Dosya: Kurumsal Sosyal Sorumluluk


Sürdürülebilir gelişmeye artı bir değer

Öncelikle Kurumsal Sosyal Sorumluluk anlayışının tanımsal yönünden başlayalım. Bilindiği gibi, yasal bir kişiliğe sahip olan şirketlerin, diğer bireyler gibi topluma karşı sorumlu olması, gerektiğinde yargılanması ve cezalandırılması giderek yaygınlaşıyor. Örneğin, bir şirketin kimsayal atık taşıyan tankerinin, atıkları denize bırakmasının sorumlusu tankeri kullanan kişi değil, şirketin kendisi olarak kabul ediliyor.

KSS kavramı da, şirketlerin -bağımsız bireyler olarak- hukuki ve ekonomik sorumluluklarının dışında, özellikle etik ve sosyal sorumluluklarını ön plana çıkaran bir kavram olarak önem kazanıyor. Avrupa Komisyonu’nun Haziran 2004 tarihinde “Corporate Social Responsibility and Trade Policy” adı ile yayınladığı belgede ise KSS şu şekilde tanımlanıyor: “KSS sürdürülebilir gelişmeye dair artı bir değerdir. Gelişme çerçevesi içerisinde, yeni bin yılın hedeflerine ulaşmada, yoksulluğu azaltarak sürdürülebilir gelişmeyi varmayı sağlayan bir araçtır”

Neden önem kazandı?

Küreselleşme ve ekonomik kalkınmanın etkisiyle artık şirketler, normal bir bireyin sahip olabileceğinden çok daha fazla güce sahip olarak, dünyadaki sosyal, politik ve ekonomik yapıyı etkileyecek konuma geldi. Öyle ki, günümüzde çok uluslu şirketlerin bazıları dünya genelindeki birçok devletten daha fazla ekonomik ve politik güce sahip. Bu durumda da şirketlerin insan haklarına, çevreye ve topluma karşı sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesini sağlayabilmek oldukça zorlaşıyor.

Çalışma koşulları, insan hakları ve çevreye duyarlılık konusunda uluslararası yasalarla belirlenmiş standardlar olmaması nedeniyle, şirketler sadece faaliyet gösterdikleri ülkelerin yerel yasalarına uymakla yükümlü tutuluyor. Tabii ki çok uluslu şirketler, bu tarzda yasaların olduğu ve katı bir şekilde uygulandığı ülkelerde yatırım yapmaktan çekiniyor. Şirketlerin bu tavrı ise, gelişmekte olan ve yabancı sermayeyi kendilerine çekmek için yarışan ülkelerde yasal düzenlemelerin sınırlayıcılığını azaltmaya yönelik bir “dibe yarış” başlatıyor. Tüm bunlar son yıllarda birçok ülkede şirketlerin, daha fazla kar etmek amacıyla, çevreye zarar vermesine ve insan hakları ihlalleri yapmasına imkan veren faktörler arasında yer alıyor.

Artan iç ve dış baskılar

Kurumsal sorumluluğun önem kazanmasının en büyük nedeni de, artan ihlallere karşı şirketlere yönelik iç ve dış baskılar oluşturulmaya başlanması. Toplumlar son yıllarda; çocuk işçi çalıştırma, insan sağlığını tehdit edici çalışma koşulları, çevreye zarar verici teknolojiler kullanma, kimyasal atıkların doğaya kontrolsüz şekilde bırakılması, sendika kurma hakkının engellemesi, sağlığa zararlı ürün ve hizmetler sunulması, vergi kaçırma ya da vergilerin düşürülmeye zorlanması yoluyla sosyal yardımları azaltma gibi şirketlerin yapabilecekleri her türlü sosyal, politik, ekonomik hak ihlallerine karşı giderek bilinçlenmeye ve tepki göstermeye başladı.

Tüketicinin artan baskısı, şirket çalışanlarının oluşturdukları iç baskılar ve sivil toplum kuruluşlarının düzenledikleri büyük çaplı kampanyalar nedeniyle, şirketler de artık, faaliyetlerinde sosyal sorumluluğa özen göstermeye başladılar...

KSS kavramı şirketler için ne anlam ifade ediyor?

Morton Winston’a göre, KSS kavramının şirketler için anlamlı hale gelmeye başlaması, özellikle 1970 sonrasında ortaya çıkan çevreci ayaklanmalar ve insan haklarıyla ilgili skandallarla hızlandı. Bu gibi olaylar nedeniyle birçok şirket, tüketicinin gözündeki itibarını kaybetmesinin yanında, ağır tazminatlar ödemek ve yeni uygulamalar getirmek zorunda kaldı ve kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla, şirketlerin sosyal sorumluluk konusuna yaklaşımı ilk olarak, şirketin imajının zedelenmesinden ve çeşitli cezalar almaktan kaçınmak üzerine kuruldu. Bunu sağlamak için de kurumlar, öncelikle yasa ve yönetmeliklerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmeye, daha sonra ise topluma aktif katılım ile duyarlılık göstermeye çalıştı.

Şirketler bir süre sonra, sosyal sorumluluk davranışıyla hareket etmenin, dolaylı yoldan şirketin karına da olumlu etki yaratacağını fark etmeye başladı. Duyarlı yatırımcıların sosyal sorumluluğu olan şirketlerin hisselerine yönelmeye başlaması, tüketicinin bilinçlenmesi ve hak ihlalleri yapan şirketlerin ürünlerini kullanmaktan kaçınması, boykotların ve şirketlere karşı açılan davaların artması nedeniyle birçok şirket, KSS’yi diğer ana faaliyetleri kadar önemli görmeye başladı.

Yasalar ve düzenlemeler...

KSS konusunda her ne kadar uluslararası bir yasa bulunmasa da, birçok uluslararası örgütün bu alanda çeşitli düzenlemeler ve anlaşmalar yaptığını da söyleyebiliriz. Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch gibi sivil toplum örgütlerinin önerdikleri standartlar dışında, Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler gibi, söz sahibi sayılabilecek yapıların da bu konuda çeşitli anlaşmalarla belirlemiş oldukları standartlar var. Dünya Ekonomik Forumu çerçevesinde farklı ülke ve sektörlerden 38 önemli kuruluşun başkanları tarafından imzalanan Küresel Kurumsal Vatandaşlık Bildirgesi ve 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerisi üzerine oluşturulan ve ilkeleri dünya genelinde birçok büyük şirket tarafından kabul edilen Birleşmiş Milletler Küresel İlişkiler Sözleşmesi (Global Compact) bu konuda oldukça önemli adımlar olarak gösterilebilir.

Dünyada neler konuşuluyor?

KSS alanındaki gelişmeler, şirketleri belli ilkeleri benimsemeye yönlendirirken, bu konuda oluşturulmuş uluslararası prensipler bulunması da şirketlerin işini kolaylaştırıyor. Bu prensiplerden en yaygın olanı Global Compact prensipleri. Şu ana kadar Global Compact üyesi olarak, bu ilkeleri benimsemiş olduğunu bildiren yaklaşık iki binin üzerinde şirket var.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 1999 yılında önerdiği ve dünya liderlerini katılıma davet ettiği Global Compact oluşumu; çevre, işçi hakları, insan hakları ve rüşvet karşıtlığı konusunda ana prensipleri benimsiyor. Üye sayısı ve çalışmalarının önemi giderek artan bu kuruluşun düzenlediği ilk konferans 2004 yılında yapıldı.

Global Compact

Birinci ayağı Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilen konferansta tartışılan ana başlıklar ise; sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlı teknolojilerin kullanımı ve yaygınlaştırılması, Global Compact’in bu konudaki rolü, iş dünyasının çevresel sürdürülebilirliği sağlamaktaki rolü şeklinde sıralanabilir.

Çeşitli vaka çalışmalarının sunulduğu konferansta, gelişmiş ekonomilerdeki düzenlemeleri daha küçük ekonomilerdeki sisteme uygulamaya çalışmanın yarattığı zorluklardan sıkça bahsedildi. Çevresel düzenlemelerin uygulanması alanındaki bu zorlukların nedenleri arasında iklim farklılıkları, kirlilik yaratan maddelerin oranındaki farklılık ve yeni teknolojilerin yerel düzenlemelere ve kültüre uymaması gibi maddeler sayılabilir. Örneğin, yağmurlu çevre koşulları için geliştirilmiş bir teknolojinin, çok fazla yağmur yağmayan bir alanda kullanılması pek uygun olmayabilir.

Konferansta tartışılan konulardan ilgi çekici olan diğer bir konu ise, çevreye duyarlı teknolojilerin aslında şirketlerin karlılığını direk olarak arttırabileceğiydi. Pakistan’da yapılan bir uygulamanın sonuçları da bunu kanıtlar nitelikteydi. Çevreye duyarlı teknolojiler kullanmaya başlayan yerel deri üreticileri; yeni teknolojileri uyguladıktan sonra daha az kirlilik yaratmanın yanında, daha az boya tüketimi yaptıklarını ve böylelikle maliyetlerinin de düştüğünü gözlemlemişler.

