İş’in ağırlığı altında kalan çalışanların sosyal hayatları alarm veriyor!

 Sizce neden çalışıyoruz? Sadece para için olabilir mi? Peki, o zaman paraya ihtiyacı olmayanlar neden çalışıyor? İş dünyasında tüm araştırmalar ve eğilimler çalışanların iş hayatından dolayı sosyal hayatını ihmal ettiğini ortaya çıkarıyor.
Acaba çalışanın yani bireyin iç dünyasında neler olup bitiyor da, iş ve sosyal hayat dengesini kurmak, hem birey hem de şirketler için bu kadar önem kazanmaya başlayan bir konu haline geliyor?
Bunu yanıtlayabilmek için öncelikle çalışma ve birey ilişkisine göz atarak, ‘neden çalışıyoruz’ sorusunu sormamız gerekiyor.

İnsanın çalışmaya ihtiyaç duymasının en temel sebebini kuşkusuz geçim kaygısı oluşturuyor. Diğer yandan bireyin çalışma ihtiyacı; doğuştan gelen bir güdüyü değil de, sosyal yaşam kaynaklı bir güdüyü işaret ediyor. Sosyal yaşam kaynaklı olduğu için de, bireyin yaşamında her zaman önemli bir yere sahip olan aile, serbest zaman, toplumsal çevre ve sosyal aktivite gibi yaşamın önemli parçaları ile yakından ilişkili.

Kuşkusuz bu durumun, çağımıza özgü nedenleri var. Kompleks medeniyetler ve çok yüzlü hayatlar... Bütünleşme ve harmoni sağlama ihtiyacı doğrultusunda ortaya çıkan iş ve sosyal hayat dengesine daha büyük bir perspektiften bakacak olursak artan rekabet baskılarının, para odaklı yönetim tarzlarının, kısacası küreselleşmenin getirdiği tüm ağır yüklerin, iş dünyasının ve dolayısıyla bu dünyada yaşamaya çalışan ‘iş’ insanlarının üzerine bindiği söylenebilir. Evet, küreselleşme ve artan rekabet ortamı tüm bu gelişmelere, değişimlere neden oluyor.

Peki, bireyin tüm yaşantısını etkileyen çalışma ihtiyacının sebepleri; diğer bir deyişle bireyi çalışmaya sevk eden nedenler neler?

İşyeri, başka insanlarla tanışılan, yeni arkadaşlıkların ve sosyal iletişimin kurulduğu bir mekandır; bu özelliğiyle işbirliği kurma, dayanışma, paylaşma gibi sosyal yeteneklerin gelişmesine aracılık eder.
İş, çalışan insana ve onun ailesine bir sosyal statü sağlar.
İş insanın kendine saygısının, toplum için yararlı bir şeyler gerçekleştirme duygusunun önemli bir kaynağıdır.
İnsanın bir aidiyet ve kimlik duygusu oluşturmasında işin rolü çok büyüktür; bir işin yapılabilmesi için gerekli bilgi, beceri ve yeteneklere sahip olma deneyimi, bireyin kimliğinin gelişmesi için çok önemli bir zemindir.
Çalışma yaşamı, insanın belirli bir düzen içinde yaşama ihtiyacına cevap verir ve zamanın periyodik algılanmasını sağlar.
İş, sağladığı gelir ile iş dışı yaşamın maddi temelini oluşturmakta, sosyal hayatın şekli ve boş zamanları şekillendirme biçiminin önemli bir belirleyicisi olmaktadır. Bu bağlamda, yapılan işin içeriği ve mesleki sosyalleşme olgusu büyük önem taşımaktadır.

İş ve sosyal hayat dengesinin artık neredeyse herkes tarafından konuşulduğunu ve gittikçe artan bir öneme sahip olmaya başladığını hepimiz biliyoruz. Peki, acaba İK profesyonelleri tepe yöneticilerinin bu konuyla ilgili olarak kendilerine sordukları sorulara ve beklentilerine gerekli karşılığı verebiliyor mu? İş ve sosyal hayat dengesi danışmanı ve bağımsız gazeteci olarak çalışmalarını sürdüren Margaret Adams, bu konuda İK profesyonellerine yardımcı olabilecek öneriler sunuyor.

