Kovulmak… ama Biraz da Eğlenmek


1. Performans değerlendirme sistemi ile savaşmak

Performans değerlendirmem sırasında, patronumun beni “marjinal” olarak derecelendirmesi için gayretli bir mücadele verirdim. Kariyerim boyunca bunu gerçekten hak ettiğim ama alamadığım pek çok zaman oldu. İşte artık şiirsel bir adalet için şansım var.

Eğer patronum kabul etmeyerek beni daha yüksek derecelendirirse, temyiz sürecini kullanırım. Gerekirse CEO’ya kadar çıkarım. “’Marjinal’i hak ediyorum ve daha azı ile yetinmeyeceğim” benim mottom olurdu.

2. Su soğutucunun yanında zaman geçirmek

Sadece etrafta aylaklık etmek ve iş arkadaşlarımla ilgili şikayetleri homurdanmak için ciddi zaman harcardım. Birilerinin gizli yeteneği, görülememiş hoşluğu ya da cömertliği hakkında kesin ayrıntılar verirdim. Belki de başka birinin mizah anlayışını, sessiz kibarlığını yüceltirdim. Olumlu noktalara odaklandığım için, kurumsal uygun davranışlarla ilgili bazı gizli politikaları ihlal etmekle suçlanacağımdan eminim. Ama kimin umurunda ki, zaten her şekilde kovulacağım.

3. Üst düzey bir şikayet yazmak

Tepe yönetime, “Kurumsal Stratejimizin” benim için elmalı turta kadar net olduğunu, huysuz bir biçimde anlatırdım. Onlara, stratejiyi tam olarak anladığımdan emin olmak yerine bunu uygulamak konusunda yol almak için zaman harcamanın daha iyi olacağını anlatırdım. Eğer kendimi özellikle cesur hissediyorsam, onlara “Kurumsal Değerler”in de benim için iyi olduğunu söylerdim. Bunları hayata geçirmememin tek nedeninin sadece insan olmam olduğunu; bunun da onların değil benim hatam olduğunu söylerdim.

4. Şirketin posta odasını taciz etmek

İş arkadaşlarıma pek çok kart gönderirdim; doğum günü, Cadılar Bayramı, yıldönümü, Babalar Günü kartları… Her gün birlikte çalıştığım pek çok kişiyi, kişisel olarak takdir etmek, teşvik etmek ve teşekkür etmek için her fırsatı değerlendirirdim. Beni rahatsız edenlere özel ilgi gösterirdim. Onlar hakkında en çok rahatsız olduğum şeylerin, bende affedilemez bir parça olarak kaldığını geç de olsa keşfettim. Onları hoş görmek ve affetmeyi öğrenmek, kendimi hoş görme ve affetme olasılığımı artırmama yardım etti.

5. Bir tutum geliştirmek

Kendimi, herkesin günün her saatinde ellerinden gelenin en iyisini yaptıkları inancıyla idare ederdim. Buna patronum ve ben de dahilim. Bu tutumu bir çip olarak omzuma yerleştirir ve zaman zaman kitlelerin üzerine yayardım.

6. Sınırlı kaynakları çarçur etmek

Çok fazla zamanım kalmadığı için sırtımdaki ağırlıklardan kurtulur ve zamanımın çoğunu genç çalışanlara mentörlük yaparak geçirirdim. Onlara hareket özgürlüğünü anlatır, tüm kurumsal bilgeliğimi paylaşır (bu kısa bir sohbet olurdu…) ve iş dünyasında gerçekten neyin önemli olduğunu anlamalarına yardım ederdim. Bu genellikle ilişki kurmak, şakacı olabilmeyi öğrenmek ve tanrı vergisi yeteneklerimizi bizimkinden daha büyük bir şeylere katkıda bulunmak için kullanmakla ilgilidir.

7. İnsanlar için hiçbir şey yapmamak

Sadece insanlar için orada bulunup zaman geçirmek anlamlı olurdu. Bir şey söylemek ya da yapmak önemli değil; sadece susmak ve onlarla olmak… Doğuştan gelen, her zaman önerecek bir çözümüm olduğu inancımın üstesinden gelmek için zaman geçirmem gerekebilir. Sessiz sohbetimizi “anlıyorum” diyerek ve onlara sarılarak sonlandırırdım.

8. İyi görünmek

Başkalarının iyi görünmesini sağlamak… Hatta kimi zaman onların işini yapmak… Kariyerimde genellikle başkalarının desteği ve performansı sayesinde başarılı oldum. Bu iyiliğin karşılığını vermenin zamanı gelmiş olabilir.

