Tan Oral
Tan Oral'ı daha yakından tanıyabilir miyiz?
Ortaöğrenimimi Anadolu'nun çeşitli kentlerinde dolaşarak ve hemen hemen her sınıfı ayrı bir kentte okuyarak geçirdim. O yıllarda birçok konuda merak içindeydim. Kitap elime pek geçmezdi. Bu koşullarda bana kalan tek kaynak sokaklardı. Sonra bütün bu koşullarda bana kadar ulaşabilen, beni her yerde yakalayıp bulan o zamanki mizah dergileri ve karikatürlerdi. Karikatür dergileri ve oradaki çizimler sorularımın yanıtlarını veriyordu. Daha doğrusu benim ilgilendiğim konuları onlar da kendilerine konu ediniyorlardı. Bu beni biçimlendiren ve ileride yöneleceğim uğraşı belirleyen temel etkenlerden birtanesi.
Tan Oral nelerle ilgilenir? Yaşama nasıl bakar?
Herkes gibi ben de mutlu yaşamanın yollarını arayarak karşı cinsi merak ederek, sinemayla, okumayla, dünyadaki kültürel ve siyasal olayları izlemeye çalışarak zaman zaman bu çorbada bir tuzum olmasını da umut ederek ve çaba göstererek sıradan, keyifli bir yaşam geçirdim diyebilirim. Seçimlerim ve onların getirdiği maddi ve manevi kazançlar beklenenden fazla doyurdu beni. O kadar ki, artık eski uğraşlarımı sürdürmek bile zaman zaman bana yük gibi geliyor. Yani bir anlamda bütün hırslarımı, özlemlerimi törpüledi. Ama söz pişmanlıksa tabii insan geriye bakarsa pişman olduğu çok şey bulabilir. Ama yaşam geriye dönülerek düzeltilebilecek bir olgu değil. Ancak yeni konumlarda yeni pozisyonlar alarak bu yanlışları asgariye indirmek mümkün. Bu felsefeyi ben aslında çizgimle de dile getiriyorum. Böyle bir çizim aşamasında iki türlü yaklaşım olabilir. Birincisi baştan sona kadar herşeyi tasarlarsınız, eskizler yapar, çizer ve yanlışları düzeltirsiniz ve sonunda mükemmele ulaşırsınız. Bir diğer yol da, başlarsınız eğer çizimde hata varsa onu yeni bir yönelimle dengeleyerek tıpkı yaşamda olduğu gibi çizimi sonuçlandırırsınız. Eğer sonuç iyiyse herkes görür kullanır. Kötüyse buruşturup çöpe atarsınız. Belki daha zor bir yöntem ama benim çizimde izlediğim yol tıpkı yaşamda olduğu gibi böyle bir yol. Bu da çizdiğim şeye karşı kendimi dürüst hissetmeme yol açıyor. Sanatla yaşamı birarada düşünüyorum.
Karikatür serüveninizden bahseder misiniz?
Karikatüre profesyonel bir tavırla başlamadım. Benim için tamamıyla bir düşünme biçimiydi. Kendimi, hayatı, insanları, Türkiye'yi kavrama açısından bir çalışma biçimiydi. Hiçbir şekilde profesyonellik amacı düşünmedim. Aşağı yukarı bir on yıl kadar çizdiklerimi çeşitli sergilerde sundum ve bu arada basında çalışan arkadaşlarım benim çizdiklerimi alıp kullandılar. Ben hiçbir yayın organına karikatür götürmedim, hiçbir zaman başvurmadım ve hiçbir mizah dergisinde çalışmadım. istisna olarak sadece Çivi Dergisi'nde birkaç karikatürüm yayınlanmıştı. O yıllarda özellikle sol siyasetin daha yüksek olduğu yıllarda sendika ve işçi dergilerinde karikatürlerim yayınlandı. Bir süre sonra karikatürlerim karşılığında ufak tefek de olsa telif ücreti gelmeye başladı. Böylece alçakgönüllü bir meslek hayatı kendiliğinden oluşmaya başladı.
