Kaç N, Kaç K?
Çeşitli ortamlarda çeşitli kişilere sorular yöneltebiliriz. Öğrenme amaçlı veya işimize yön verme amaçlı sorular mutlaka iyi hazırlanarak ve düşünülerek sorulmalıdır. Soru sorma ayrıca bazı satış görüşmelerinde alıcıya evet dedirtmek ve sonunda alış kararına da evet dedirmek için sorulabilir. Ama esas maharet önümüze bir sorun çıktığı zaman doğru soruları sorabilmektir. Çünkü doğru yanıta veya istenen yanıta (bazen bu ikisi ne yazık ki aynı olmayabilir) veya çözüme varmak için doğru soruları sormak gerekir. Başlı başına incelenecek; başkalarına soru sorma konusunu değil de, kendi kendimize soracağımız soruları irdelemek istiyorum ben.
Kendimizle baş başa kaldığımızda bakın neler sorarız kendimize:
“geçecek miyim, geçmeyecek miyim?”
“benimle çıkacak mı, çıkmayacak mı?”
“gelecek mi, gelmeyecek mi?”
“kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım?”
“iyileşecek miyim, iyileşmeyecek miyim?”
“arayacak mı, aramayacak mı?”
Aslında içeriği ne olursa olsun bu soruların tek şekilde sorulma veya adlandırılma olanağı vardır. Bu soru da :
“Olur mu, olmaz mı?” dır.
Bu soru, Almanlar ne derse desin aptalca değil ama yanlış bir sorudur. Bu soru kendimize hayatı zehretmek için, derdimize dert eklemek için birebirdir. Bu soruyu sordukça çözümü değil sorunu düşüneceğimiz ve düğümlerimize düğüm katacağımız ve sonunda kendi kollarımızı bağlayacağımız kesindir. Çünkü bu soruda dışladığımız bir etken vardır; bu da sorunu ortaya; yani havaya atmak durumunda olduğumuz ve kendimizi sanki hiçbir şey yapmayacakmışız gibi dışlamamızdır.
Oysa bu gibi durumlarda kendimize sorduğumuz soruyu değiştirirsek çözümü kendimiz bulabiliriz. Zaten bizden başka birisi bulamaz ki çözümü. Bunu önceden kabul etmiş olmalıyız değil mi? Sorun benim ise çözüm de benim olmalı. O halde sorumuz ne olmalı?
Soru basittir. Kendimize şu soruyu sormalıyız:
“Olmasını nasıl sağlayabilirim?”
Bu soruyu sorunca beynimizde bir hareketlenme olacak, düşünce dalgalarının üstündeki köpükler birbirini tetikleyecek ve bizi çözüm kıyılarına doğru yavaş yavaş götürecektir. Olmasını istediğimiz şey aslında bizim hedefimizdir. Hedefimizi olumlu ve açık net ve somut olarak kendimize tanımlayınca beyne ilk görev verilmiş olur. Nereye varılacağını anlayan ve ona odaklanan beyin çalışırken iki işimiz daha vardır. O da ne yapacağımız ve nasıl yapacağımız konusudur. Eh burada herkesin özel durumuna göre hazır reçete sunmanın zorluğunu takdir edeceğinizi düşünerek size ancak genel bir hareket tarzı sunabilirim. Bu hareket şekli sizin hayata olan yakınlığınızla doğrudan bağlantılıdır. Olmasını istediğiniz konuda neler yapacağınızı, nasıl yapacağınızı düşünürken mutlaka hayatın içinde olmalısınız. Daha doğru bir deyimle aktif olmalısınız. Reaktif olmak yapılan bir davranışa yanıt ve tepki vermek olarak nitelendirilebilir. Aktif olmak ise ilk hareketin sorumluluğunu yüklenmek olarak anlatılabilir. Bugünlerde bu iki kelimeye benzeyen ve çokça duyulan bir kelime daha var; o da “proaktif olmak”. Evet proaktif olmalısınız. ‹ngilizce sözlüklerde “proaktive” diye bir sözcük yok. Ama bu dilde kullanılıyor bu sözcük. Anlamı aktivite yanlısı olmak olarak açıklanabilir. Yani oturup beklemeyin ve hedefinize varmak için, neyi nasıl yapacağınızı belirleyin ve harekete geçin.
Soruyu doğru sorduğunuz zaman doğru yanıtı da bulacaksınız.
Fuat.Yalcin@tur.xerox.com
www.fuatyalcin.com