“Ben, herkesin düşüncelerini dinlerim ama benimle aynı fikirde olmayanların burada işi yok!”
Her şeye biyolojik bir açıklama getirmek isteyen bazı bilim adamları, tüm çabalarına rağmen henüz, liderlik genlerini bulmuş değiller. Eğer öyle bir durum olsaydı, o zaman liderlik genleriyle doğan insanlar, yetişkin yaşa gelince hiçbir zorluk çekmeden değişik alanlarda liderlik seviyesine ulaşacaklardı.
Bu durum, şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde bilimsel olarak kanıtlanmış değildir. Ama buna benzeyen, bir durum var ki o da özellikle aile şirketlerinde ortaya çıkan bir durumdur. Çoğu zaman şirket sahibinin oğlu, kızı ya da damadı, şirkette liderlik pozisyonuna getirilirler. Bu kişiler bazen başarılı olurlar, bazen de ne kadar çaba gösterseler de liderlikte başarılı olamazlar.
Dünyanın değişik ülkelerinde liderlerle yapılan görüşmelerde ortaya çıkan ortak bir özellik, liderlerin büyük bir çoğunluğunun ailenin ilk ya da tek çocuğu olması. Bu sonuç hem erkek hem e kadın liderler için geçerli. Aslında fazla garip bir durum değil. Çünkü hiç bir anne ve baba ilk çocuklarına gösterdikleri yoğun ilgiyi diğer çocuklarına göstermez. Birinci çocuğun gösterdiği en ufak bir başarı çok büyük bir ilgiyle övülür. Çocuğun yaptığı her girişime büyük destek verilir. Ailenin tek çocuğu da, hem ailenin hem de akrabaların göz bebeğidir. Tüm ilgi ve övgü, o tek çocuğa gösterilir.
Ben liderliği çocuklukta başlayıp, okul hayatında devam eden, aile ve iş hayatında gelişen bir özellik olarak görüyorum. Burada, daha çok insanlar arası ilişkilerdeki liderlik söz konusu. Aslında biz, ister kadın-erkek ilişkileri olsun, ister iş hayatındaki ilişkiler olsun; sürekli bir üstünlük kurma, kazanma mücadelesi veriyoruz. Sosyal hayatımızda, üzerimizdeki giyisilerle ve giyisilerimize seçtiğimiz renklerle, konuşmamızla ve seçtiğimiz kelimelerle, davranışımızla sürekli kendimizi gösterme ve farklılığımızı belirtme çabası içindeyiz. Biz insanlar böyle olmasaydık, acaba dünya üzerinde bugün yüzlerce değişik şekil ve renkte bayraklarla, değişik diller konuşan ve değişik sınırlar içerisinde bulunan ülkeler olur muydu?
Bir şirketi başarıyla yönetmek, liderin günlük hayatındaki ilişkilerinde sahip olması gereken güç ve bilgiden daha fazlasına sahip olmasını gerektirir. Büyük beklentilerin olduğu bir ortamda; değişik geçmişi olan ve farklı düşüncelerde yüzlerce insanı, aynı geleceğe yönlendirerek aynı sonuca ulaşmalarını sağlamak gerçekten çok zor bir iştir. Tüm bu “başarılı sonuç”, “verimli üretim” beklentileri, bu liderin omuzlarına çok ağır bir yük koyulmasına neden olur. Burada asıl sorun o omuzdaki ağır yük değil de, daha çok o yükün ne şekilde kaldırılacağı. Ne yazık ki, dünyanın her tarafında çok sayıda lider, üzerlerindeki yükü nasıl en iyi ve sağlıklı bir şekilde kaldıracaklarını bilmedikleri için başarısızlığa uğruyorlar. Bu başarısızlık da, kişilerin bedensel ve özellikle de ruhsal sağlıklarında bozukluğa yol açıyor ve çoğu zaman da kalp krizi ile sonuçlanıyor. Öte yandan stres, bu ağır yük altında ezilen liderlerin günlük yaşamlarının doğal bir parçası haline gelmiş durumda.
İşte, liderlerin en çok yardıma ve desteğe gereksinim duydukları konu da bu ağır yükü, sağlıklarına zarar vermeden kaldırma konusu. Sağlık derken ben sadece bedensel ve ruhsal sağlıktan bahsetmiyorum; aile ve arkadaşlık ilişkileri de zarar görebilir.
Liderler hakkında bazı yanlış inanışlar vardır. İyi bir lider, her şeyi bilen, ileriyi gören, her şeyi kendisi yapmaya çalışır ve aşırı derecede çevresindeki çalışanları kontrol altında tutar. Zaten böyle kişilerde “Herşeyi ben bilirim” diye adlandırılacak bir inanç vardır.
Eğer liderliği bir yetenek, bir sanat olarak görürsek- ki bu liderlik için yeni bir bakış açısı ortaya çıkarır-bir liderin de bu yeteneğini, sanatını sürekli geliştirmesi ve “canlı” tutması gerekir.
Bu noktada lider, hayatında neyin neye bağlı olduğunun, neyin neyi ne derece etkilediğinin ve çevresinde olanların bilincinde olmalıdır...
Bu bazı şeylein bilincinde olmak o kadar kolay bir şey değil. Bunu şöyle bir benzetmeyle açıklamak istiyorum.
Diyelim ki, bir lider sabahleyin uykudan uyanıp kalktığında elini yüzünü yıkıyor, belki makyaj yapıyor ya da traş oluyor. Daha sonra giyisilerini giyiyor ve ayna karşısında belli bir zaman harcıyor. Çünkü bir liderin dış görünümü oldukça önemlidir. Aynı şekilde bu liderin, kadın olsun erkek olsun, bakıp da kendisini görebileceği bir “ruhsal ayna” ya da ihtiyacı vardır. Bu ruhsal aynalık görevi, bir eş, bir arkadaş, bir meslektaş tarafından da yapılabilir ama; sanıyorum “kaliteli bir görüntü” için ruhsal aynanın profesyonel bir kişi olması gerekir.
Bu gereksinimin ne kadar büyük olduğu, yavaş yavaş anlaşılmaya başlanıyor. Bu nedenle, gelişmiş bir çok ülkede liderler gereksinimlerini psikologlar ve ruhsal danışmanlar aracılığıyla gidermekteler.
Bugün, büyük şirketlerin hepsi, bağlantı kurdukları bir sağlık ve danışmalık merkeziyle çalışanlarının hem vücutsal hem de ruhsal sağlık gereksinimlerini karşılamaya çalışıyorlar. Bu konuda özellikle, önleyici çalışmalar, sorunlar ortaya çıktıktan sonra gereken tedavi çalışmalarından daha ucuza mal oluyor. Sanıyorum, artık Türkiye’de de bu gereksinimlerin farkına varılması, bu konuda ileriye doğru adımlar atılması ve bunun bir yatırım olarak görülmesi gerekiyor. Nasıl, bir fabrikaya üretimi artırmak için yatırım yaparak yeni makinalar alınıyorsa, aynı şekilde orada çalışanların ve liderlerin gelişmeleri için eğitime ve danışmanlığa yatırım yapmak kaçınılmaz görünüyor.
Soğuk bir ülkeden sıcak sevgiler ve saygılar.
İsveç – Göteburgs
YAZAN : Yakup TOPER