Adnan Nas


Adnan Nas’ı tanıyabilir miyiz?

1951 yılında doğdum. 48 yaşımda olmama rağmen kendimi tanımlamam gerekirse zihin olarak genç biriyim. Yeniliklere açığım. Hiçbir konuya önyargı ile yaklaşmam. Stres dostuyumdur. Stresle çalışmaya alışkınım. Sevmediğim bir yönüm ise kendimle herzaman kavga ediyor olmamdır. Kendimi yetersiz bulup, daha iyi olmalıyım diye çaba içine girerim.
Adnan Nas’ın geçmişten bugüne kariyer gelişimi...

Türkiye’nin hem Ankara’sında hem İstanbul’unda, hem devlet hem de özel sektöründe çalışmış bir insanım. Bu durum Türkiye’de özel sektörün geçmişinin çok eski olmamasından ileri geliyor. Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun oldum. Çok başarılı bir fenciydim. O zamanlar çok revaçta olan Orta Doğu Üniversitesi Kimya Mühendisliği’ne kaydoldum. Ancak bir ay sonra o bölümden ayrılıp, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Bu benim ilk bireysel kararımdı. Sosyal ve insanlarla temasta olmayı seven biri olduğumu anladım.

1972 1981 yılları arasında Maliye Bakanlığı Müfettişliği yaptım. Bu devletin en seçkin kariyerlerinden biridir. Bir yıl İngiltere’de kaldıktan sonra ise Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nda Teftiş Kurulu Başkan Vekili görevinde bulundum. Devletten ayrılmamın sebebi, 1983 yılında Hazine’nin Maliye’den ayrılmasıdır. Türkiye’deki tüm ekonomiyi idare eden bu iki birimdir. Benim tercihim Hazine’ye geçmekti. Ancak Hazine’deki görevlere Mülkiyeliler alınmayınca özel sektöre geçmeyi kendim için uygun buldum.

Özel sektöre geçtikten sonra çalıştığım ilk şirket STFA Holding’tir. STFA’da iç denetim prosedürlerinin geliştirilmesi ve grup şirketlerinin gerek vergi mevzuatı gerekse muhasebe prensipleri açısından işlemlerinin düzenli denetimleri çalışmalarında bulundum. ıki sene sonra grubun Mali Koordinatörlüğü’ne yükseldim. Bu görevde vergi planlaması, finansal kontrol, denetim ve bütçeleme fonksiyonlarını yürüttüm ve grup şirketlerin muhasebe uygulamalarını sisteme bağlama yönünde çalışmalarda bulundum.

1992 yılının Ekim ayında Coopers & Lybrand Türkiye’ye, Vergi / Mali Müşavirlik departmanının kurucusu olarak katıldım. Eskiden sadece bir denetim şirketiyken Coopers, kısa zamanda önde gelen bir Mali Danışmanlık, Yönetim Danışmanlığı, Kurumsal Finansman şirketi haline geldi. şirket olarak büyüyüp, bir numara olmayı hedef lemişken, bir anda Pricewaterhouse ile birleşme konusu gündeme geldi. Birleşme sonucunda da birbirine rakip olan iddialı iki şirket, PricewaterhouseCoopers olarak bir numaraya yükselmiş oldu. şu an PricewaterhouseCoopers Türkiye’de, iki kıdemli ortaktan biri ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmaktayım.

Hem kamu hem özel sektörde çalışmış biri olarak Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Küreselleşme konusunda nerede olduğumuzu düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin temel sorunlarından biri rekabet konseptine alışmamış olmasıdır. Çünkü rakibiniz yoksa işinizi daha iyi yapmaya zorlanmazsınız. Beni zaman zaman kriz yönetimi konularında da konuşmacı olarak çağırırlar. Söylediğim şey hep şudur: Organizasyonların herzaman kriz varmış gibi yönetilmeleri gerekmektedir. Aslında rekabette bir krizdir. Hiç rekabete alışmamış bir ortama rekabeti getirdiğiniz takdirde korkunç bir kriz yaratmış olursunuz. Türkiye’de 1980’li yıllarda bu şoktan geçmiştir. Özel sektör bu şoka alışmıştır. şimdi ise alışma sırası kamu sektöründedir.

