Kötüler...


Yeni açılan şık bir Fransız lokantası. Pek iddialıyız. Mekan, mönü ve yemeğin tamamlayıcısı ince zevklerin yeri. İlk kez yazın gittiğimizde havuz kenarında oturduğumuz için kapalı yerini görmemiştik; dar sayılabilecek bir ortam. DJ’miz bile var. Parçaların seçimine, profesyonel geçişlere diyecek yok. Bu yeni bir anlayış. Nasılsa amaç yemek diye, kasedi koyup unutmak yok. Müzik başlı başına ele alınıyor. Ama mesele de burada işte. Çünkü yemek yerken bir an durup bağırmaya başladığınızı farkediyorsunuz. Boşuna sesi kıstırmak için rica etmeyin. Bu düzen böyle, çekeceksiniz. Diskotekte oturup güzel bir yemek yediğinizi farzedin.

Gaziantep mutfağının Kadıköy yakasındaki meşhur temsilcilerinden birisi. Adını duymayan kalmamış. Bir yer bulup oturmayı başardıysanız sorunlarınız başlıyor demektir. Meze gelir, ekmek gelmez. Garson, masanızdaki suyu alır yandaki masaya verir. Masanızdaki bir kişi ellerini yıkamaya kalkar, sormadan sandalyesini alırlar. Demek ki, mutfağın özgünlüğü, malzemenin kalitesi yemek zevki için yetmiyor. İşin içine hizmet faktörü girdiğinde, boşu boşuna bir çuval incir berbat olabiliyor.

Kireçburnu’nda çok popüler ve eskiliği ile meşhur bir balık lokantasındayız. Mezeler geliyor. Blender’dan geçirilmiş bir patlıcan salatası; bebek maması gibi. Rengi solgun, yumuşamaya yüz tutmuş turşular. Kızartılırken kurumuş kalamar tava. Ortam “otantik” biçimde salaş olabilir, hatta garsonlar yine özgünlük adına kabul edilebilecek kadar asık yüzlü ve hoyrat olabilirler. Ama lezzete saygısızlık affedilmiyor.

Yaz aylarının en hızlı günleri. Bu yıl Kuruçeşme’de açılan bir balık lokantasının adı, özellikle spesiyaliteleri ile sürekli basında geçiyor. Okuduklarınız, duyduklarınız kulağa çok hoş geliyor. Gerçekten güzel bir bahçesi var. Olması gerekeni yapıyorsunuz ve çeşitleri tatmak için seçimi garsona bırakıyorsunuz. Bir gösteri başlıyor. Toprak kaptan servisler, özel buluşlar. Ama adını koymakta zorlandığınız bir şeyler eksik: ruh yok. Belli ki her şey sahneye çıkar gibi hazırlanmış. Bu vakada “mazruf yerine zarf” ile karşılaşıyorsunuz. Ve bir gol daha: gereksiz yüksek bir hesap. Basında adını duyurma başarısının karşılığı bu mu?

Ve Esentepe gibi bir iş semtinde sevimli bir bistro. Etrafında müdavim olabilecek büyük bir müşteri potansiyeli. Batı çağrışımı yapan çok zevkli bir mekan; bar, kafe ve lokanta kavramları hoş bir şekilde yanyana gelmiş. Ne mi eksik? Yine ağız tadına saygı. Basit bir beyaz peynir bile yağsız, tatsız tuzsuz; ama üzerinde fiyaka için çörek otu, kırmızı biberi tamam! Salat bardan ne meze alırsanız alın, aynı yavanlık. Anlamakta güçlük çektiğim şu; bir şeyin görüntüsünde çok büyük hata yapmadan tadı nasıl bu kadar kötü olabilir? Bu kadar mı imaj Dünyası bu? Bu yüzden artık güzel mekanlardan korkar oldum; acısı başka türlü çıkar diye.

Başka bir sefere size gitmeye korkacağınız yerler anlatacağım; ama yediğinize saygı duyarsınız...

Hayatınızda gerçek güzellikler olsun.

Ahmet ERYILMAZ

eryilmaz@ae.com.tr

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)