Bu konuda rehber niteliğinde bir çalışması olan Adams, iş ve sosyal hayat dengesinin günümüz iş dünyası ajandasında büyük bir öneme sahip olmaya ve gittikçe daha önemi kavranan bir kavram olmaya başladığı görüşünde. Adams; işte bu nedenden ötürü, İK profesyonellerinin, şirket tepe yöneticilerinin iş ve sosyal hayat dengesine ilişkin bir brifing vermeleri ya da bir iş ve sosyal hayat denge politikası çizmeleri için hazır hale gelmeleri ve konuya çok iyi hakim olarak, bu konuda temel bir anlayış geliştirmeleri gerekliliğini ifade ediyor. Şimdi, Adams’ın İK profesyonellerine şirketlerinde ve kendi bakış açılarında iş ve sosyal hayat dengesine ilişkin temel noktaları oturtmalarında yardımcı olacak önerilere bir göz atalım.

İK profesyonelleri, iş ve sosyal hayat dengesi konusunun neden bu kadar önem kazanmaya başladığını anlamalı.

Burada üç temel bakış açısında meydana gelen değişiklikleri dikkate almalı. Bu bakış açılarından ilki, yöneticiler… Çünkü yöneticiler; çalışanlarını daha iyi bir şekilde yönetmek ve onların performansını arttırmak konusunda, iş ve sosyal hayat denge stratejilerinin yardımcı olabileceğinin farkına varmaya başladı. Ve şirketler artık, iş yeri stresini azaltmak ve çalışan motivasyonunu arttırmak gibi şirket çıkarlarını elde etmek için, çalışanların beklenti kalıpları ve vardiya saatlerinin belirlenmesi konularında, çalışanlarına iş dışı taahhütlerde bulunuyor.

Diğer bakış açısı ise çalışanlar… Birçok çalışan artık; hobi, sosyal aktiviteler ve diğer iş dışı vaatleri, aynı işleri gibi hayatlarına adapte etmek istiyor. Ve çalışanlar, sosyal hayatlarını daha az işe adıyor ve artık iş dışında, iş ve yaşam arasında bir seçim yapmak amacını taşımıyor.

İş ve sosyal hayat dengesi konusunda öncelikli olarak çalışanların mı yoksa işverenlerin
bakış açısından mı bakıyorsunuz?

Bakış açımızı belirlemeniz çok önemli çünkü yapılan tercih büyük farklar yaratabilir. Bireysel perspektiften bakacak olursak, iş ve sosyal hayat dengesi kişisel etkinlik ve gelişme içerisinde temelleniyor. Ve en temel sorun sorunlar iş ve sosyal hayat arasındaki sınırların kurulması ve korunmasına dayanıyor. İşverenler ise iş ve sosyal hayat dengesi konusuna, şirket geliştirme aracı olarak bakıyor ve bu aracı kullanarak verimliliği nasıl arttırabileceklerini araştırıyor.

En iyi denge nasıl kurulur?

İş dünyasındaki iş ve sosyal hayat denge uygulamalarında en yaygın olan; evde çalışma, uzaktan çalışma, çalışma saatlerinin çalışanın kendisi tarafından belirlenmesi, çalışma saatlerinin yıllık baza göre düzenlenmesi ve iş paylaşımı gibi uygulamaları içeren esnek çalışma stratejilerinin neler olduğunun belirlenmesi. Ve bu stratejiler çalışanların iş dışında da yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, iş ile birlikte yürütebilmelerine imkan sağlamalı.

Sorun nerede?

Herkes için farklı sorunlar önemlidir. Ama yine de çalışma saatlerinin fazla oluşu, çalışanların sorunlar listesinin en başında yer alıyor ve uzun süreli çalışma, çalışanların daha az verimli olması sonucunu doğuruyor. Ve eğer çalışanlar uzun bir dönem boyunca fazla mesai yaptıkları takdirde, bu durum onları daha stresli hale getiriyor ve hatta ciddi hastalıklar nedeniyle acı çekmelerine neden oluyor. Bu nedenlerden ötürü, aşağı yukarı her iş ve sosyal hayat dengesini kurmaya yönelik girişim, o ya da bu şekilde, bu sorun üzerine eğilmelidir.