Özel sektörümüzün hala harika olduğu söylenemez. Ancak kamu sektörüne göre daha iyidir. Çünkü özel sektör de batma tehlikesi vardır. Batma tehlikesi olduğu içinde iyi olmak zorundadır. Özel sektör uluslararası rekabete alışkın olsa çok daha iyi duruma gelmesi sözkonusu olacaktır. Türkiye’de iç pazarın oldukça geniş olması özel sektörümüzü rekabetten uzak tutmuştur. Bence krizler bu bakımdan bize yarar sağlamaktadır. Türk işletmeleri artık yüzlerini dışarıya doğru çevirmektedirler. Yıllarca sadece iç pazarda iş yapan büyük gruplar artık Türki Cumhuriyetler’de, Doğu Avrupa ülkelerinde yatırım yapmaya başlamışlardır. Aslında bu büyük gruplardan önce, küçük işletmecilerimizin dışarıya açıldığını bilmek gerekir. Büyük işletmeler sermaye birikimleri, büyük projelere ve özelleştirme projelerine girebilme özellikleri nedeniyle çok önemlidir. Ancak Türkiye’yi küçük ve orta ölçekli işletmelerin dinamizmi bulunması gereken yere getirecektir. Çünkü küçük işletmeler hesabını daha iyi bilen, kontrol edilebilen yapıdadırlar. O işletmenin kapasitesini arttırdığınızda ekonominiz de zıplamaya geçer. Çünkü büyük işletme bir ölçüde doğası gereği hantallaşmıştır. Kararlar zor alınır, mekanizmalar zordur, yönetim kurulları toplanır, holdinge raporlamalar olur, holdingte icra komiteleri toplanır. şirket büyüdükçe devlete benzemiştir. Benimde PricewaterhouseCoopers’ta korktuğum budur. Büyüdükçe insanlarla, personelinizle ve kademeler arasında ilişkilerinizin zayıfladığını görüyorsunuz. Bence bu da bir tehlikedir. Küçüklüğün güzelliği de zaten oradadır. Ama bir taraftan da bu çağın şirket evlilikleri çağı olduğunu düşünürsek, bu kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Küreselleşme, şirket evlilikleri, birleşmeler gibi kavramlarda çok bağnaz davranmamak gerektiğine inanıyorum. şu an özellikle maliyetlerin düşürülmesi gibi konularda en fazla etkinliği bunlar sağlıyor. Dünyada Çin, Uzak Asya, Rusya gibi yeni pazarlar var. O pazarlara girer girmez kar edemiyorsunuz. Birkaç yıl kar etmeden bu pazarlarda yatırım yapmayı göze almanız gerekiyor. Bu da fon ve sermayenin büyümesini gerektirir. Birleşmeler de işte bu sebepler sonucunda ortaya çıkıyor.

Türkiye açısından da ölçek ekonomilerine ulaşmak için birleşmeler önemlidir. Belli projelere, belli üretimlere girebilmek için, belli bir büyüklüğe ulaşmak gerekir. O büyüklüğe tek başınıza ulaşamıyorsanız, belli ortaklıklar kurmanız gerekmektedir. Küçük işletmeler etkinliklerini koruyarak birleşirlerse o zaman büyük bir güç oluştururlar. Birleşip hantallaşmamalıdırlar. Birleşme mutlaka olumlu yönde olursa iyidir. Onun için her birleşme başarılı olacak diye bir kural da yoktur.

Globalleşmenin ise Türkiye için hem avantajları hem de dezavantajları bulunmaktadır. En büyük avantajımız Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafik konumdur. Türk insanının hamurunda bulunan dinamizm bir diğer artıdır.

Dezavantajlarımızın başında ise eğitim eksikliğimiz gelmektedir. Vasıflı insan gücü yetiştirmede eğitim eksikliklerimiz nedeniyle problemler yaşamaktayız. Hukuk düzenimizin eskimiş, el ayak bağlayıcı cinsten, Türk insanının ufkunu daraltıyor olması ve kamunun büyük ve hantal oluşu da bir diğer dezavantajdır.

Tüm bunlar dışında ben yinede Türkiye’nin geleceği ve globalleşme süreci için olan umutlarımı devam ettirmekteyim. Ancak Türkiye’yi sadece iç dinamikleri değil, dış dinamikler de istediği noktaya götürmeye yardımcı olacaktır. Modern bir Türkiye’ye dünyanın ihtiyacı vardır. Burada temel sorun, zaman kaybetmemek ve gerek Türk insanının gerekse Türk işletmesinin kamu ve özel sektör dahil olmak üzere kendi standartlarından vazgeçmesinin gerektiğidir. Dünyanın standartlarına bizlerin de ayak uydurması gereklidir.

