneticilere ve yönetim becerilerine geri dönersek, bu bankalar batma noktasına gelene kadar bu kurumlarda fahiş paralar ve çıkarlar sağlayarak çalışanların, hiçbir sorumluluğu olmaması mümkün değildir. Herkes hata yapabilir ve yanlış bir işvereni seçebilir. Çünkü anlatılan yalanlarla bugüne kadar kimse ölmemiştir ve bu yalanlara en iyi niyetli kişiler de inanabilirler. Ama hataları görüp, bunların üstüne gitmeyen, bunlara göz yuman, avukatına danışarak imza atan yöneticilerin çok basit ama çok önemli bir hakları vardır: İstifa etmek. Gazete ve televizyonda onların şu anki acınacak hallerini görmek hepimizi üzüyor. Ama bu hale, bu insanlar nasıl ve neden geldi konusunu düşünmek lazım. Ayda on beş bin dolara, yirmi bin dolara siz olsanız yapar mıydınız?

Yazımı “Yarasayla İki Gelincik” hikayesi ile bitirmek istiyorum. Herhalde bizdeki birtakım yönetici kesimini çok iyi tasvir edecektir. Yarasa denilen kuşun ne olduğu pek belli değildir. Kimine göre faregillerdendir, kimine göre kuşgillerdendir. Bir yarasa, günün birinde yanlışlıkla farelere diş bileyen bir gelinciğin yuvasına dalmış. Birkaç gün sonra şaşkın yarasa yine bir gelincik yuvasına düşmüş. Bu gelincik ise kuşlara düşmanmış. Tam yarasayı yiyecekken, yarasa hemen atlayıp, “kanatlarıma bakıp beni sakın kuş sanma, ben fareyim” deyivermiş. “Yaşasın fareler, yok olsun kuşlar” diye haykırmış ve canını bir kere daha kurtarmış.

Böyle çok “iş adamı” görmedik mi? Tehlike karşısında bayrak değiştiren, çıkarlarını kollamak için kimi zaman “yaşasın kral” deyip de, kimi zaman da “yaşasın krala kumpas kuran” diyen!

Tüm bu masallardan hisse: İğneyi başkalarına batırırken, çuvaldızı kendimize batıralım.

Ali MİDİLLİLİ

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)