Konferansın 16 - 18 Eylül tarihlerinde Philadelphia’da yapılan ikinci ayağında da çevresel sürdürülebilirlik yine ana konuydu. Konferansın alt başlığı ise “Küreselleşme, Gelişim ve Çevresel Yönetim”di. Açılış konuşmasını Birleşmiş Milletler Global Compact Başkanı Georg Kell’in yaptığı konferansta, yoksulluktan küreselleşmeye, eğitimden özel sektörün rolüne, sivil toplumdan kalkınmaya kadar birçok konuda verimli tartışmalar yapıldı.

‘Yoksulluğu kar ederek yenmek’

The Fortune at the Bottom of the Pyramid: Eradicating Poverty Through Profits (Piramidin Tabanındakilerin Kaderi: Yoksulluğu Kar Ederek Yenmek) kitabının yazarı Profesör C.K.Prahalad’ın konferansın ilk gününde yaptığı sunum dinlemeye değerdi. Prahalad, yoksulluğu azaltmak için Hindistan’da yapılan birçok yardım kampanyasından örnekler verdi. Ve Prahalad’ın tezi, piramidin tabanı diye adlandırdığı yoksul kesime, ‘yoksul’ olarak bakmak yerine ‘yeni imkanlar ve buluşlara açık’ şeklinde bir düşünce sistemiyle yaklaşmamız gerektiğiydi. Örneğin bir grup yardımsever, Jaipur şehrinde savaşlarda bacağını kaybetmiş ve bu yüzden aktif olarak sosyal ve ekonomik yaşama yeterince katılamayan insanların çok olduğunu fark ettiklerinde, Jaipur Foot adı verilen bir buluş ile bu bölge insanlarına yardım etmeyi başarmış. Diğer ülkelerde binlerce dolara yapılan protez bacaklar yerine, diz altı bölgesini kaybetmiş insanların normal insanlar gibi yürüyebilmesini ya da koşabilmesini sağlayan bu yapay bacakları, o bölgede sadece 28 dolara satarak, hem bölge insanının verimliliğini arttırmış hem de bu iş üzerinden kar sağlamış oldular.

Finansal boyut

Konferansta üzerinde durulan diğer bir konu da, sosyal sorumluluk çalışmalarının finansal boyutuydu. Özellikle şirketlerin çevre teknolojilerine yönelik yatırımlarının geri dönüşünün hızlı olması ve duyarlı teknolojilerin daha da karlı olduğu örneklerin çok fazla olması bu konuda umut veren gelişmeler arasında sayıldı. Ancak, Michigan Üniversitesi profesörlerinden Thomas P. Lyon, bu konunun tartışıldığı panelde yine de şu noktaya dikkat çekti: “Eğer şirketler, yaptıkları sosyal sorumluluk çalışmalarından doğrudan kar edebilselerdi, şu anda bu konu üzerine bu kadar çok tartışma yapmaya gerek kalmazdı.” Sonuç olarak, bazı durumlarda sosyal duyarlılık faaliyetleri şirketlere doğrudan maddi kazanç sağlasa da, bu faaliyetlerin sağladığı kazanç genellikle dolaylı yollardan olduğu için, şirketlerin bu karı hemen fark etmeleri kolay olmuyor.

Peki, işe nereden başlamalı?

Başlangıç düzeyinde sorumluluğa sahip şirketlerin ilk yapması gereken, şirket faaliyetlerinin önce var olan yasalara göre, daha sonra da dünya genelinde çeşitli kuruluşlarca belirlenen sosyal sorumluluk ilkelerine göre değerlendirilmesi. Bu değerlendirmeler yapıldıktan sonra, şirketin kendi sosyal sorumluk ilkelerini belirlemesi; insan hakları, çevre, işçi hakları ve rüşvet gibi konularda uluslararası anlaşmalarda benimsenen prensiplere de uyan bu ilkelere ne kadar uyulduğunu raporlama sistemi yoluyla her yıl kontrol etmesi gerekiyor.

Bu aşamadan sonra ise şirketin toplum içinde aktif katılımı aşaması geliyor. Aktif katılım aşamasında, sivil toplum örgütleri ya da uluslararası anlamda kendi standartlarını belirlemiş çeşitli organizasyonlarla iletişime geçilerek, yapılan çalışmaların genişletilmesi, başarılı sonuçlar alınması için önemli. Bu aşamada, şirketin sosyal sorumluluk hedeflerinin netleşmesi ve üst yönetimin bu hedeflerle ilgili görev ve sorumluluklarının belirlenmesi de aynı öneme sahip adımlar olarak sayılabilir.

En son aşamaya gelindiğinde de şirketler artık, toplumun beklentilerini ve ihtiyaçlarını ölçerek, kendi politikalarını bu doğrultuda yönlendirecek seviyeye ulaşmış olur. Bu seviyeden sonra, kontrol mekanizmalarını ve sosyal sorumluluk prensiplerinin işlerliğini geliştirmek üzere çalışmalar yapmak şirketin sosyal sorumluluğunu koruması açısından yeterli olacaktır.

KSS anlayışında yol almış bir kıta: Avrupa

Dünyaya uzaktan baktığımızda kurumsal sosyal sorumlulukla ilgili ölçüt ve değerleri en çok benimsemiş kıtalardan birinin Avrupa olduğunu görüyoruz. Geçmişte yaptığı hatalara karşın, bu konudaki hatalarını dikkatle ve hızla düzelten Avrupa, hem toplum ve birey bazında, hem de şirketler bazında sosyal sorumluluk anlayışını oturtmuş durumda. O halde Avrupa’da faaliyette bulunan şirketlerin yönetim anlayışları ile KSS konusundaki uygulamalarına biraz daha yakından bakmakta yarar var.

İlk durağımız İsveç. The European Confederation of Workers’s Co – operatives, Social Co – operatives and Participative Enterprise (CECOP) tarafından 2002 yılında hazırlanan ‘İsveç – KSS Raporu’nda, İsveç’in KSS konusundaki yaklaşımı aslında raporun ilk cümlelerinden açıkça anlaşılıyor: “Kim için ve neden varız? Bu soru insanlığın temel sorusu olmasına rağmen artık, her şirketin de kendine sormak zorunda olduğu ana sorudur. Eğer herhangi bir şirketin yönetimine bu soruyu sorarsanız alacağınız cevap, ‘asıl amacımız şirket sahiplerinin ve ilgililerinin ihtiyaçlarını tatmin etmek’tir. Eğer bu soruyu satış ekibine sorarsanız ‘amacımız müşterinin ihtiyaçlarını karşılamaktır’ cevabını alırsınız. Bugün gittikçe artan bir bilinçle şirketler, içinde faaliyet gösterdikleri yerel toplumlarında iş ve vergi sağlayıcılığından çevre korunmasına kadar çok daha fazla role sahip.”

İsveç’teki şirketlerin KSS konusunda ne durumda olduklarını bilmek, ülkenin konuya yaklaşımı hakkında bize daha fazla bilgi vermekte. Örneğin, Volvo; yıllık raporlarının yanında, etik ve sosyal raporlar da hazırlıyor. Elbette sadece Volvo değil, bu konunun öneminin farkına varmış olan birçok şirket de aynı uygulamayı gerçekleştiriyor İsveç’te...

Volvo örneği

“İsveç – KSS Raporu”na göre Volvo; KSS alanındaki faaliyetlerini sadece bir takım yasal kurallara uyma tehdidi altında değil de, ‘önce insan’ değerinden yola çıkarak marka imajlarını oluşturmaya çalışan bir şirket. Bunun en büyük kanıtlarından biri, şirketin; sosyal denetim raporu ile dünya çapında KSS anlayışının gelişmesi amacıyla firmalara çeşitlilik, profesyonel gelişme, iş esnekliği, kadın gelişimi konularında destek olan danışmanlık ve denetim şirketi Deloitte and Touche tarafından sosyal denetim raporu ile ödüllendirilmesi oldu. Bugün Volvo, sosyal sorumluluk anlayışını aşağıda yer alan kelimeler etrafında şekillendiriyor:

Müşteriler: Volvo’nun arzlarındaki çekiciliğin nihai yargısı müşterilerdir.
Güvenlik: Bir Volvo müşterisi araba aldığı anda ilk düşünülen müşterinin güvenliğidir.
Kalite: Çünkü müşteri memnuniyeti kaliteli ürünler üzerine kurulur.
Çevre: Düşük emisyon ve benzin tüketimi, sürdürülebilir gelişmenin ön koşuludur.
İş ortakları: Hedeflere ulaşmanın yolu iş ortaklarının memnuniyetinden geçer.
Tedarikçiler: Tüm tedarikçiler ISO 14401 ve Birleşmiş Milletler Global Compact standartlarına uymalıdır.
Toplum: Volvo yerel arenada sorumluluğunun bilincinde olarak hareket etmek için, yerel çevrenin aktörleri ile diyalogu sürekli tutar.