Sınırlar ötesi düşünebilmek önemlidir. Global bir şirket, bir ürünü nerede ucuza mal edecekse, orada üretmeyi tercih eder. Milliyetçi olmak, maliyetli de olsa Türkiye’de iş yapmak değil, Türkiye dışında imkan varsa ucuz üretip, Türk işletmesini üste çıkartmaktır.
Adnan Nas’ın yaşama dair görüşleri, iş yaşamı ve özel hayatında önem verdiği değerler...

Yaşamın uzun mu yoksa kısa mı olduğu aslında onu nasıl yaşadığınıza bağlıdır. Bazı insanlar için yaşam dayanılamayacak kadar uzun, yoğun yaşayanlar için de bir o kadar kısadır. Benim tercihim oldum olası yaşamı yoğun yaşamaktan yanadır. Bazen uyuduğum saatleri bile yaşamımdan çalınmış zamanlar olarak düşünürüm. Zamana ihtiyacı olmayanların zamanlarını, zamana ihtiyacı olanlar satın alabilse diye düşündüğüm olmuştur. Yirmi yıldır bir vapurda oturup zaman geçirmek için vaktim olmadığını biraz da buruklukla düşünüyorum.

Ancak zamanın yanında zamanın değerini bilmek daha da önemlidir. Türkiye’de eksik olan altyapılardan biri, insanların zamanın değerini bilmemeleridir. Zamanın değerini bildiklerinde onu değerlendiriyorlar demektir. Bu da direkt mal ve hizmet üretimine yansıyacaktır.

İş yaşamım ile özel yaşamımı biraz birbirine geçirmiş bir insanım. Ancak bunun özel yaşamım için bir dezavantaj olduğunu düşünmüyorum. Özel yaşam ile iş yaşamı birbirini dengeleyen unsurlardır. Birinin mutlaka diğerinin aleyhinde olduğu kanısında değilim.

İş yaşamımda, yeni kuşakların geçtiği eğitimden geçmememe rağmen doğam itibariyle oldukça açık fikirli, takım oyununa inanan, sınır ötesi düşünmeyi bilen, uluslararası kafalı bir insanımdır. ışle özdeşleşmek benim için önemlidir. Bu iş benim işim diyerek onu benimsemek, işteki performansımla mutlu olmak başarımın temel nedenlerindendir. ışin patronu olmasamda, patronuymuşum gibi davranarak işten zevk almayı becermek gerektiğine inanıyorum. Eğer işinizden zevk alamıyorsanız, belki de o iş üstünde düşünmeniz gereklidir.

Benim için önemli olan başka bir ilke, sadelik ve gösterişten uzak olmaktır. Gereksiz gösterişin anlamına ve gösterişe düşkün insanın işinde başarılı olabileceğine inanmıyorum.

İş yaşamımda önem verdiğim diğer bir nokta da belli ölçüde sabır ve sebata sahip olmaktır. Çok çalışmak ama ödülünü almada aceleci olmamak önemlidir. Gençlerimizin en büyük hatalarından biri mezun olduklarında hemen yükselme hevesinde olmalarıdır. Bence haketmeden bir yere gelmeyi hiç kimse istememelidir. Oysa gençlerimiz haketmekten çok, bir an önce o noktaya gelme kavramıyla ilgilenmektedirler. Doğru ve kalıcı olan sağlam adımlarla kariyerini planlamaktır.

İş yaparken önem verdiğim bir diğer ilke ise asla vazgeçmemem ve mücadele azmimdir. Bir olay karşısında başarısız olduğunuzda, moraliniz bozulduğunda hemen perişan olmamak, yenilerek yenmeyi öğrenmek herzaman uyguladığım ve öğüt olarak verdiğim yöntemdir.

İşi yönetirken de, yaparken de devamlı pozitif taraflarına odaklanmak gereklidir. Bu noktada da Türk insanının bir eksiği var. Türk insanı iyi özellikleri görmezlikten gelip, kötü özellikler üzerine odaklanmayı sever. Aslında “iyi özelliklerden nasıl yararlanabilirim” şeklinde düşünce tarzı, kendimiz ve karşımızdaki için en yararlı olanıdır. Bizler enerjimizi gereksiz şekillerde israf etmekteyiz. Halbuki “karşımdaki insanın iyi yönlerinden nasıl sinerji yaratırım, şirketimi nasıl faydalandırırım”ı düşünmek hem şirket karının büyümesine hem de kişinin mutlu olmasına sebep olacaktır. Bu düşünce tarzına sahip olmadıkça çok çalışmanın da bir yararı yoktur.

