Tarih, Politika ve Doğa Kokan Ülke: Vietnam


Bir aylık Asya güzergahımın ikinci durağı olan Vietnam’ın başkenti Hanoi’ye vardığımda 3 milyon kişinin yaşadığı büyük bir köye gelmiş gibi hissettim. Havaalanından otele doğru yol alırken, otoyolda arabadan çok eski Rus yapımı motosikletler sürekli korna çalarak yolun her yönünden üzerimize doğru geliyordu. Hafifçe ürktüğümüzü farkeden şoförümüz, “Bazı ülkelerde araçlar yolun sağ tarafından, bazılarında ise yolun sol tarafından kullanılır; Vietnam’da ise her iki tarafından” açıklamasını yaparak bizi rahatlatmaya çalıştı.

Otoyolda ilerlerken etraftaki binaların mimarisi dikkatimi çekti. Otantik Asya mimarisiyle karşılaşacağıma; pembe, yeşil ve sarı dış cephe tonlarının ağırlıkta olduğu Fransız mimarisi beni şaşırttı. Yaklaşık 100 yıl kadar Fransız kolonisi olmanın etkisiyle Hanoi’deki çoğu bina Fransız tarzında inşa edilmiş. Diğer bir ilgi çekici nokta; yola bakan cephelerinin çok dar ve binaların ince uzun olmasıydı. Meğer sebebi binanın yola bakan ön cephesinin genişliğine göre vergi ödeniyor olmasıymış.

Merkeze vardığımızda kendimizi hemen “eski şehir”e attık. Korkunç trafikle başgösteren sorunumuz karşıdan karşıya geçmeye yeltenince yeniden nüksetti. Sokaklarda trafik ışığı olmadığından, birkaç denemeden sonra karşıdan karşıya yaya geçmenin tek yolunun cesaretle herkes gibi yola atlamak olduğunu kavradık. Usta motosikletçiler bize doğru yaklaştıklarında hunharca kornaya basarak etrafımızdan dolaşıyorlardı.

Yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişi olan Hanoi’nin eski şehrinde sokakların çoğu mal veya dükkan anlamına gelen “Hang” adıyla başlıyor. Bunun nedeni her caddede belirli tip ürünler satan esnafın bulunması… Örneğin Hai Hung eyaletinden gelen gümüşçüler, en eski caddelerden biri olan Hanoi’nin Hang Bac Caddesine (gümüş malları caddesi) konuşlanmışlar. Çılgın trafik dışında, eski şehri ilginç kılan en büyük etken sokaktaki seyyar satıcıların fazlalığı… Sokak ortasında pişirilen tavuk şiş ve dragon meyvesinden tutun peştemal ve pirinç süzgecine kadar herşeyi satan bu gezgin seyyar satıcılar “ne koparsam kardır” hesabı turist gördüklerinde etraflarını sararak ürünlerini pazarlamaya çalışıyorlar. Sokakta bir seyyar satıcının veya bisiklet taksicisinin istilasına uğramadan 3 adım atmak mümkün değil.

Hanoi’nin bu karmaşası ilk aşamada yorucu ve gergin duygular yaşatsa da bir süre sonra yerini büyük bir haz ve merağa bırakıyor. Eski şehirden uzaklaşıp Vietnam’ın Lenin’i Ho Chi Minh’in mezarının bulunduğu parka doğru yol alırken kenarları ağaçlı büyük bulvarlar ve fıskiyeli göletlerden geçiyorsunuz. Vietnam’daki komünist düzenin öncüsü Ho Chi Minh, gerçekten de Vietnamlılar için bir ilah. İnsanların Ho Chi Minh’e saygıyı sahiden büyük işler yaptığını düşünmelerinden mi yoksa polis devlet zoruyla mı gösterdikleri tam belirgin olmasa da halk içerisinde Ho Chi Minh’e karşı olan saygıyı algılamak mümkün. Ho Chi Minh’in mezarı Ankara’daki Anıtkabir’i andıran bir binanın içerisinde. Cesedi vasiyetindeki yakılma rızasına karşı dondurularak mumya haline döndürülmüş. Rehberimizin anlattığına göre bu ceset her yıl 3 ay boyunca bakım ve onarımdan geçmek için dondurulmuş şekilde Rusya’ya yollanıyormuş.

Halong Bay

İki gün Hanoi’de kaldıktan sonra Avustralyalı ve İngilizlerden oluşan tur grubumuzla Halong Bay’e doğru 3.5 saatlik yola çıktık. Her ne kadar yolculuğun bazı bölümleri bozuk yol ve çılgın trafik yüzünden ürkütücü olsa da Halong Bay’e vardığımızda hayatımda gördüğüm en güzel manzaralarla karşılaştım. Halong Bay, 4 bin kilometre karelik bir su bünyesinden ve yaklaşık 3 bin adacıktan oluşan bir doğa harikası. Efsaneye göre yazılı tarihten evvel kocaman bir dragon dünyaya dalış yapmış ve büyük dikenli kuyruğunun kayalıklara çarpıp delmesi sonucunda Halong Bay oluşmuş. Tekneyle açıldığımızda gördüğüm manzara efsanenin doğruluğunu kanıtlar nitelikteydi. Adacıkların bir çoğu çorak, kayalı ve sert hava koşullarıyla yıpranmış. Bir kısmında ise bitki örtüsü o kadar yaygın ki alttaki taşları görme imkanı bile olmuyor.