Volvo’nun 2000 yılında yayınladığı sosyal raporunda yer alan bu ifadeler, şirketin hangi değerler üzerine kurulduğunu ve hangi değerleri korumaya çalıştığını gösteriyor. Güvenilir ve inanılır olmak ve bu özellikleri sürekli kılmak ve dolayısıyla insanları kendine çekmek Volvo’da paylaşılan ortak bir payda.

Fransa’nın ulusal stratejisi

Fransa ise ulus olarak KSS anlayışının ülkede oturtulması amacıyla çalışmalar gerçekleştiriyor. Fransa Başkanı 3 Haziran 2004’te sürekli gelişme sağlayacak ulusal bir strateji kurma görevini hükümete verdi. Bu görevin ana konusu ise KSS’yi geliştirmekti. Hükümetin üstlendiği bu görev; şirketlerin saygı duyması ve güvence altına alması gereken değerleri, faaliyet planlarında ve stratejilerinde sosyal sorumluluk projelerini içeren ulusal veya bölgesel tüm girişimleri de içeriyor. Hükümetin hazırladığı Haziran 2004 tarihli bu raporda, KSS uygulamalarına ve araçlarına da yer veriliyor.

Ayrıca KSS ölçümünün daha güvenilir ve daha şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak araçlar da raporda yer alıyor. Toplum güçlerinin benimsemesi gereken değerler ve KSS konusundaki öncelikler ve riskler açıklanıyor. Önerilerin de yer aldığı raporda, KSS araçları ile içeriği tanımlanıyor.

Sonuç olarak Avrupa’nın birçok ülkesinde sosyal sorumluluk; şirketlerin yönetim anlayışlarının temeline yerleşmiş durumda. Aslında bu durumu Avrupa’ya getiren en büyük neden, sosyal sorumluluk bilincinin, şirketleri kuran ve işleten bireyler tarafından çok daha önce benimsenmiş, bir kültür haline getirilmiş olması yatıyor. Ama yine de ipin ucunu serbest bırakmıyor Avrupa... Şirketler bazında KSS bilincinin geliştirilmesini sürdürülebilir kalkınmanın ana noktası olarak gördüğünden, hem ülkesel hem de Avrupa Birliği çapında konferanslar düzenliyor. Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz ay Hollanda’da düzenlenen Maastricht Konferansı. Konferansta sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlara cevap verebilecek bilgi, yenilik ve katılımı sağlayıcı KSS anlayışlarını kurmanın şirketlere dinamik bir ekonomiye sahip olmada temel olduğu yaklaşımı vurgulandı.

Türkiye’de neler yapılıyor?

Kuşkusuz Türkiye’de de Kurumsal Sosyal Sorumluluk konusunda faaliyet gösteren, projeler üreten ve bu anlayışı şirket içinde oturtmaya çalışan birçok şirket var. Bu dosya kapsamı içerisinde hepsine yer vermemiz mümkün olmadığından, önemli sosyal sorumluluk projelerine imza atmış birkaç şirkete ve bu şirketlerin sosyal sorumluluğa ilişkin görüşlerine sayfalarımızda yer veriyoruz. Bu kapsamda ilk durağımız ise Unilever. Şimdi Unilever’in bu konudaki uylamalarını daha yakından görmek için şirketin Kurumsal İletişim Müdürü Ebru Şene Erim’e kulak verelim.

“Çalışanlar artık dünyanın gelişimine katkıda bulunmak için
çalışmak istiyor”

Erim ilk olarak şirketlerin günümüzde sadece ticari amaçlar güderek varoluşlarını sürdüremeyeceklerini, aynı zamanda sosyal sorumluluklar almaları gerektiğini ve ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunmalarının gerektiğini belirtiyor: “Şirketler günümüzde toplumsal sorumluluklarına iş stratejilerinin bir parçası olarak bakmaya başladılar. Çünkü çalışanlar artık inandıkları bir şey için ve yaşadıkları dünyanın gelişimine katkı sağlamak için çalışmak istiyorlar. Çünkü tüketiciler için artık sadece bir ürünün maddi değeri ve kalitesi onu satın almaları için yeterli değil, onu üreten şirketin faaliyetlerini de takip ediyorlar. Bu yüzden de şirketler artık faaliyetlerini çok iyi gözden geçirmeli ve çevrelerini nasıl etkilediklerini tespit etmeliler. Kurumsal katkı her anlamda topluma geri vermek, ülkenin bir parçası olarak sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmek ve etkin yönetim anlamında doğru bir örnek teşkil etmek demektir.”

Unilever’in kurumsal sosyal sorumluluk kapsamına; insan sermayesine yatırım yapmak, iyi yönetimi teşvik etmek, ekonomiyi güçlendirmek, çevreyi korumak, sosyal uyumu sağlamak ve verimliliği artırmanın girdiğini belirten Erim; toplumsal gelişim, kültür-sanat ve çevre konularında model oluşturduğuna inandıkları ve hala sürmekte olan projeleri arasında Uluabat Entegre Yönetim Projesi, Komili Antik Klazomenai Zeytinyağı İşliği Kazısı’nın bulunduğunu belirtiyor. Bunun yanında Becel Kalp Haftaları, Topkapı Sarayı Dış Yüzeylerinin Taş ve Mermer Temizliği Konservasyonu ve Restorasyonu: Algida ‘99 Yaz Okulları Projesi, Rama Lezzetinin Öyküsü Sergisi, Cif Temizlik Treni, Sana Ulusal Aşı Günleri ve Rama Cansuyu Projesi de bunlar arasında yer alıyor.

Kilit nokta sürdürülebilirlik

Dünyanın 100'den fazla ülkesinde yatırımları olan ve ürünleri 140'dan fazla ülkede satılan Unilever için en öncelikli konunun, faaliyet gösterdiği pazarların uzun vadeli sürdürülebilir olması olduğunu belirten ve bunun anlamının; her şeyin üstünde hem arz hem de talebin sağlıklı yapıda gelişmesi olduğunu belirten Erim şunları söylüyor: “Unilever, üreticilerin ekonomik refaha ulaştığı ve tüketicilerin de gereksinim duydukları en kaliteli ürünleri elde edebildikleri yani genel olarak canlı ve gelişen piyasaları arzu ediyor. Unilever için bunun gerçekleşmesinin en temel koşulu ise ticari faaliyeti için gereksinim duyduğu kaynaklara özen göstermek; ki bunlar doğal, insan ve finansal kaynaklar olarak adlandırılabilir. İşte Unilever'in kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının merkezine yerleştirdiği ‘sürdürülebilirlik’; özetle kaynakların gelecek nesillere azalmadan, tam tersine geliştirilerek aktarılması anlamına geliyor.”

Sürdürülebilirliğin salt ekonomik anlam ifade etmediğini, aynı zamanda etik yönü de bulunduğunu söyleyen Erim: “Unilever kabul ettiği yüksek kurumsal davranış standartları / ilkelerinden biri olarak sürdürülebilirliği en önde gelen sorumluluğu kabul ediyor. Bu sorumluluğunu yerine getirirken, her alanda olduğu gibi başarının belirli konulara odaklanmadan geçtiği inancıyla Unilever, ‘sürdürülebilir gelecek girişimleri’ olarak adlandırdığı üç alana odaklanmış durumda: Sürdürülebilir Balıkçılık, Sürdürülebilir Tarım ve Sürdürülebilir Su… Bu girişimlerin Unilever'in (a) operasyonların çevresel etkilerinin asgariye indirilmesi; (b) çevreye duyarlı ürünler üretme; (c) çevre korumaya yönelik projelere gönüllü katkılar olarak tanımlanabilecek ‘çevre koruma çabalarının’ ötesine geçen sürdürülebilir kalkınma girişimleri olduklarını da vurgulamak gerekir.”

Gelelim Erim’in Kurumsal Sosyal Sorumluluk konusunda şirketlere neler önerdiğine… “Sürdürülebilir bir gelecek için, öncelikle kendi faaliyetlerimizde çevreye olan etkimizi düşük düzeyde tutmamız, ikinci olarak da toplumda çevre bilincinin geliştirilmesi yönünde harekete geçirici, bilinçlendirici nitelikte çalışmalar yapmamız gerekiyor” diyen Erim, “Bu ikisi de esasen bir sosyal sorumluluk konusu… Tabii, hiçbir ticari kuruluştan herhangi bir çevre sorununu tek başına çözmesi beklenemez. Bu tür sorunlar toplum olarak çözülebilir ancak. Yani devlet, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşların aktif katılımı şart. Önce tanı koymalı, sonra akılcı bir plan yapılarak net hedefler oluşturulmalı ve kaynak yaratılmalı, son olarak da uygulamaya geçilmeli. Her şeyin üstünde de sahiplenme gerekli” diyor.