Her şeyin bittiği yer

Kurumsal bir yapıda, bu şekilde 12 ay geçirdikten sonra, kovulmayı bekleyebilirim. Ama eğer iş dünyası değişimi gerçekten kucakladıysa, tersi olur… beni terfi ettirirler. Bana, çalışanların en değerli kaynağımız olduğu söyleniyor. Sadakat ve morali artırmanın, iş sonuçlarına etki ettiği kanıtlandı. Her gün bu yeni paradigmaya ve tüm bunların sağlanması için ödül sistemlerinin nasıl değiştirildiğine ilişkin tepe yöneticilerin kararlılığını okuyorum.

Ama kaçınılmaz olanın yaşanacağından da korkuyorum. Teklifsizce çağırılabilir, düşük verimliliğim için azarlanabilir, profesyonel olmayan tavırlarım nedeniyle alay konusu haline gelebilir ve toplanmam için yerime gönderilebilirim.

Kim bilir; belki de kurumlar çalışanlarının risk almasını, bir ekip olarak çalışmasını ve bir ticaret toplumu yaratmasını istiyorsa, toplam ücret paketlerine piyango biletlerini eklemeyi de düşünebilir.

Ama en azından şimdilik, hayal etmeyi sürdüreceğim. Ve bu akşam eve giderken yolu biraz uzatıp “Özel Bingo” için birkaç kuruş ayıracağım.

NOT: Eğer bana yazmayı düşünüyorsanız, bu fikrinize bir şans verin. E-mail almayı ve söyleyeceklerinizden esinlenmeyi severim. Lütfen bana kennythemonk@yahoo.com adresinden ulaşın.

KENNY MOORE

Kenny Moore, (www.kennythemonk.com) Amazon.com tarafından en çok satan on iş kitabından biri olarak belirlenen “The CEO and the Monk: One Company’s Journey to Profit and Purpose” (John Wiley and Sons, 2004) kitabının yazarlarından biridir. New York’taki bir Fortune 500 şirketinde Kurumsal Ombudsman ve İnsan Kaynakları Direktörü olarak görev yapan Kenny; CEO’ya bağlı olarak işyerinde keyif, anlam ve bağlılık yaratmak sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu çabalar çoğunlukla kuşkuyla karşılansa da, Kenny gelecek hakkında umutlu kalmaya devam etmektedir.

Kenny; değişim yönetimi, liderlik geliştirme ve kurumsal toplumları iyileştirme konularında 20 yılı aşkın deneyime sahiptir. CBS Sunday Morning News’ta Charles Osgood’da profiline yer verilmiş, Tom Peters kendisiyle mülakat yapmış ve benzersiz liderlik tarzı nedeniyle Fast Company ile The Wall Street Journal’a konu olmuştur. Kenny, iş dünyasında etik alanında yaptığı katkılar nedeniyle Notre Dame Üniversitesi’nin 2006 Hesburg Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır.

İş dünyasında yönelik uygulamalarında, “Mutluluk alanında hizmet vermek için buradayım” diyen Louie Armstrong’u baz alır. Louis zengin ve hayran olunan biri olarak öldü; sesi hala milyonların kulaklarında (ve kalplerinde) çınlamaya devam ediyor.

Kenny kurumsal dünyaya geçmeden önce, 15 yıl bir Katolik rahip olarak manastırda yaşadı. Yıllar önce, en ileri seviyeye ulaşmış “tedavi edilemez” bir kanser türüne yakalanma şansına erişti. National Cancer Institute’da bir yıl deneysel bir tedaviden geçtikten sonra iyileşti. Kenny bu deneyimden kurtulurken, Oliver Wendell Holmes’ün şu sözlerini anımsadı: “Pek çoğumuz, müziğimiz hala içimizdeyken mezara giriyoruz”. Kenny’nin yaşam amacı artık zamanının çoğunu kendi müziğini çalmak üzere kurulu. Hem Tanrı hem de ölümle ilgilenmiş olan Kenny, artık kendisini kurumsal değişim çabalarında tepe yöneticilerle çalışmak için fazlasıyla yetkin görüyor.

Suluboya sanatçısı, şair ve fotoğrafçı da olan Kenny, ölümcül hastalığa yakalanmış çocuklar ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak için sanat camiası ile birlikte çalışan kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Art for the Anawim’in Kurucu Direktörü. Şiirleri pek çok antolojide yayınlandı, bir tanesi Kuzey Amerika Açık Şiir Yarışması’nda yarı finalist olarak seçildi. New Jersey’de, eşi Cynthia ile birlikte yaşayan Kenny, iki yetişkin oğullarını yetiştirirken zihinsel istikrarlarını koruma mücadelesi veriyor.

Kenny son zamanlarda çalışmalarını, Stand-up Komediyi içerecek şekilde genişletti.




Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)