Günlüğü kişi başı 30 dolara tam pansiyon kiralanan teknemizin ilk durağı çok büyük bir mağara oldu. Bu mağara o kadar geniş ki Vietnam savaşı sırasında elverişli bir barınak olarak, Vietnamlılar tarafından hastane olarak kullanılmış. Mağaranın içinde çok enteresan kaya yapılanması görmek mümkün: bunların en ilgi çekici olanı kaplumbağaya benzeyen bir kaya parçasıydı.

Halong Bay’deki deniz kireç taşından dolayı yeşil gözüküyor ve su ılık, temiz ve berrak. Adacıkların arasında yüzmek müthiş bir zevk ama mevsimine göre denizdeki iri siyah deniz analarına dikkat etmek gerekiyor. Kayaları dik inen bazı adacıkların alt kısımlarında çok güzel tropik plajlar var. Bu plajlar sabahları gelgitten dolayı deniz seviyesi yükseldiğinde su altında kalıyor. Gittiğiniz tur şirketinin olanaklarına göre adacıklar arasında kayaking (bir çeşit kano) yapmak mümkün. Kayaklarla büyük teknelerle giremediğiniz irili ufaklı bir çok yerin arasından geçebiliyorsunuz. Bunlardan en ilgi çekici olanı su seviyesinin düşük olduğu öğleden sonra kayakla bir mağaradan geçtikten sonra girilen bir atol gölüydü.

Gezinin doğal güzellikler dışındaki en güzel bölümü teknemizdeki ahçıların hazırladığı muhteşem yemeklerdi. Deniz mahsulü ağırlıklı menülerde daha önce hiç görmediğim yengeç, karides ve istakoz çeşitleri ağız sulandırıcıydı.

Sapa

Adının Türkçe anlamından anlaşıldığı gibi Sapa’nın yolu gerçekten de biraz sapa. Vietnam’ın kuzey batısında Çin sınırına çok yakın olan 1650 m. yüksekliğindeki bu dağ köyüne ulaşmanın en kolay yolu Hanoi’den gece trenine binmek. Yaklaşık 8 saat süren eski ve köhne vagonlarla yapılan yolculukta sadece turistler için çok şık kuşetler hazırlanmış. Epey sarsıntılı bir yolculuktan sonra sabah erken saatlerde Çin sınırındaki Lao Cai kasabasına varıyorsunuz. Lao Cai’dan Sapa’ya keskin virajlarla dolu 30 km.lik minibüs yolculuğuyla ulaşılıyor.

Sapa’da bizi karşılayan oranın yerlisi rehberimiz Hung trekkinge başlamadan evvel Sapa’nın pazarını gezmemizi önerdi. Bildiğimiz birçok sebze ve meyvenin satıldığı pazarı gezerken, et satıcılarının bölgesinde derisi yüzülmüş bir köpek kafatasının ve etinin açıkta satıldığını görünce alelacele pazarı terk etme kararını aldık.

Trekking’e başlamadan önce Hung elimize bir bambu sopası almamız konusunda bizi uyardı. Yağmurdan dolayı kayganlaşan aşırı çamurlu zeminde yürümenin tek yolu bambu sopasını baston olarak kullanmaktı. Yağmurlu ve puslu hava Sapa’ya çok mistik bir görüntü veriyordu. Yeşilin bin bir tonu, vadiler, nehirler ve şelaleler eşliğinde inişli çıkışlı yürüyüşümüze başladık. Manzaranın en ilgi çekici yönü dağın içine oyulmuş teras şeklindeki kat kat pirinç tarlalarıydı. Hung’un anlattığına göre Sapa halkı bu teraslarda pirinç ekmeyi öğrendiğinde gelir seviyeleri epey yükselmiş.

Bölgenin kalkınmasını sağlayan en önemli etken tartışmasız turizm. Bölgede günde 5 dolara bütün gün yiyip içmek bize sudan ucuz gelirken, Sapalılar 1 dolara gümüş bilezik sattıklarında inanılmaz memnun oluyorlar. Vietnam’da GSMH’nin yılda 300 - 400 dolar olduğunu düşününce çok da şaşmamak lazım. Yalnız Sapalılar turistlerle ticarete alışkın olmadıklarından biraz fazla ısrarcı oluyorlar. Yürüyüş esnasında peşinize takılıp kilometrelerce size el yapımı bilezik, atkı, kazak satmaya çalışıyorlar. İlk başta ilginç gelen bu diyalog yürüyüş boyunca size rahat vermedikleri için sinir bozucu oluyor. İşin kötü yanı size birşey satmaya çalışan yerli kıyafetleriyle süslenmiş 4 ila 8 yaşındaki küçük kızlara kötü davranamıyorsunuz.