‘Hızlı büyürken bazı şeyleri unutmuyoruz’

Şimdi de, Capital dergisinin 2004 yılında gerçekleştirdiği araştırmada, Türkiye’nin en büyük 30’uncu özel sektör şirketi olan Gima’nın uygulamalarına biraz daha yakından bakalım. Şirketin Genel Müdür Yardımcısı, İnsan Kaynakları ve Kalite Yönetimi Departmanı çalışmalarının başında bulunan Murat Ergene; son yedi yılın analizlerine bakıldığında Türkiye’nin en hızlı büyüyen ikinci şirketinin Gima olduğunu, ancak bu hızlı büyümeyi gerçekleştirirken bir takım şeyleri de unutmamaya çalıştıklarını belirtiyor.

Ergene’ye göre; unutulmaması gerekenlerin en başında da, büyük şirketlerin çevrelerine olan sorumlulukları geliyor. Sadece mali bir takım değerleri dikkate alarak, işe alım yaparak veya para kazanarak, belli bir noktaya gelinemeyeceğini belirten Ergene; “yabancı yatırımlarımız olsa da biz Türkiye’de faaliyet gösteren bir Türk şirketiyiz. Bu nedenle de 3 bin 500 kişilik bir şirket ve 500 milyon dolara yaklaşan bir ciro sahibi olarak ‘biz ne yapıyoruz, ne gibi sorumluluklar yerine getirmeliyiz, çevremize ne gibi bir faydamız var’ gibi soruları kendimize sormamız gerekiyor” diyor.

Gima olarak, kanunen üzerlerine düşeni eksiksiz yaptıklarını belirten Ergene; bu noktadan sonra hukuken üzerlerine düşmeyeceği halde, ‘Türkiye için, çevre için neler yapabiliriz?’ diye düşünmeye başladıklarını ve ÇEKÜL, AÇEV gibi kurumlara bağışlar yaptıklarını ifade ediyor.

‘Şirketler, bireyler gibi düşünmeli’

Şirketlerin bireyler gibi düşünebilmesinin, duygusal konularda etik davranabilmesinin önemini vurgulayan ve bu konulardaki eksiklerini tamamlamaya çalıştıklarını ifade eden Ergene; temel hareket noktalarının, ‘büyük bir şirket olarak, toplumdan aldığımızı, kazandığımızı yine topluma nasıl geri veririz’ düşüncesi olduğunu belirtiyor. Her şeyin bu karşılıklılık esasına göre yürümek zorunda olduğunu söyleyen Ergene: “Aksi halde bir yerde tıkanırsınız. Şirket olarak, ‘hep bana’ anlayışı yerine biz; paylaşmayı, toplumumuza bir şeyler vermeyi amaç edinen bir kültüre sahibiz. Şirketin tepe yönetimi nasılsa, biz de o şekilde faaliyetlerimizi sürdürüyoruz” diyor.

Kan bağışı kampanyasında rekor

Bugüne kadar yaptıkları en büyük sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde, kan bağışı kampanyası ile bir seferde Türkiye’de en fazla bağışı ve katılımı sağlayan şirket olduklarını belirten Ergene; tüm çalışanlarının gönüllü olarak kan bağışında bulunmalarını, Gima çalışanlarının da sosyal sorumluluklarının bilincinde olduklarının en büyük göstergesi olduğunu belirtiyor. “Gima’dan 256 kişi bir seferde kampanyaya katılarak Türkiye rekoru kırdı. Kızılay Başkanının bize bizzat teşekkür etmesi ve katılım belgesi vermesi bizi gururlandırdı. Kan ihtiyacı gibi önemli bir konuda üzerimize düşeni yaptığımızı düşünüyorum.”

Ayrıca Ergene; Ramazan ayı boyunca da, Beykoz Belediyesi Aşevleri’nde verilen yemeklerle, diğer belediyelere verilen ramazan paketlerinin dağıtımıyla ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na yaptıkları giyim eşyası yardımları ile yardıma ihtiyacı olan vatandaşlara ulaşmaya çalıştıklarını belirtiyor.

Yapılan iyilik unutulmuyor...

1999 Adapazarı depreminin ardından, Adapazarı’ndaki mağazalarını, bir saniye bile düşünmeden halka açtıklarını, sattıkları ürünleri vatandaşlara ücretsiz dağıttıklarını belirten Ergene; bu yardımın hala konuşulduğunu ve Adapazarı halkının yapılan iyiliği unutmadığını belirtiyor. “Bu; kaç sene önce olmuş bir örnek ama bu durum şu açıdan önemli: Kurumlarda biriken bir takım geleneksel kültürler ileriye taşınıyor. Bu nedenle bugün bize katılan bir kişiye, oryantasyonlarımızda, ‘bakın biz böyle bir şirketiz’ diyerek yaptığımız bu yardımı anlatıyoruz. Sonuçta ticari, para kazanmak için çalışan bir şirketiz ama çalışanlarımıza her şeyin para olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Bu tip olaylarda sorumluluğumuzun, büyük bir şirket olmanın bilincinde olarak davranıyoruz.”

Sosyal sorumluluk kültürüne sahip olmanın ve topluma faydalı projeleri gerçekleştirmenin ve bu projeleri desteklemenin, kendilerine manevi bir haz verdiğini ve bununda en önemli kazanımları olduğunu ifade eden Ergene; projelerini sistematik olarak gerçekleştirmeye çalıştıklarını belirtiyor. “Bir Fiba Holding şirketi olarak, Türkiye’deki en önemli vakıflara destek olmaya çalışıyoruz. Çocuk gelişimine destek olmaya ve desteğimizle Türkiye’de bu konudaki bilinci geliştirmeye çalışıyoruz. Bu konuda istikrarlı bir şekilde ilerliyoruz.”

Ergene’ye göre; şirketlerde KSS Komiteleri olmalı ve önümüzdeki 5 yıl içerisinde hangi sosyal sorumluluk projelerinin hayata geçirileceği bu komiteler tarafından belirlenmeli. Gima olarak, bu konuda uzun vadeli plan yaptıklarını ve vakıflar temelli hareket ettiklerini belirten Ergene; bu projeleri rutin ve kalıcı hale getirmeye çalıştıklarını belirtiyor.

‘Sosyal sorumluluk profesyonelce yapılmalı’

Gima’da KSS projelerinin takibinin en üst düzeyde İnsan Kaynakları & Kalite Yönetiminden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı ile bizzat Genel Müdür tarafından yapıldığını belirten Ergene; bu durumun şirketlerinin sosyal sorumluluğa verdikleri önemi gösterdiğini ifade ediyor. “Başında bulunduğum KSS komitemiz, genel müdürümüz ve yönetim ekibimizle birlikte düzenli olarak ne yapmamız gerektiğini belirlemek üzere görüşüyoruz. Sosyal sorumluluk projelerinin bir iş gibi algılanması gerekir. Profesyonelce yapmak gerekir.”

Ancak bu kültürü çalışanlarına da aktarmak için, oryantasyon toplantıları ve düzenli olarak tüm Türkiye genelinde gerçekleştirdikleri eğitimler ile çalışanları bilgilendirdiklerini belirten Ergene; 31 ildeki 125 mağazanın, 125 mağaza müdürüne şu talimatı verdiklerini ifade ediyor: “Çevrenizdeki olayların, sosyal sorumluluklarınızın bilincinde olun. Yapmanız gereken bir şey varsa bizlerle paylaşın. Ve elimizden geldiğince yardımda bulunalım.”

Gima’dan bir adım öteye...

Şimdi ise, Gima’nın bir üst basamağına; kuruluşun bünyesinde bulunduğu Fiba Grubu’na bakalım. Grubun İnsan Kaynakları Koordinatörü Hamdi Aydın; sosyal konulardaki çalışmalarının ağırlıklı olarak Finansbank kanalıyla yürütüldüğünü belirtiyor. 1987’de Finansbank’ın kuruluşu ile doğan Fiba grubunun sosyal sorumluluk anlayışının kuruluş yıllarında başladığını belirten Aydın; 90'ların başında, bugünün başarılı iki vakfının (AÇEV ve Finans Vakfı) kuruluşuna destek verdiklerini ifade ediyor ve bu konudaki diğer desteklerini şu şekilde sıralıyor: “Bunların dışında AKUT, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Ekonomistler Platformu gibi sivil toplum örgütlerine çeşitli şekillerde desteklerde bulunuyoruz. Böylece Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olacak gençlere destek veren söz konusu sivil toplum örgütlerinin, finansal destek sağlanması amaçlanıyor. Yine, Türkiye İsraf Vakfı'na, girişimci kadınlara destek vermek amacıyla destek sağlanıyor.”