İK profesyonelleri, şirket içindeki tepe yöneticilerle bir diyalog süreci başlatmalı.

Onların için iş ve sosyal hayat dengesinin ne anlam ifade ettiği ya da ne anlam ifade etmesi gerektiği konusunda düşünmelerini sağlamalı. Ve gerektiği takdirde, üst düzey yönetim toplantılarında bu konunun gündeme getirin ve üst ekibin bu konudaki genel anlayışını oturtmaya çalışın.
.
Geliştirdiğiniz politika sadece şirketinize özel olacaktır. Bu nedenle iş ve sosyal hayat dengesinin sizin için ne anlam ifade ettiği herkese ulaşmalı ve herkes tarafından bilinmelidir. Böylece, gerçekleştirmeyi planladığınız iş ve sosyal hayat dengesi düzenlemeleriniz, esnek çalışma saatleri gibi sorunlarda hangi uygulamaları gerçekleştirmeye niyetlendiğiniz ve insanların bu sisteminizden nasıl faydalanacağı gibi konularda bilgi paylaşımını sağlamış olursunuz.

İş ve sosyal hayat standartları ve kıyaslamalarını araştırın. Bu konudaki standartları ve kıyaslamaları bilmeniz, iş ve sosyal hayat denge strateji hedeflerinizi kurmanıza yardımcı olur. Yaşam standartları ve iş ve sosyal hayat standartları bugün birçok kamu ve özel sektör şirketlerinde yaygın olarak kullanılıyor.

Şirketinizdeki tüm çalışanlar, geliştirdiğiniz iş ve sosyal hayat politikasının şirketteki herkes için olduğuna inanmalı.

Herkesin kendi için uygun olan iş ve sosyal hayat denge formüllerini bulmak ve kurmak için zaman ihtiyacı ve tabii sizin de... İş ve sosyal hayat dengesinin şirket gündemlerine oturmasında, 2015 yılında Amerika’da Spherion Corporation ve Louis Harris & Associates tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarının etkili olduğu söylenebilir. Bu araştırma; iş ve sosyal hayat dengesini yakalamış olduklarını düşünen çalışanların, diğerlerine göre çok daha fazla iş tatmini yaşadıklarını ortaya koyuyordu. Ayrıca bu kişilerin, iş ve sosyal hayat dengelerini kuramadıklarını belirten çalışanlara göre, işverenlerine daha çok güven ve bağlılık duyduklarını gösteriyordu. Ve bu araştırma, bugünün çalışan pazarı için çok önemli olan ‘çalışanları elde tutma’ konusunu doğrudan ilgilendiriyordu. İşte, o zamandan bu yana, en iyi yetenekleri çekmek ve elde tutmak isteyen şirketler, çalışanların iş ve sosyal hayatlarını dengeleme konusundaki arayışlarına yardımcı olmayı, stratejik bir iş kararı olarak tanımlamaya başladı.

TrueCareers Inc. tarafından geçen sene gerçekleştirilen araştırma da; şirketlerin iş ve sosyal hayat denge politikalarındaki değişen yaklaşımlarının olumlu sonuçlarını açıkça ortaya koyuyor. İki sene önce gerçekleştirilen araştırmada, katılımcıların yüzde 70’i iş ve sosyal hayat dengelerinin zayıf olduğunu belirtirken, geçen seneki araştırmada yer alanların yüzde 59’u, şirket kültürlerinin iş dışındaki hayatlarına da destekte bulunduğunu, yüzde 74’ü ise işverenlerinin, kendilerini işten alı koyan mecburiyetler konusunda daha anlayışlı olduğunu belirtiyor.

Çalışanları denge arayışına yönelten sebepler neler?