Saigon (Ho Chi Minh City)

Vietnam’ın kuzeyindeki doğa harikalarından sonra kendimizi Saigon’da bulunca biraz afalladım. Her iki kişiye bir motosikletin düştüğü 5.5 milyon nüfuslu bu büyük cangıl, Vietnam savaşı sırasında Amerika’nın merkezi olduğundan, Amerikan mimarisinden de bir hayli etkilenmiş.

Eskiden Saigon olarak bilinen şehrin adı 1973 yılında Amerikalılar terkedip, komunist kontrolüne girince, Ho Chi Minh City olarak değiştirilmiş. Şehrin en ilgi çekici yanı Savaş Cinayetleri Müzesiydi. Eski Amerikan yönetim binasına kurulmuş olan müze 1975’e kadar Vietnamlıların Fransız ve Amerikan kuvvetlerinden çektikleri zulmü anlatıyor. Bizim Vietnam savaşı olarak bildiğimiz savaşa Vietnamlılar Amerikan savaşı diyorlar. Müzede bir nevi anti-Amerikan propagandası yapıldığı düşünülse de savaşta ölen Amerikalı ve Vietnamlıların istatistikleri karşılaştırıldığında bunun nedeni mantıklı geliyor.

Caodai Tapınağı

Saigon’un karışıklığı ve hava kirliliğinden yorulduğumuz için şehirden biraz uzaklaşmaya karar veriyoruz ve yaklaşık 1.5 saat uzaklıktaki Tay Nihn kasabasındaki Caodai tapınağını gezmeye gidiyoruz. Yüksek kule veya saray anlamına gelen Caodai dini 1919’da Ngo Minh Chineu adlı bir Fransız devlet memuru tarafından başlatılmış. Ngo Minh Chineu’ya tanrıdan dinlerin doğruluğu hakkında vahiy gelmiş ve ona Budism, Hinduism, Taoism, Konfüçyism, Hristyanlık ve İslamın öğretilerini birleştirerek, dünyada barışı esas alan tek bir din başlatması söylenmiş. 1926’da halka yayılmaya başlayan bu dinin bugün çoğu Vietnam’da olmak üzere yaklaşık 8 milyon müridi var.

Tay Nihn’deki tapınak bugün dinin merkezi konumunda. Tapınakta günde dört kez ayin yapılıyor. Şansımıza ziyaret ettiğimiz öğle vaktinde de bir ayin vardı. Ayin başladığında müzisyenlerin kemençe tipi bir çalgı ve davulla çaldıkları güzel Asya ezgileri eşliğinde önce sarı, kırmızı ve mavi kıyafetler ve cüppeler giymiş olan baş rahipler salona girdi. Ardından da bembeyaz kıyafetli erkek ve kadın müridler alt kattaki yerlerini haremlik selamlık olarak aldılar. Turistlerin dua edenleri rahatsız etmedikleri sürece ayini balkondan izlemelerine izin veriliyor. Bu; turistler için çok güzel bir gezi, Caodailar için ise iyi bir reklam kampanyası oluyor.

Cu Chi Tünelleri

Caodai Tapınağı’ndan yaklaşık 1 saat uzaklıkta, Vietnam savaşının en kanlı mücadelerinden birine sahne olan Cu Chi tünellerine ulaşıyoruz. Viet Cong (Kuzey Vietnamlılar) tarafından kazılan yaklaşık 130 km. uzunluğunda ve yerin altına üç kat inen bu tünel ağı savaş sonrası mayınlar temizlendikten sonra turistik bir tesise dönüştürülmüş. Tünel ağının içinde yatakhane, hastane, mutfak ve silah deposu mevcut. Tünellerin içine girince insanların bu kadar dar ve nispeten havasız bir alanda yaşadıklarına inanmak güç geliyor. 1.92 metrelik boyumla tünellerden yerlerde sürünerek geçmeye çalışırken rehberimiz tünellerin turistler için üç kat genişletildiğini söylüyor. Tünellerden çıktığınızda isterseniz 1 dolar karşılığında Vietnam savaşında kullanılan AK-47 tüfekleriyle atış talimi yapabiliyorsunuz.

Zamanım kısıtlı olduğu için 10 günde Vietnam’ın bu kadarını gezebildim. Tarih, politika, din ve enfes doğal güzelliklerin bütünleştiği bu muhteşem tatili herkese tavsiye ediyorum.

Yazı ve fotoğraflar: Erez Navaro
rezbo@yahoo.com



Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)