Aydın; Fiba Grubu’nun Adapazarı ve Düzce depremlerinde de, başta çadır ile yiyecek ve giyecek olmak üzere, önemli destek sağladığını ve de bu destek anlayışının Bingöl depreminde de sürdüğünü belirtiyor. Aydın; özellikle Adapazarı ve Düzce depremlerinde sadece grup şirketleri olarak değil, tüm çalışanlar olarak da önemli katkılarda bulunulduğunu vurguluyor.

İK’yı ve sosyal sorumluluğu birleştirmek...

İstanbul'daki dört İlköğretim Okulunun deprem güçlendirmesinin de, Finansbank kanalıyla Fiba Grubu tarafından yapıldığını belirten Aydın; Grubun sosyal sorumluluk anlayışının sadece yardımlarla sınırlı kalmadığının altını çiziyor ve hızla büyümekte olan, başta Finansbank olmak üzere, tüm Fiba Grubu’nun İK Yönetimi ile sosyal sorumluluk anlayışının birleştiği şu noktayı bizlere aktarıyor: “Grubun eleman ihtiyacının karşılanmasında 2001 krizi nedeniyle işsiz kalan bankacılara yer verildi ancak sadece tecrübeli eleman alınmakla yetinilmedi ve yeni mezun yüzlerce genç de işe alınarak genç mezunların da iş bulmalarına katkı sağlandı.”

Ekol Lojistik’te Kurumsal Sosyal Sorumluluk

KSS anlayışından ve projelerinden bahsedeceğimiz bir diğer şirket de Ekol Lojistik… Ekol Lojistik Pazarlama ve İletişim Direktörü Banu Aydoğan, Ekol Lojistik’in çalışanlarına özlük haklarını tanıyan, devlete olan yükümlülüklerini yerine getiren, hem fiziki hem de sosyal çevreyle olan ilişkilerini doğru yürüten bir kuruluş olarak, KSS bilinciyle hareket eden bir şirket olduğunu belirterek; Ekol’un aynı zamanda, KSS’un önemli boyutları olan, ekonomik, hukuki, etik ve yardımseverlik gibi kavramları da kendi bünyesinde yaşatan bir kuruluş olduğunu belirtiyor.

Bu bağlamda Aydoğan; şirket anlayışlarındaki KSS kapsamını şu şekilde sıralıyor: “İş ahlakına sahip olmak, çevrenin yaşanacak bir çevre olmasını sağlamaya çalışmak, çalışanımıza ve özlük haklarına önem vermek, çalışma koşullarını sürekli iyileştirmek, motivasyonun önemini vurgulamak, iletişimi arttırarak, geliştirdiğimiz araçlarla çalışanlarımızın karar mekanizmalarında yer almalarını sağlamak ve müşterimizi bilgilendirme sorumluluğumuzun bilincinde olmak.”

‘Çocuklarınız Çocuklarımız’

Gelelim şirketin KSS uygulamalarına. Aydoğan; bu yıl ‘Çocuklarınız Çocuklarımız’ olarak adlandırdıkları bir projeyle, 2004-2005 öğretim yılında, çalışanlarının zorunlu eğitim çağındaki tüm çocuklarının okul ve kışlık kıyafet ihtiyaçlarını karşıladıklarını belirtiyor. “Yaklaşık 430 öğrencimizin çantadan suluboyaya, defterden diş macununa, kışlık monttan çoraba varıncaya kadar, okul döneminde ihtiyaç duyacakları her türlü araç - gereç ve kıyafet ihtiyacını bu projemizle gideriyoruz.” Aydoğan; sosyal sorumluluk içerisinde yer alan bu çalışmaları ile itibar; değer, müşteri, güven ve kaliteli personel kazanmayı umut ettiklerini ifade ediyor ve ‘Bizim gibi KSS kavramına sahip çıkan şirketlerin bu çalışmaları sonucunda bazı kazanımlar elde edeceği bir gerçek...’ diyor.

Toplumsal fayda prestij getiriyor

Aydoğan bu ve diğer KSS projelerinin marka bilinirliğinin ve değerinin artmasını sağladığı görüşünde. Toplumsal fayda üreten şirketlerin, diğerlerine göre daha prestijli ve daha değerli bir konum elde edeceklerini ifade eden Aydoğan; bu uygulamalar ile satışların ve müşteri memnuniyetinin de artabileceğini belirtiyor.

Verimlilik ve kalite artışının da, sosyal sorumluluk projelerinin sonuçlarından biri olduğunu belirten Aydoğan; çalışma şartlarını iyileştirmeye çalışan, organizasyon içerisinde bir sinerji ve etkileşim yaratan şirketlerde, çalışanlar ve yönetim arasında daha sıcak ilişkilerin geliştiğini, bunun da verimliliğin artmasını ve hataların azalmasını getirdiğini ifade ediyor. Aydoğan, bir diğer kazanımı da şu şekilde dile getiriyor: “Sosyal sorumluluk çalışmaları yapan şirketler; kalifiye işgücü tarafından tercih edilir bir konuma gelir ve kaliteli işgücünü elde tutabilir. Ayrıca, toplumsal fayda yaratan şirketler; gerek devlet, gerek toplum, gerekse müşterileri arasında olumlu bir izlenim yaratabilir.”

Projelerin olmazsa olmazları…

KSS anlayışının özel şirketler için ne kadar önemli bir kavram olduğunu vurgulayan Aydoğan; sosyal sorumluluk projelerinin olmazsa olmazlarını da öncelik sırasına koyuyor: “Birinci sırada, ticari bir beklentinin olmaması ve projenin şirkete ‘doğrudan’ bir fayda getirmemesi yer alıyor. İkinci olarak, sürekliliğinin olması ve üçüncü olarak, mutlaka şeffaf yani hesap verilebilir olması şart. Son olarak da, şirketin kendi iş alanı dışında yürütmesi gereken faaliyetler olarak düzenlenmesi gerekiyor.”

Hangisi promosyon, hangisi sosyal sorumluluk?

Ancak Aydoğan; Türkiye’deki bazı şirketlerin, adına ‘sosyal sorumluluk’ dedikleri projelerinin, aslında birer ‘sponsorluk’, ‘sosyal yönü olan promosyon’ ya da ‘akılcı bir pazarlama’ çalışması olduğunu belirtiyor ve şu örnekleri veriyor: “Temizlik malzemeleri üreten bir şirket, bir temizleme çalışması başlatıp da buna sosyal sorumluluktur derse, yanlış olur. Tamamıyla kendi ilgi alanında yapılan bir çalışma, ticari getiri sağlayacak bir çalışmadır. Aynı şekilde, Türkiye’nin en büyük futbol takımlarından birine reklam karşılığı sponsor olup da adına sosyal sorumluluk demek olmaz. Veya, ‘bizden alışveriş yapın, çekilişe katılın ve kazananlar turistik geziye çıksın’ diyerek Türkiye’nin turizmini desteklemeyi amaçladığını söylemek, sosyal sorumluluk değil; promosyon kampanyasıdır.”

Aydoğan, bu konuda şu öneride bulunuyor: “Eğer bir şirket sosyal sorumluluk yapmak istiyorsa, bu işin tüm gereklerini yerine getirerek yapmalarını, tutarlı ve samimi olmalarını, kendi iş alanları dışında kampanyalar düzenlemelerini ve bundan ‘doğrudan’ ticari getiri elde etmeyi düşünmemelerini ve ‘mış’ gibi yaparak, farklılaşma yolu aramamalarını öneriyorum.”

Borusan’ın beş değerinden biri

KSS anlayışını aktaracağımız bir diğer şirket de Borusan Holding... Şirketin İnsan Kaynakları ve 6 Sigma Genel Müdürü Yardımcısı Semra Akman, Borusan için ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ kavramının proje uygulamalarının çok ötesinde bir anlam taşıdığını ve toplumsal sorumluluğun Borusan’ın beş değerinden biri olduğunu ifade ediyor. Borusan olarak; sosyal, kültürel, sanatsal ve eğitsel etkinlikler gerçekleştirdiklerini belirten Akman; kazançlarının bir bölümünü topluma yatırım yapmaya ayırdıklarını belirtiyor: “İş dünyasında, toplumdan kazandıklarını, yine toplumla paylaşmak gerektiği ilkesini benimseyen topluluklar arasında bulunuyoruz. Bu ilke kültür - sanat faaliyetlerinden eğitime, yoksulluğun - açlığın azaltılmasından okuma - yazma oranının artırılmasına kadar büyük bir yelpaze içinde hayata geçirilebilir.”

Akman; Borusan bünyesinde KSS anlayışı ile yapılan çalışmalar içinde, Kurucu Başkanları Asım Kocabıyık tarafından 1992’de kendi ismini taşıyan Asım Kocabıyık Kültür ve Eğitim Vakfı’nın kurulmasının önemli bir dönüm noktası olduğunu ve bu vakfın bugüne kadar pek çok okul kurarak, verdiği burslarla katkısını sürdürdüğünü belirtiyor. Akman; Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın, Ahmet Ertuğ ile kurmuş olduğu Ertuğ & Kocabıyık Yayınları’nın ise, her biri sanat eseri sayılabilecek çok özel kitaplar yayınladığını ve bu kitapların önemli bir misyonun da Türkiye’yi tanıtmak olduğunu belirtiyor.

Önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi planladıkları bir çok projeleri olduğunu da söyleyen Akman, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu projelerin her biri Grubumuza bağlı kurumların bünyesinde yıllık planlar dahilinde gerçekleştirilecek. Örneğin, Beyoğlu’ndaki Borusan Kültür Sanat Merkezi’nin karşısındaki binayı satın aldık, en kısa sürede burada konservatuar eğitimine başlamayı hedefliyoruz. Çalışmalarını başlattığımız bir diğer proje ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Kütüphanesinin renovasyonu.”

Özel projelere katkı...

Bu katkıların yanı sıra, Borusan’ın bir çok şirketle birlikte özel bir projede yer aldığını belirten Akman; bu projeden şu şekilde bahsediyor: “Borusan olarak, Özel Sektör Gönüllüleri Derneği’nin kurucu üyesiyiz, aynı zamanda Derneğin çalışmalarına aktif olarak katılan şirketlerden biriyiz. Derneğin ilk çalışmalarından biri ‘Okul Dostu Programı’ / ‘Kitap Okuma Projesi’ oldu. Bu proje dahilinde tüm şirketlerden toplam 171 gönüllünün katılımıyla yaklaşık bin saatlik okuma yapıldı. Bu projede gönüllü olarak yer alan Borusanlıların her biri çok keyif aldı ve çocuklara kitap okumanın, onlarla bir şeyler paylaşmanın hazzını yaşadı. Bütün bunların çalışanlarımızın takım çalışması becerisini artırdığını, yaratıcılıklarını geliştirdiğini ve onları teşvik eden bir unsur olduğunu düşünüyorum.”

Ayrıca Akman; Borusan Grubu’nda uygulamakta oldukları ‘İyi Kurumsal Yönetişim’ anlayışının bir uzantısı olarak toplumsal projelere katılmak isteyen Borusanlıları, zamanlarının bir bölümünü sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerine ayırmaları yönünde özellikle desteklediklerini belirtiyor.

‘Sosyal sorumluluk, hayır ve yardımla karıştırılıyor’

Akman’a göre; her şeyden önce iş dünyasında gerçek kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının yaygınlaşması gerekiyor. “Bazı şirketlerde bu konuda takdire değer çalışmalar olmasına rağmen, maalesef çoğu zaman hayır ve yardım işleriyle, sosyal sorumluluk kavramı birbirine karıştırılıyor. Yani ihtiyaç sahiplerine bir öğün yemek dağıtarak sosyal sorumluluklar yerine getirilmiş olmuyor. Kurumsal sosyal sorumluluk bunun ötesine geçen bir yaklaşımı gerektiriyor.” Akman; Türkiye’nin bu alanda eksikleri olduğunu ama son yıllarda yaşanan gelişmelerin de görmezlikten gelinemeyeceğini ifade ediyor. “Ülkemizde bugün sosyal projelerde uzmanlaşmış, gönüllü insanların son derece profesyonel yapılar içinde çalışarak birikimlerini topluma aktarabildikleri sivil toplum kuruluşları var. AB ile üyelik görüşmelerine başlamanın eşiğinde olan ve son derece köklü dönüşümler yaşayan ülkemizde bu tür kuruluşların etkinliği önümüzdeki dönemde daha da artacaktır.”

Toplumsal yardım için ücretli izin

Şimdi de HP Türkiye’nin küresel ve yerel sosyal sorumluluk anlayışına bir göz atalım. HP Türkiye Kurumsal ve Kamu Müşterileri Pazarlama Yöneticisi Işık Deliorman Aydın, şirketlerin artık yalnızca kendi iş alanlarındaki faaliyetleriyle değil, sosyal sorumluluk ve toplumsal destek çalışmalarıyla da isimlerini duyurduklarını ve bu çalışmaların temel amacının da, küreselleşen dünyada kimsenin yalnız olmadığını, herkesin bu dünyadan bir pay alma hakkının saklı olduğunu ve şanslı olanların aynı derecede şanslı olmayanlara fırsatlar yaratmasının gerektiğini vurgulamak olduğunu belirtiyor. Aydın’a göre, şirketlerin bu tür çalışmalarla kazandığı prestij ise, artı bir değer olarak kurumsal başarı hanelerine kaydediliyor.

Aydın, konuya ilişkin HP’nin global yaklaşımını şu şekilde aktarıyor: “Yaklaşık 50 yıldır HP çalışanları her ay belli bir süre ücretli izin alarak toplumsal yardım çalışmalarına katılıyor. E - katılım (e - inclusion) kampanyası sayesinde Hindistan ve Güney Afrika gibi birçok uzak ülkeye teknoloji yardımı sağlanıyor. Yardım çalışmalarına her yıl milyonlarca dolarlık bağış yapılıyor. Ayrıca geri dönüşüm çalışmaları ve çevre açısından sürdürülebilir kalkınma vizyonunu da sosyal sorumluluğun bir parçası.”

Aydın; global bir şirket olan HP’nin Türkiye ayağında da sosyal sorumluluk projelerinin büyük önem taşıdığını ve HP Türkiye’nin yıllardır yürüttüğü sosyal kampanyalarla hem ülkemizdeki eğitim düzeyinin yükselmesine katkıda bulunduğunu, hem de sanatsal etkinlikleri desteklediğini belirtiyor.

Aydın; HP Türkiye’nin kurumsal kimliğini ve imajını da güçlendirmek için gerçekleştirdiği projelerden birinin, Maslak Rotary Kulübü’nün desteği ile kurulan ve HP Türkiye’nin çözümleri ile teknoloji altyapısına kavuşan Rotary Sokak Çocukları Destek Evi’nde açılan bilgisayar laboratuarı olduğunu ve bu sayede destek evinde pek çok çocuğun bilgiyle aydınlanmasının sağlandığını belirtiyor.

Aydın, sosyal sorumluluk kapsamında sanata destek olmak amacıyla gerçekleştirilen HP Türkiye faaliyetlerini de şu şekilde sıralıyor: “Fotoğraf ve net art sanatçısı Genco Gülan’in Hippolyte Bertaux’a ithafen yarattığı ‘Gündelik Mitolojiler’ adlı kişisel fotoğraf sergisi geçen yıl HP sponsorluğunda açıldı. Orhan Veli’nin yarım asır öncesinin İstanbul’undan sesler ve renkler yansıtan ‘İstanbul’u Dinliyorum’ adlı şiiri, Emre İkizler’in dijital fotoğraf karelerinde hayat buldu ve ‘HP DİJİTAList’ projesi kapsamında şiirin her dizesi HP dijital çözümleriyle görselleştirdi.”

Eğitime destek...

Aydın; Özel Üsküdar Amerikan Lisesi’nin geçen yıl başlattığı bilgisayar bağışı kampanyasına bu sene, HP’nin teknik desteğiyle Diyarbakır Şehmuz Sultan Tatlıca Lisesi ile devam ettiğini ve kampanya faaliyetine, okuldaki atıl duruma düşen bilgisayarların listesinin çıkarılmasıyla başlandığını, daha sonra da bu bilgisayarların yeniden elden geçirilerek eksiklerinin tespit edildiğini belirtiyor. “Bu işlem donanıma dair her şeyi ve işletim sisteminin kontrolünü içeriyor. Daha sonra, belirlenen bu eksikler Üsküdar Amerikan Lisesi’nin teknoloji ortağı olan HP ile temasa geçilerek gideriliyor. Okula gidildiğinde ise laboratuar kuruluyor ve sistem devreye sokuluyor. Bugün Şehmuz Tatlıcı Lisesi’ne HP’nin teknik desteğiyle 32 bilgisayarlık bir laboratuar kurulmaktır.”

Ayrıca Aydın, HP Türkiye’nin, 1884 Vakfı’nın düzenlediği 2. İstanbul Liselerarası Web Yarışması birincilerine çeşitli ödüller sağlayarak destek olduğunu, iki kategoride gerçekleştirilen yarışmada ‘En İyi Web Sitesi Tasarımı’ birincilerine bilgisayar; ‘En İyi Online Yıllık Tasarımı’ birincisine de yazıcı ve tarayıcı hediye ettiğini belirtiyor.

