Başarının Karanlık Yüzü


Sonuçta çevremizde işlerinde başarılı, ancak etik değerler söz konusu olduğunda aynı nitelikleri taşımayan, hırslı, acımasız ve başarılı olabilmek için erdemi unutmak zorunda kalan insanların sayısı artmaya başlıyor.

Peki aslında, literatür de bunu tavsiye etmiyor mu?

Zamanınızı en verimli şekilde nasıl değerlendirirsinizden tutun, hızlı toplantı yapma, telefonda doğru konuşma, hızlı öğrenme, hızlı okuma, liderlik, motivasyon, iletişim, bilmem kaç derste kişisel başarı, işlerinizi doğru planlama, patronunuzu ikna etme ve bilumum metotları anlatan sürüsüne bereket yayın vardır ama çok azında başarı ve erdem karşı karşıya getirilmiştir. Gittikçe pop kültürünün içinde boğulan yaşam tarzımızda aradığımız bu hezeyan, artık okumaya zamanımızın olmadığı felsefe kitaplarında unutulmaya mahkum kalıyor.

Demek istediğim, bugün sadece başarı öykülerini okuyoruz, bedellerini değil. Zaten bunu da kimse yazmıyor ki!

Hayır! En başlara dönüp; İncil’den yada Kur’an’dan, erdem yada şeytan üzerine laflar etmeyeceğim. Orhan Hançerlioğlu’nun klasiği “Erdem Açısından Düşünce Tarihi” adlı kitabından uzun alıntılar da yapmayacağım. Daha politize olmuş söylemlerin ve başarıya giden “mubah” yolların adamı Machiavelli’den de bahsetmeyeceğim. Yada milyonlarca vatandaşını peşi sıra takabildiği için aslında taktik açıdan başarılı sayılması gereken ama insanlık suçuna muhatap Hitler’i ve generalleri anmayacağım.

Çok daha sıradan örnekler vereceğim. Örneğin; Newton’dan bahsedeceğim. Kraliyet gökbilimcisi John Flamsteed’in çalışmalarına zorla el koymaya çalışmasından, Alman filozof Leibniz’i kötüleyip, Newton’u savunan yazıların gizli yazarının aslında bizzat kendisinin olmasından, Kraliyet Darphanesi Müdürlüğü unvanıyla darağacına yolladığı kişilerden bahsedeceğim. O Newton ki, fizik alanında bugüne kadar yazılan en büyük eserlerden Principia Mathematica’nın yazarı olarak tanıyoruz kendisini (1).

Örneğin; tıbbın en büyük on buluşunun sahiplerinden bahsedeceğim. Harvey, Vesalius, Leeuwenhoek, Watson, Crick, Röntgen ve diğerlerinden. Eşleri ve çocuklarıyla pek ilgilenmeyen bu dahilerin çoğunun kişiliklerinin sert ve birlikte seyahat edilemeyecek kadar egoist olduğundan bahsedeceğim (2).

Örneğin; James Natcwey’den bahsedeceğim. Amerika’nın ve dünyanın en büyük savaş fotoğrafçısı olan; her yıl aynı performansta fotoğraf çekerek Amerika’nın en büyük ödüllerini alan; her gece sekizde yatıp, her sabah altıda kalkarak Central Park’ta on kilometre koşan; ama özel hayatına da kimseyi sokmayan ve hatta bir fotoğraf bile çektirmeyerek başarılarının sırrını paylaşmayan bir adamdan bahsedeceğim (3).

Örneğin; 1996 yılının Everest fatihleri Hanada ve Şigekava’dan bahsedeceğim. Sekiz bin metre yükseklikte fırtınalı zirveye yaklaşmışken, tepede mahsur kalarak donmayı bekleyen iki dağcıyı görmelerine rağmen, onlara yardım elini uzatmak şöyle dursun, bir an bile durmadan yanlarından geçerek yollarına devam eden ve dönüş yolunda yine aynı şeyi yapan dağcılardan bahsedeceğim (4).

Peki açlıktan ölmek üzere olan küçük bir çocuğun başında bekleyen akbabayı, kadraja en iyi bir şekilde yerleştirmek için uzun süre bir köşede sessizce bekleyen, ardından bu fotoğrafı ile ödül alan fotoğrafçı sizce başarılı mı? Acaba kızı kurtarmaya çalışmayıp da, ölümü fotoğraflamaya çalıştığını anladığı an, bu “başarı” ona çok ağır geldiği için mi bir süre sonra intihar etti o?

Peki işini ancak çocuğunun doğacağı gün o da doğumu yapabilmek için bırakıp, bir iki hafta sonra tekrar işine geri dönen kadın yönetici, sizce başarılı mı?

Peki mesleklerinin zirvesindeyken her şeyi bırakıp inzivaya çekilen yada Harley Davidson’larına binerek bu diyardan uzaklaşan üst düzey şirket yöneticileri, sizce başarılılar mı? Onlar başarı hakkında ne düşünüyorlar acaba? Keşke bulup onlara sorabilseydim; “ne oldu?”.

Yoksa en başa dönüp, soruyu şöyle mi sormalıyım: Başarıyı değerli kılan nedir?

Dr. Uğur Tandoğan yurtdışında doktorasını yaptıktan sonra yurda geri dönmüştür. Bir akşam üstü Bakırköy sahilinde tanıdık bir yüz görmek isteğiyle yürürken, elinde bir lokantaya yetiştirmek üzere taşıdığı baklava tepsisi, hızlı adımlarla yürüyen Selim’le karşılaşır. Yıllar önce lise sıralarında iken, ona “ağabey” diye seslenen, hep saygıyla yaklaşan Selim’dir bu. Liselerarası bilgi yarışmalarında yarışırken, üniversiteyi kazandığının ertesinde ve aynı üniversitede asistan olduktan sonra ona hep saygı ve gıpta ile bakan Selim’de onu tanımıştır. Dr. Uğur Tandoğan’ın yanından aceleyle geçerken sorar; “Hayatta muvaffak oldunuz mu?” ve kalabalıklar arasında kaybolur.

Sonrasını Dr. Uğur Tandoğan’a bırakıyorum: “şu ana kadar kimse bana böylesine doğrudan ve böylesine veciz bir soru sormadı. Hayatta muvaffak oldunuz mu? Hala cevabını verebilmiş değilim. Ne zaman baklava tepsisi ile birisini görsem, yine bana bu soruyu soracak diye telaşlanıyorum” (5).

Başarının tanımı gerçekten zor. Bedellerini unutmak istediğimiz yada anımsamaktan gurur duyacağımız başarılarımız da var. Erdem ve başarıyı yan yana koyduğumuzda ise sanırım sorumuzun yanıtı, insanların başardığımız işlere ve hatta başaramadıklarımıza saygı duyuyor olmalarında yatıyor. İnsanlar başarılarımızdan yarar sağladıkları ölçüde, ödediğimiz bedele de saygı duyuyorlarsa, o zaman başarılı sayılabiliriz.

Memet ÖZKAN
Vestel Danışmanlık (Visecon PS) SAP Uygulama Danışmanı


Kaynaklar

(1) Bilimin Arka Yüzü, Adrian Berry, Tübitak, sayfa 79.

(2) Cumhuriyet Bilim ve Teknik Dergisi, 679/10.

(3) Geniş Açı Fotoğraf Dergisi, sayı 9, sayfa 60.

(4) Atlas Dergisi, sayı 88, sayfa 22.

(5) Bir Yöneticinin Not Defteri, Dr. Uğur Tandoğan, Rota Yayınları, sayfa 188.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)