Şirketler çalışanlarının verimlilik, motivasyon ve bağlılıklarını arttırarak rekabet üstünlüğü yakalamaya çalışıyor. Peki, çalışanları denge arayışına yönelten sebepler neler? Bunun en önemli nedeni, ağır ve yoğun çalışma koşullarının varlığı olarak kısaca özetlenebilir.

Bu koşulların çalışanlar üzerinde yarattığı olumsuz etkileri daha iyi anlayabilmek için son yıllarda gerçekleştirilmiş olan araştırma sonuçlarına bir göz atalım. Ceridian Performance Partners tarafından gerçekleştirilen “The Price of Success” adlı araştırmaya katılanların yüzde 30’u ‘işim sağlığımı olumsuz etkiliyor’ görüşünü ciddi olarak savunuyor. Yüzde 51’i ise ‘iş dışı ilişkiler kurabilmek için yeterli zamanım yok’ düşüncesi içerisinde. Demos tarafından gerçekleştirilen bir başka araştırmaya katılan çalışan kadınların yüzde 37’si, erkeklerin yüzde 46’sı ise; ‘hayatlarına anlam veren’ bir işte çalışmak istediklerini belirtiyor. Anne olanların yüzde 80’i, baba olanların da yüzde 88’i aileleri ile daha çok vakit geçirmek istiyor.

Flexecutive tarafından Chartered Institute of Marketing and People Management işbirliği ile gerçekleştirilen ve 250’ye yakın cevabın yer aldığı araştırmanın sonuçlarına göre de, çalışanlar artık iş ve sosyal hayatlarını dengelemek istiyor. Araştırmanın sonuçlarını kısaca şöyle özetlenebilir: “Esnek çalışma kadınlar için olduğu kadar erkekler için de bir sorun. Ve her iki grubun da ortak amacı daha iyi ve esnek çalışma koşullarına, daha iyi bir iş ve sosyal hayat dengesine sahip olmak.”

Peki esnek çalışma koşulları iş yaşamının bu kadar gündemindeyken, sizin çalışma ortamınız nasıl?

Yoksa hâlâ uzun saatler boyunca, işe gömülmüş bir halde çalışmaya devam mı ediyorsunuz? Cevabınız evetse, fazla üzülmenize gerek yok aslında... Çünkü dünyanın büyük bir çoğunluğu hâlâ geleneksel iş kalıpları içerisinde çalışmaya devam ediyor. Ancak ortada bulunan resim artık eskisi kadar net değil. Bir diğer deyişle geleneksel iş yapılarından esnek çalışma koşullarına doğru geçişin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu geçiş dönemini daha iyi anlayabilmek için şimdi UK Department for Education and Employment (DFEE) tarafından gerçekleştirilen ‘İş ve sosyal hayat Dengesi Araştırması’nın ortaya koyduğu verilere bir göz atalım.

Bu araştırmanın ortaya koyduğu en büyük bulgu daha önce de bahsettiğimiz gibi, iş ve sosyal hayat dengesi sorunları konusunda gittikçe artan bir bilinç ile, esnek çalışma uygulamalarında az da olsa gelişmelerin yaşandığı, ama aynı zamanda uzun süreli ve yoğun çalışma kültürlerinin de hâlâ yaşamlarını sürdürdükleri… İngiltere Hükümetinin gerçekleştireceği iş araştırmaları ve iş ve sosyal hayat dengesi kampanyalarının temelini oluşturan bu araştırmanın ortaya koyduğu diğer sonuçlar da şu şekilde özetlenebilir: “İş ve sosyal hayat dengesi konusunda bazı alanlarda diğerlerine göre daha çok ilerleme var. Bunlar esneklik ve yarı zamanlı çalışma... Bu kavramlar giderek oturmaya başlasa da, evden çalışma konusunda işler aynı hızla ilerlemiyor çünkü evden çalışmayı sıklıkla uygulayan yöneticiler, personelinin aynı şeyi yapması konusuna pek sıcak bakmıyor. Bu da güven sorununu gündeme getiriyor. Diğer yandan, uzun süreli çalışma şartları devam etse de esnek çalışmanın, iş – sosyal hayat dengesini kurmak amacıyla, iş yaşamına etkin bir şekilde girmeye başladığı konusunda ufak göstergeler görülüyor.”