Aydın; Şişli Belediye Başkanlığı öncülüğünde, HP Türkiye ve uzmanlık kurslarını Türkiye’de yaygınlaştırmayı hedefleyen Tekno-Spot’un işbirliğiyle kurulan, Şişli Belediyesi Sürekli Eğitim Merkezi’nin de, geçen yıl faaliyete geçtiğini ve bu Eğitim Merkezi’nde verilen ‘Bilgisayar Uzmanlığı Kursu’ ile, bilgi ve eğitimin kişilere en hızlı ve kolay yoldan ulaştırılması ve bu kişilerin meslek sahibi yapılmasının amaçlandığını belirtiyor. “Bilgisayar teknisyeni ve uzmanı yetiştirilmesi hedeflenen kurs kapsamında, Temel DOS ve Donanım Teknikleri Eğitimi, Temel Network Teknikleri Eğitimi, Web Tasarımı Teknikleri Eğitimi ve Müşteri İlişkileri Yönetimi Eğitimi sunuluyor. Kursu başarıyla tamamlayan öğrencilere, Tekno-Spot bünyesinde çalışma olanağı da tanınıyor.”

Aydın; Ka.Der (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) ve TBD’nin (Türkiye Bilişim Derneği) öncülüğünde çeşitli sponsor firmaların katkılarıyla gerçekleştirilen, 18 yaşından büyük ve okuma-yazma bilen tüm kadınlara ücretsiz bilgisayar ve İnternet eğitimi verilmesine yönelik Kadınlar Bilgisayar Başına Projesi’nde pek çok kadının eğitim aldığını, 2003 yılının Eylül ayında başlayan ve Haziran 2004’e kadar süren eğitim projesine HP Türkiye’nin, dokümantasyon sponsoru olarak destek verdiğini ifade ediyor.

Fotoğraf dünyasında sosyal sorumluluk

KSS adına çeşitli etkinliklere destek veren şirketlerden bir tanesi de Kodak. Kodak Türkiye Pazarlama İletişim Müdürü Pelin Ulutaş, Kodak’ın destek verdiği konuların ağırlıklı olarak, fotoğraf alışkanlığının ve sevgisinin yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar olduğunu ve Kodak’ın fotoğraf kültürünün geniş kitlelere yayılması, fotoğrafın tanınması ve sevilmesi, insanların fotoğraf konusunda eğitilmeleri ve başarılı fotoğraflar çekebilmelerinin sağlanması gibi amaçlara hizmet eden etkinlikleri desteklediğini belirtiyor.

Ulutaş, Kodak’ın; Türkiye ve dünyadaki güzelliklerin paylaşılmasına yönelik olarak, değerli fotoğrafçıların projelerine de destek verdiğini belirtiyor ve bu konuda gerçekleştirdikleri çalışmaları şu şekilde aktarıyor: “Arif Aşçı’nın ‘Bathabakan’, Aylin Dinçel’in ‘Cüzzam Hastalığı’, Cengiz Akduman’ın ‘Karanlığın Parıltısı / İstanbul Geceleri’, Merih Akoğul’un ‘Viyana’ ve Ömer Serkan Bakır’ın ‘Türkiye’de Fotoğrafçı Olmak’ projeleri, bunlardan bazıları.” Kodak’ın profesyonel fotoğrafçılara desteğinin süreceğini belirten Ulutaş, bunların dışında her salı, Beyoğlu Fotografevi’nde de, ünlü fotoğrafçıların dia gösterilerini düzenlediklerini ifade ediyor.

Ulutaş; amatörlerin, çocukların ve gençlerin de fotoğrafla ilgilenmelerini sağlamak ve fotoğraf dünyasına girmelerine yardımcı olmak için seminerler düzenlediklerini belirtiyor. “Fotoğrafın her kesim ve yaştan kişiyle buluşması ve bir kültür olarak yerleşmesi için çeşitli projelerimiz oldu. Türkiye’nin dört bir yanını gezip fotoğraf çekmeyi öğretmeyi amaçlayan Bilgi Otobüsü; 1996 yılından beri sokak çocuklarına yönelik barınak, yemek ve eğitim imkanı sunan Umut Çocukları Derneği için yurtdışındaki ‘Dollars for Doers’ yardım oluşumundan özel bir fonun buraya aktarılmasını sağlayan Umut Çocukları Projesi; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı Bahçelievler Atatürk Kız Yetiştirme Yurdu ve İstanbul Halkalı Sabri Artan Yetiştirme Yurdu’ndaki çocuklara, fotoğraf çekmenin inceliklerinin anlatıldığı Yetiştirme Yurtlarında Fotoğraf Eğitimi Projesi ve İstanbul Valiliği gözetiminde, Milli Eğitim Müdürlüğü ortaklığıyla düzenlenen ve öğrencilere hayallerindeki İstanbul’u atık malzemeler kullanarak projeye dökme imkanı veren ‘Hayalimdeki İstanbul’ Projesi, insanlarımızın daha çocuk yaşta fotoğrafçılıkla tanışmalarını sağlamak amacıyla destek verdiğimiz çalışmalar.”

Ulutaş gerçekleştirdikleri diğer bir çalışmanın da, fotoğrafseverlere yönelik hazırladıkları, Nadir Ede ve Emre İkizler’in kaleme aldıkları ‘Fotoğrafın İpuçları’ kitabı olduğunu, bu kitabın temel fotoğraf kurallarını fotoğrafseverlere kolay anlaşılır bir dille anlatarak, fotoğrafa ilgi duyan herkesin daha başarılı ve güzel fotoğraflar çekebilmesine yardımcı olacak şekilde düzenlendiğini belirtiyor.

Ulutaş; bugüne kadar milyonlarca insanın, Kodak’ın çalışmalarından yararlandığını ve çalışmalarının geniş halk kitlelerini kapsadığını belirtiyor ve Kodak’ın tüm çalışmalarını toplumsal fayda gözeterek gerçekleştirdiğini ve de fotoğraf kültürünün yaygınlaşmasına hizmet eden etkinliklere destek vermeyi sürdüreceğini vurguluyor. Sundukları ürün ve hizmetlerin geniş kitleleri ilgilendirdiğinden, önemli bir sosyal sorumluluk üstlendiklerini belirten Ulutaş, fotoğrafçılıkta öncü bir şirket olmaları nedeniyle misyon ve vizyonlarına uygun her tür etkinliği desteklemenin kendileri için önemli olduğunu ifade ediyor.

Gerek yerli, gerekse yabancı sermayeli şirketlerin, aynı zamanda iyi birer vatandaş olarak, toplumsal yaşamın gelişmesi konusunda aktif olmaları gerektiğini belirten Ulutaş, topluma sadece iyi ürünler sunmanın yeterli olmadığını dile getiriyor. “Çevre de, insan da, eğitim ve kültür yaşamı da şirketlerden destek bekliyor. Keza, şirket dediğimiz şey de çalışanlarının oluşturduğu bir topluluk. Bu anlamda, şirketler çalışanlarını sivil toplum örgütlerinde faaliyet göstermeye teşvik ederek de toplum için iyi ve güzel şeyler yapılmasını sağlayabilir. Böylece, çalışanların bireysel girişimleri, organize bir sivil toplum örgütü içinde daha verimli bir çabaya dönüşür.”

Türkiye’de şirketlerin, gerçekleştirdikleri sosyal projelerin, yardım ve destek şeklinde olabildiği gibi, eğitim ve kültür hayatımızın gelişmesine ve çevre korumaya yönelik projeler de olabildiğini ancak pek yeterli olmadığını, bunun da gereksinimin çok fazla olmasından kaynaklandığını belirtiyor. Şirketlerin bu konuda yapabilecekleri çok fazla şey olduğunu ve bu durumun da şirketlerin sosyal sorumluluklarını arttırdığını belirten Ulutaş; gelişmiş ülkelerde toplumsal duyarlılığın daha yüksek olması nedeniyle, toplumun bireylerinin, şirketlerden, ‘iyi birer vatandaş’ olmalarını beklediklerini ve bu beklentilerini, şirketlere bir şekilde ilettiklerini hissettirdiklerini belirtiyor.

‘Nereden başlarsak kârdır’

“Yurtdışında pek çok firmada, elemanların iş saatleri içinde belirlenen sürelerde sosyal sorumluluk projelerine katılmalarına destek veriliyor. Örneğin, iş saatinde gidip gözleri görmeyen bir insana kitap okuyabiliyorsunuz veya engelli çocukları alıp maça götürebiliyorsunuz.” Ulutaş, ‘eğer zamanında ülkemizde bu bilinç, eğitimle bize verilmiş ve uygulatılmış olsaydı, bugün belki de Türkiye’de bulunan pek çok firmada, şu an duyulduğunda bize uzak gelen bu tip uygulamalar hayata geçirilmiş olacaktı’ görüşünde. Ancak, Ulutaş bu konuda olumlu bir bakış açısı taşıyor ve ‘nereden başlarsak kârdır’ diyor ve ekliyor: “Önümüzdeki 20 yıl içinde, gerekli eğitim ve öğretimle bambaşka bir nesil ortaya çıkabilir.”