Türk karikatürü denilince akla gelen birkaç kişiden birisiniz.Türk karikatürünü ve gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzunca bir konu ama ben kısaca anlatmaya çalışayım. Karikatürün çok eskilerine gitmek istemiyorum ancak benim de tanık olduğum bir tipikliği, 1950'den sonraki yıllarda Türk karikatürü birdenbire büyük bir patlama gösterdi. '50 kuşağı diye adlandırılan bu çizer kuşağının önemli isimleri ne güzel ki hala önemliler ve çiziyorlar. Turhan Selçuk, Ferruh Doğan, Ali Ulvi, Bedri Koraman, Semih Balcıoğlu, v.b. Ben ilk çizmeye başladığım zaman bu kişiler benim önümde, uzağımda yıldız isimlerdi, toplum, Türk sanatı ve siyaseti üzerinde etkiliydiler. Sonra zaman içinde hepsi dostum oldu. O yıllarda ikinci dünya savaşından sonra Türkiye'nin önemli sosyal değişiklikler yaşadığı günlerde yani tarımdan sanayi toplumuna geçmenin, demokrasinin, çok partili rejimin ilk adımlarını attığı yıllarda, çelişkilerin de çok fazla olduğu günler olduğu için karikatür bütün o toplumsal dalgalanmaları eline alan onları kullanan eleştiren ve tekrar topluma sunan önemli bir çıkış yaptı. Bu saydığım isimleri ve herkes gibi beni de etkiledi. Daha sonra bilindiği gibi Türk siyaseti ve sosyal yaşamı çok hızlı aşamalar geçirdi, dünyayla birlikte. şimdi benim gözlediğim toplumlar böylesine sıkıştığı atılım eşiğinde veya içinde olduğu, problemler büyüdüğü zaman mizah ve karikatür çok canlanıyor. Toplumlar rahatladıkça eskiye göre daha sakin günlere ulaştıkça, özgürlükleri arttıkça mizaha olan ihtiyaç azalıyor. Tam tersine eğlenceye dönük ihtiyaçlar artıyor. Türk karikatüründe böyle bir süreç yaşandı bence.Yani '50 kuşağının o vurucu, kamçılayıcı, iktidarı rahatsız eden yapısı zaman içinde bugün mizah dergileri diye çok sattığını söyleyen yayınlardaki daha çok eğlendirici tavra yöneldi. Bu tespitler sanki bir eleştiri bir reddetme gibi algılanıyor. Bu çok yanlış. Anlayışlar tamamen farklı. Mizah ve karikatür daha çok bir sebebe dayalı olarak üretiliyor, şaşırtmayı, bir anlayışı, bir gücü yıkmayı hedefliyor. Dolayısıyla bazı insanları memnun ettiği gibi bazı insanları da çileden çıkartan bir yapısı var karikatürün. Karikatür ve mizah problemli dönemlerin yarattığı birşey dünyada da, Türkiye'de de böyle. Ama daha rahat dönemlerde daha eğlenceli olduğu zaman herkesi güldürüyor, öfkelenen kimse çıkmıyor, daha çok hoş vakit geçirtiyor. Aslında o eski anlamdaki mizah dergileri de Türkiye'de de dünyada da kalmadı. Öte yandan sanat anlamında eski geleneğin ucundaki karikatürde bitmiş değil. Daha çok sergilerde, kitaplarda, yarışmalarda, net bir siyasi amaç gütmeden varlığını sürdürüyor
Gerçi sorunun cevabını biraz verdiniz ama mizah eskisi kadar okunuyor mu?