Esnek Çalışma İK için ‘can simidi’dir.

Şimdi de, iş ve sosyal hayat dengesi ile yakından ilgili olan ve bu konudaki eğilimleri ortaya çıkartan; esnek çalışma ve fazla mesai gibi konularda bu araştırmanın ortaya koyduğu verilere daha yakından bakalım. Esnek çalışma konusunda araştırmaya katılanların cevaplarından oluşturulan raporda, aşağıdaki bilgilere ulaşılmış:

1. ‘Esnek’ çalışma, genellikle yarı zamanlı çalışma ile eş tutuluyor.
2. Çalışanların yüzde 25’i esnek çalışma alternatifleri sunan yerlerde çalışıyor.
3. Çalışanların yüzde 20’si ara sıra evden çalışıyor.
4. Evde çalışanların yüzde 24’ünü erkekler, yüzde 16’sını ise kadınlar oluşturuyor.
5. Yöneticilerin yüzde 35’i bazen evden çalışıyor.
6. Evden çalışmayan çalışanların üçte birlik kısmı, evden çalışmayı istediklerini belirtiyor.

Esnek çalışma ile ilgili tüm bu gelişmeleri gördüğümüz halde, fazla mesai konusunda fazla bir gelişmenin olmadığını ve hatta aynı yerde sayıldığını gösteren rapor sonuçları ise şunlar:

1. Birçok işyeri, standart çalışma saatlerinin aşıldığı durumlar için çalıştırmak üzere personele sahip.
2. Çalışanların neredeyse yarısı fazla mesai yapıyor.
3. Fazla mesai yapanlar haftada ortalama 9.6 saat daha fazla çalışıyor.
4. Özellikle yönetimsel alanlarda çalışanların ve iş yaşamı profesyonellerin yer aldığı araştırmada, çalışanların aşağı yukarı yüzde 11’lik kısmı haftada 60 ya da daha fazla saat çalışıyor.
5. Fazla mesai yapan bu çalışanların büyük bir çoğunluğu ise evli ve çocuk sahibi.

Anne çalışanlar için ‘esnek çalışma’ en büyük işveren cazibesidir.

Yine araştırma raporuna göre; esnek koşullarda çalışma konusunda en istekli grubu anneler oluşturuyor:

1. Doğum izinlerinden dönen kadınların büyük çoğunluğu yarı zamanlı çalışma saatlerini tercih ediyor.
2. Kadınların büyük çoğunluğu doğum izinlerini uzun kullanmak yerine, işe döndüklerinde daha esnek koşullarda çalışmayı tercih ediyor.
3. İşverenlerin sadece yüzde 2’si çalışanlarına işyeri kreşi sunarken, sadece yüzde 1’i de kreş konusunda mali destekte bulunuyor.
4. İşverenler, stresi oluşmadan önlemek yerine, stres sonucu ortaya çıkan olumsuzlukları ortadan kaldırmak için para harcıyor.

İşin, kişi için önemli bir doyum kaynağı haline geldiği bir dönem yaşıyoruz.

Çalışma ihtiyacının karşılanması; her birey için farklı öncelikler doğrultusunda gerçekleşse de bugün gelinen nokta, bu ihtiyacın daha çok, kişinin sosyal ve psikolojik tatminine erişmesi anlamında önem taşıdığıdır. Bu bağlamda işin, kişi için önemli bir doyum kaynağı haline geldiği bir dönem yaşıyoruz. İş, bugüne kadar olmadığı ölçüde kişiselleşti ve artık yapılan iş sadece bireyi tanımlamıyor, kişinin bütün yaşamını biçimlendiriyor.