Yoğunlaşma ve esas ile ayrıntı ayırımı diğer önemli kavramlardır. Hedefleriniz dağınık olduğunda başarı şansınız da yoktur. Bu yüzden hedefi gerçekleşti rilebilir kadar küçültüp, tek tek ele geçirerek büyük hedeflere ulaşmak gerekmektedir. Sınırsız, dağınık ve soyut bir hedefi neresinden tutacağınızı bilemezsiniz. Aksi takdirde hedeflerinize ulaşmak için zamanınız hiçbir zaman yetmeyecektir.

Özel yaşantımda özellikle Pazar günleri evimde telefonun bile çalmamasına özen gösteririm. Rahatlığı severim. Haftasonları spor yapabildiğim ve okuyabildiğim zamanlardır. En büyük hobilerimden biri de Pazar günü kahvaltılarıdır.

Günümüzde ve gelecekte yönetici olmak neleri gerektiriyor?

Yöneticilik özel eğitimle öğrenilecek bir kavram değildir. Kişinin işi öğrenmesi ve yapabilecek kapasiteye gelmesi, ondan sonra yönetici olması sözkonusudur. İçinde bulunduğunuz konuyu bilmeden yönetici olmanızın imkanı yoktur. Neyi yönettiğinizi bilmezseniz, nasıl kontrol edeceğinizi ve nasıl hesap soracağınızı da bilemezsiniz. Yöneticilik kendinden başkasını düşünebilme yeteneğidir. Sadece kendi üzerinde yoğunlaşan bir insan, başarılı bir yönetici olamaz. Dolayısıyla bir yerde iyi bir sinerji varsa, orada iyi bir yönetici var demektir.

Hiyerarşik organizasyonlarda yöneticiler iş bölümleri yapar, kaosu önler ve disiplini sağlar. Benim için yönetici olmak sadece bunları yapmak demek değildir. Çok fazla disiplin ve kural alt seviyedeki kişinin seviyesini yükseltir ama üstte olabilecek yaratıcılıkların önünü tıkar. Oysa toplum olarak bizim o yeteneklere ihtiyacımız vardır. Bu yüzden bulunduğum organizasyonda gençleri tanımak benim için önemlidir. En büyük korkum aralarında yıldızlar varsa, onları görememektir. Bu yıldızlar yetenekli oldukları kadar birde motiveyseler onları görememek, onlardan faydalanamamak büyük bir cinayet olacaktır. Gelecekte yöneticiler için disiplin ve kurallardan önce, organizasyon ve yönlendirme özellikleri öne geçecektir. Yönetici aslında korkulan değil, sevilen kişi olmalıdır. Ben de herzaman kişilerin önünü kesmeyi değil, onları öne doğru itmeyi, öne çıkartmayı hedeflemişimdir.

İçinde bulunduğunuz pazarın bir takım ihtiyaçları, diğer yanda ise insanların belli kapasiteleri varsa, pazar ihtiyaçlarına göre insan kapasitelerini yönetmek yöneticiliğin hiç eskimeyecek tanımıdır. Bu iki yön arasındaki uyum ve harmoniyi sağlamak önemlidir.

Bilgi üretimi konusunda çalışan bir yönetici olarak Türkiye’deki şirketlerle çalışanlarınızda gözlemleriniz ve çektiğiniz sıkıntılar nelerdir?

Türkiye’de bilginin ve emeğin değeri konusunda yetersiz bir kavrayış vardır. Bizim için dokunulabilir şeyler önemlidir. Bilginin satılabilir olması kişilere anlamsız gelmektedir. Bu yüzden daha çok mevzuatla mecburi hale getirilen şeyler satılabilmektedir. Oysa Batı’da danışmanlık sektörlerinin gelişmesinin sebebi, işletmelerin danışman kullanmanın önemini bilmeleridir. Çünkü danışmanın en önemli görevi müşterisinin rekabet gücünü arttırmaktır. Bu kavram Türkiye’de daha yenidir. Batı’da işletmeler belli ölçeklere eriştikleri gibi konseptleri de çok gelişmiştir. Bu şirketler “bu işi danışman bilir, ben bilmiyorum” demeyi bilmektedirler. Oysa bizim işletmelerimiz aynı durumla karşılaştıklarında “ben bilirim” demeyi tercih etmekte, bilgi aktarımının bir maliyeti olduğunu kabul etmemektedirler.

Yabancı bir şirketle ortaklık aşamasına gelen ve “sizin danışmanınız kim” sorusuyla karşılaşan işletmeler ise ancak böyle bir zorlama karşılığında bizlere başvuruyorlar. Çünkü yabancı işletmeler danışmanı olmayan bir şirketle çalışmak, ortak olmak bile istemiyorlar. “Bu yönetimin zihniyeti bana uymaz, bu ortak beni batırır” diye düşünebiliyorlar.