Her gün 2 milyon dolar

Teybimizi yönlendirdiğimiz diğer kurum ise; 1957’den beri Türkiye’de faaliyet gösteren Pfizer… Pfizer Kurumsal İlişkiler Direktörü Alp Sevindik; bir dünya kuruluşu olmanın bazı sorumlulukları da beraberinde getirdiğini belirterek; Pfizer’in de bu sorumlulukların en başında faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde toplumun gelişmesine, bilinç ve kültür düzeyinin yükselmesine katkı sağlayabilmeyi gördüğünü belirtiyor. Sosyal sorumluluk anlayışının, Pfizer’in temel kurumsal değerlerinden biri olan “topluma saygı” ilkesinin hayata geçirilmesi anlamını taşıdığını söyleyerek bu anlamda da Pfizer’in, dünya çapında sosyal projelere her gün 2 milyon dolar yatırarak birçok küresel ve yerel yardım/destek projesi gerçekleştirdiğini belirtiyor.

Pfizer’in; global şirketler, uluslararası çalışma örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak daha adil bir küresel piyasa ortamı oluşturmaya teşvik etmek amacıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ve tek küresel ilaç şirketi olduğunu belirten Sevindik; bu doğrultuda gerçekleştirilen sosyal sorumluluk projeleriyle bu sene “Halkla İlişkilerde Kadın Yöneticiler Vakfı” (WEPR- The Foundation of Women Executives in Public Relations) tarafından “PRism Ödülü”ne layık görüldüğünü dile getiriyor.

Pfizer Toplum Takımı

Pfizer’in Türkiye’de son 5 yıl içinde, eğitim ve sağlık alanındaki projelere 2.5 milyon Dolar tutarında ilaç ve nakdi destek sağladığını aktaran Sevindik, konuyla ilgili ayrıntıları şöyle anlatıyor: “Pfizer, sosyal sorumluluk alanında gönüllü çalışmaya verdiği özel önem doğrultusunda, 1998 yılında Pfizer Toplum Takımı’nı oluşturdu. Pfizer Toplum Takımı; Pfizer İlaçları bünyesinde çalışan ve her sene değişen 7 kişiden oluşuyor. Takım üyeleri, bir yıl boyunca, şirketteki görevlerinin yanı sıra gönüllü olarak Toplum Takımı bünyesindeki faaliyetlere katılıyor ve yıl sonunda görevlerini, kendilerinin önerdikleri çalışma arkadaşlarına devrediyorlar.”

Pfizer Toplum Takımı tarafından hayata geçirilen çalışmaların, özellikle eğitim ve sağlık alanlarındaki sorunlara çözüm üretmeye ve katkı sağlamaya yönelik olduğunu söyleyen Sevindik; “Bu çalışmalar ayrıca, toplumda yeterince yaygınlaşmamış olan ‘gönüllülük bazında sosyal çalışma ve katkı’ anlayışını yeniden canlandırmayı da hedefliyor” diyor. Toplum Takımı’nın önemli bir özelliği; Pfizer çalışanlarından iş ortaklarına, yetkili makamlardan sivil toplum kuruluşlarına uzanan geniş bir bilgilenme ve iletişim ağına sahip olması… Bu iletişim ve bilgilenme ağı kanalıyla, özellikle de, faaliyetlerin odak noktası olan eğitim ve sağlık alanlarındaki sorunlar, eksiklikler ve talepler Toplum Takımına hızlı bir biçimde ulaşıyor.

Toplum Takımı’nın, 2003’de tüm eğitim projelerini tek bir çatı altında toplayarak, “Eğitim Yolculuğu” programını hayata geçirdiğini belirten Sevindik; bu program kapsamında Türkiye’nin çeşitli kentlerinde öğrenim birimlerinin açıldığını, çeşitli okulların yapım veya onarımının üstlenildiğini ve eğitim bursları verildiğini dile getiriyor.

Sevindik’in şirketlere Kurumsal Sosyal Sorumluluk konusundaki önerileri ise şöyle: “Burada asıl önemli olan bu projelerin ilham verici olması, örnek teşkil etmesi, sorunlar için uzun vadeli, kalıcı ve sürdürülebilir çözümler sunması…”

“Sadece ticari bir işletme olmak yetmiyor”

Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri sırasında adı sıkça geçen kurumlardan biri de OPET… Son olarak “Temiz Tuvalet Kampanyası”nı gerçekleştiren OPET için KSS kavramının ne anlam ifade ettiğini OPET Halkla İlişkiler Müdürü Tülin Dinçelli Pir şöyle aktarıyor: “ OPET, Türkiye'nin genç ama hızla yükselen bir akaryakıt dağıtım şirketi olarak, gelişen dünyada tüketici ihtiyaçlarının; kaliteli ürün ve ileri teknolojinin yanı sıra, kaliteli hizmet olduğunun bilincinde. Sadece ticari bir işletme olmak, müşteri gözünde yetersiz ve sıradanlık anlamına geliyor. OPET olarak, biz, ‘ne yapsak da bir sosyal sorumluluk projesi yaratsak?’ diyerek yola çıkmıyoruz. Bundan da anlaşılacağı gibi; OPET için Kurumsal Sosyal Sorumluluk, özellikle insanlığı doğrudan ya da dolaylı olarak tehdit eden bir sorunun ele alınıp, uzun vadede kalıcı çözümlerle sonlandırılmaya çalışılması anlamına geliyor.”

Bunların en iyi örneğinin, az önce de söz ettiğimiz Temiz Tuvalet Kampanyası olduğunu söyleyen Dinçelli, bakın bu projenin ayrıntılarını nasıl aktarıyor: “2000 yılında, karayolları üzerinde bulunan istasyon tuvaletleri ve umumi tuvaletlerin bakımsız, insan sağlığını 7'den 70'e tehdit eden görünümleri ele alınması gereken bir konu olarak görüldü. Bunun üzerine ‘Önce kendimizden’ diyerek kampanyayı başlattık. Kampanya, OPET istasyonlarında eğitimlerle ve kısa süre içerisinde de tuvalet iç dizaynını da standart hale getiren, içerisine engelli tuvaletleri, çocuk bezi bakım ünitelerini de alan bir yapılaşmaya doğru yol aldı. Sorunun yalnızca eğitmekle çözülemeyeceği, sisteminin kalıcılığının otokontrol sistemini kurmakla mümkün olacağı görülerek, bu kez istasyonlar için ceza - ödül programları başlatıldı. Denetim ekipleri ve fahri müfettişlik sistemi kurularak, istasyonlar sürekli izlendi ve izleniyor. Şu anda, Opet eğitim ekibi, yurt genelinde 72 il gezip, 1 milyon km. yol kat etti; 1700 saat, 300 bini aşkın kişiye tuvalet hijyeni konusunda eğitim verdi. Söz konusu projemiz 2004 yılında önce Halkla İlişkiler Derneği 'nin (HİD) ödülüne, sonra da Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği'nin (IPRA) kendi kategorisinde ödülüne layık görüldü.”

OPET’in şimdilerde, yine insanlığı tehdit eden "yeşilin yok olması" tehdidine dikkat çekmek için yine kendi istasyonlarında "Yeşil Yol Projesi"ni başlattığını belirten Dinçelli, projeyi şöyle anlatıyor: “Öncelikle, hangi yörede olursa olsun, istasyonlarımızın peyzaj anlamında her zaman yeşil olması için çalışıyoruz. Ardından, yine ödül sistemi ile peyzajını en iyi yapan istasyonlara 500 metre önce, 1. km bitiminden itibaren olmak üzere ağaç dikmeye karar verdik. Bu; istasyon başına 750 ağaç dikmek anlamına geliyor. Yılda ortalama 20 istasyonumuzu ağaçlandırmayı planlıyoruz.”

Sorunların takipçisi olmak şart

Gelelim OPET’in, Türkiye’deki şirketlerin Kurumsal Sosyal Sorumluluk konusundaki yaklaşımını nasıl değerlendirdiğine ve bu konudaki önerilerine… “Bir süre önce sektörde tartışmaya açılmış önemli bir konudan söz ediyoruz. ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ çözüm odaklı olmak ve belli bir kitleyi değil, geniş bir kitleyi hedef almak durumundadır” diyen Dinçelli sözlerine şöyle devam ediyor: “Şirketlerin genellikle ‘sponsorluk’ ile ‘sosyal sorumluluk’ kavramını karıştırdığını görüyoruz. Sosyal sorumluluk projelerinde amaç; kamuoyu desteği ile bir soruna radikal çözümler getirmek ve bunu sonuna kadar takipçisi olmak şeklinde özetlenebilir. Ama bir derneğin, bir gecelik organizasyonu için para ayırmak sadece sponsorluktur. Benim önerim; toplumun genel sorunlarından birini ya bütün olarak ya da ilişikli başka bir bölümünü ele alıp, fizibilitesini yapıp; bütçe, mesajlar, hedef kitle gibi önemli kriterleri de göz önüne alarak işe başlamaktır. Ve tabii en önemlisi de yapılacak işin sosyal sorumluluk projesi mi yoksa sponsorluk mu olduğunun ayırımında olmaktır.”
Paylaş:

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)