Aslında bu durumun en temel nedeni, işgücünün niteliğindeki ve çalışanların işten ve işyerinden beklentilerindeki önemli değişikler... Çalışanlar artık; verimli olabilecekleri işlerde çalışmak, katkılarının fark yarattığını ve anlamlı olduğunu görmek, iş doyumu almak istiyor. Ve tüm bunlar ‘çalışma’ ve aynı zamanda ‘çalışan’ kavramının yeniden şekillenmekte olduğunu işaret ediyor.

Bireyin iş ve sosyal hayat dengesini kuramamasının kaynağında ise; yaşamda üstlenilen rollerin çatışması yatıyor.

Rollerin gerektirdiği zaman ve enerjinin birbiriyle uyumlandırılmadığı ya da birini yerine getirmeye çalışırken diğerinin ihmali veya engellenmesi durumunda ortaya iş ve sosyal hayat dengesizliği çıkıyor.

Bireyin; hem evdeki hem de işteki sorumluluklarını karşılamaya yetecek zamanının olmaması ya da bireyin yaşadığı rol çatışmalarıyla evde ve işte doyuma ulaşamaması ve bu alanlardaki fonksiyonlarını tam olarak yerine getirememesi olarak tanımlanabilecek iş ve sosyal hayat dengesizliği; bireyin yaşamında işin giderek merkezileşmesi, yaşam standartlarının yükselmesi, ekonomik zorluklar, ailenin varlığının vazgeçilmezliği, iş ve aile talepleri arasındaki rekabet ve rekabetten doğan çatışmanın daha da yoğunlaştırdığı durumlarda görülüyor.

Çalışanlar neden dengeyi kuramıyor?

Dengesizliğin yarattığı stres birey tarafından gittikçe daha çok hissedilmeye başladığı anda birey; yeniden bu dengeyi kurma arayışına gidiyor.

İş dünyasında görülen eğilimler de çalışanların, hayatlarındaki bu dengeyi yeniden kurmaya çalıştıklarını gösteriyor. Peki nereden başlanabilir? Aslında iş ve sosyal hayatı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değil. Zaten bu iki alanın birbirinden ayrılması insan doğasına aykırı bir durum. Bu iki alanı birbirinden ayırmaya çalışmak insanı parçalara bölmeye çalışmak olarak ifade edilebilir ve bu da parçalanmış kişilikleri doğurabilir.

Bu nedenle kişinin bu konuda atabileceği ilk adım; üzerindeki ya da kendisinden beklenen rol taleplerini aktif bir şekilde azaltmaya / değiştirmeye çalışmak, bunları yeniden tahsis ederek, yeniden programlayarak gündemindeki aktivitelerin önceliğini değiştirerek iş ve sosyal hayatını dengesini kurmaya çalışmasıdır. Bu konuda çalışanlara psikolojik destek veren kurumlardan destek alınması da, olumlu sonuçlara ulaşmayı kolaylaştırabilir.

Durumumuzu bu şekilde ortaya koyduktan sonra aynı yerde saymak mantıklı olabilir mi? Olamayacağı çok açık. O nedenle bir an önce harekete geçmek gerekiyor. Parçalarımızı toparlamanın vakti geldi. İş ve sosyal hayat dengesi bir anlamda; duygusal, zihinsel, düşsel, ruhsal, fiziksel ve işe ait alanlarımızda, sarf ettiğimiz enerji ve gösterdiğimiz çabanın eşit ya da dengeli olması durumudur. Bu alanları biraz açacak olursak, bunların içine aile ve arkadaş ilişkilerinin, hobi ve ilgilerin, işin, gelecek plan ve projelerin, kişisel bakım ve sporun, gönüllü aktivitelerin ve de dini ya da felsefi ilgilerin girdiğini görüyoruz. Aslında tüm bunlar; bizi biz yapan temel düşüncelerimizi ve bu düşüncelerimiz doğrultusunda hareket ettiğimiz yaşam alanlarımızı işaret ediyor. İşte; dengesi konusu da bu noktada devreye giriyor ve bu denge; bireyin tüm bu alanlarını, diğer bir deyişle kendini ve yaşam alanlarını, doğru ve dengeli bir şekilde yürütebilmesi anlamında, özellikle de yaşadığımız bu dönemde büyük önem taşıyor.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)