Türk şirketleri rekabette ayakta durmayı beceremedikleri takdirde danışman firmalara başvurmayı uygun görmektedirler. Ancak yine de tüm şirketleri aynı kategori içine sokmak yanlış olur. Danışman firmalar olarak zorluklarımız vardır ama yine de moralimiz çok bozuk değildir.

İş hayatınız süresince İnsan Kaynakları gelişimi gözlemleriniz ve çalışmalarınız nelerdir? Yönetici olarak yönetimle İnsan Kaynakları’nın stratejik ortaklığının sağlanması konusunda neler düşünüyorsunuz?

İnsan Kaynakları nispeten kolay anlaşılabilir bir danışmanlık alanıdır. şirketler ınsan Kaynakları’nın önemli olduğunu, sistemli bir çaba ile geliştirilmesi gerektiğini farketmişlerdir. Hemen hemen her şirkette artık bir İnsan Kaynakları Müdürü ya da Koordinatörü bulunmaktadır. şirket sahipleri insan bulmadaki kararları bu müdürlere ya da koordinatörlere bırakmak istemektedirler. ışi bilmek ve başarılı bir iş bitirici olmak İnsan Kaynakları Müdürleri ve Koordinatörleri’nin en önemli özelliklerinden olmalıdır. Türkiye’de artık iyi diplomalar yerine bu özelliklere sahip insanlar öne çıkmalıdır.

Her yönetici aslında bir İnsan Kaynakları yöneticisidir. Çünkü insan kaynağını yönetir. şirketlerde bulunan İnsan Kaynakları yöneticileri aslında diğer yöneticilerin danışmanıdır. Bizim gibi uluslararası şirketlerin bu alana katkısı, uluslararası networkümüz ve çok fazla know how kullanıyor olmamızdır.

İş yaşamındaki rekabet ortamında “insan” faktörünü nasıl avantaja dönüştürüyorsunuz? Rekabet etmenin en önemli koşulu eğitim ve doğru insan. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İnsanları motive ettiğinizde ve insanlar işlerini yaparken kendilerini mutlu hissediyorlarsa amacınıza ulaşırsınız. Kişilerin kendilerini gerçekleştirmelerine fırsat vermek gerekmektedir. Kişi bulunduğu işte kendini gerçekleştirdiğine inanıyorsa mutlu ve verimli çalışır. Bu şekilde toplam hasıla ve üretim de çok iyi noktalara gelecektir. ınsanların işe gelirken adımlarının geri gitmemesini sağlamak, moralini bozmamak işletmenin verimliliği ve başarısı için önemlidir.

Türkiye’de ve Dünya’da İnsan Kaynakları Yönetimi’yle ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsan Kaynakları Yönetimi kavramı, Dünya’da çok ileri düzeydedir. Türkiye’de de son yıllarda bu konu ile ilgili çalışmalar hızlanmıştır. Ancak yine de biz işin teknik düzeyinden çok sohbet tarafında kalmaktayız. Örneğin Türkiye’de çalışanların şirketi satın almaları gibi kavramlar neredeyse hiç gelişmemiştir. şirket sahipleri ise şirketleriyle hala özdeşleştirilmektedir. Oysa işletmelerin anonimleştirilip halka açılması bizim için gerekli olan en önemli atılımlardan biri olacaktır.

Başarıya giden yolda üzerinde durmak istediğiniz önemli ipuçları ve önerileriniz nelerdir?

En önemli nokta işten zevk alarak çalışmaktır. Türkiye’de ise yanlış eğitim ve hala maddi ihtiyaçlar doğrultusunda çok iyi tatminler sağlanamadığı için para önemli hale geçmiştir. Oysa işle bütünleşmek, iş üretmek, işi başarıya götürmek ve verimliliği arttırmak, uyulması gereken kuralların başında gelmelidir.

Kendinden başkasına önem vermek, başka insanların kapasitelerinden yararlanmak, pozitif olmak, herzaman yapıcı ve sonuç verici tarzda düşünmek başarıya giden yolda önemli olan diğer noktalardır. Çözümsüzlük yerine, nasıl çözüm üretirim diye düşünen bir yapıya sahip olmak gerekir. Geleceğe dönük olup, geçmişe çok fazla saplanmamakta verebileceğim diğer bir ipucu ve öneridir.

Hazırlayan: Hande PATIR

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)