Mizah eskisi kadar okunmuyor. Okunmamasında da izlenmemesinde de hayır var bence. Mizahı yaratan problemdir. Dünyada ve Türkiye'de eskiden bugüne göre kıyasladığımızda en büyük problemlerin başında iletişim güçlüğü geliyordu. Yayınlar kısıtlıydı. Demokratik ortam son derece sıkışıktı, yasalar çok ağırdı. Her konuda konuşma şansı yoktu. Muhalefet de bugünkü kadar rahat değildi. Dünyayı dolaşmak, çıkmak, gezmek hem ulaşım araçları açısından hem yurtdışına çıkma açısından nereden bakarsanız bakın zordu. Sıkışık zamanda mizah sanki beklenmeyen bir yerden bütün engelleri bütün aşılmaz şeyleri yandan dolaşarak aşan ve organizmanın canlılığını devam ettiren ölmemesini sağlayan bir by pass gibiydi O yüzden çok cılızdı incecik bir damardı, ama hayati bir önem taşıyordu ve insanlar o yüzden çok büyük hayranlık gösteriyorlardı mizaha. Çünkü toplumun nefes almasını sağlıyordu o by pass. Günümüze geldiğimizde bugün oturduğum odamda bütün dünya olaylarını 35 kanallı televizyonla, faksla, internetle kolayca algılayabiliyorum, yanısıra muhalefet kanalları da eskiye göre olağanüstü fazla. Bugün yöneticilere çok sert bir şekilde tepki verebiliyorum. Bu tepkimi her şekilde örgütlenerek ortaya koyabiliyorum. Bu ifade zenginliği mizaha olan ihtiyacı hemen hemen sıfıra yakın azaltmıştır. O yüzden belki yazılı mizahın son büyük kişisi Aziz Nesin'dir. Ondan sonra başka bir isim aklıma gelmiyor.
Mizahın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bundan sonra Mizah artık sadece insanları eğlendirmek için yapılan birşey olarak mı algılanacak?
Şu anda öyle gözüküyor. Bu olumsuz birşey gibi gözükebilir, olumlu tarafı ise şu; mizah artık toplumsallaştı, yayıldı. Daha önce tarih boyunca mizahın dergilerde toplanmasının iki temel nedeni vardı; Birincisi bir araya gelindiği zaman daha vurucu olunabiliyordu. ikincisi ise egemenlerce mizaha ancak üzerinde sanki "bu bir mizah dergisidir dikkat" yazılı bir derginin içinde izin verilebiliyordu. Yani öyle heryerde uluorta mizah yapılamazdı. Toptan da yokedilemediği için bir mizah dergisinin içinde 'ne yapalım işte o mizah, orada söylenebilir' şeklinde bir muhalefete, bir emniyet sübabına izin veriliyordu tarih boyunca. Klasik anlamdaki mizah dergilerinin ve sayfalarının kalkmasını aslında mizahın hoşgörünün, daha yumuşak yaklaşımların, topluma, gazete sayfalarına, kitaplara, afişlere, dergilere, her tarafa yayılmasının bir sonucu olarak görüyorum. Mizah giderek anonimleşti, tıpkı çok eski yıllarda olduğu gibi. Bugün hepimizi etkileyen birçok güzel esprilerin sahibi belli değil. Birdenbire biryerden çıkıyor ve bütün topluma yayılıyor. Ancak bu durumdan umutsuzluk çıkartılmamalı. Tabii ki rafine bir sanat, ince bir mizah da yapan olacaktır. Ama artık toplumu eskisi kadar zorlamayacaktır. Artık toplumlar kendi rüzgarlarıyla savruluyorlar. Ancak sanayi toplumunun getirdiği birtakım sorunlar ve sıkıntılarla da yeni karikatür ve mizah mutlaka ilgilenecektir.
Türk aydınlarının mizahı yeterince önemsemediklerini görüyoruz. Entellektüellerin mizaha bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de ciddiyet çok önde gelen değerlerden bir tanesi. Devlet katından başlayıp sanatçılara kadar, sokaktaki bekçiden ailedeki babaya kadar heryerde bunu görebilirsiniz. önemli olan ciddiyettir, çatık kaşlı olmaktır, fazla gülmemektir. Bu ciddiyet mizaha konu olmaktan kurtulamıyor. Zaten mizahın temel konusu ciddiyeti alaya almaktır. Biz, Akşehir Nasrettin Hoca Yarışması'nda bütün katılanlara birer diploma veriyorduk. Diplomada şöyle birşey yazıyordu: "Bu diplomanın sahibi ciddiyeti alaya almak ve alayı ciddi tutmak konusunda başarılı olmuştur" Yani işini ciddiye almak başka şey, ciddi görünmek başka şey. Böyle bir ülkede ister istemez o ülkenin entellektüelleri de bu havadan kendisini kurtaramıyor. Oysa dünyaya bakdığınızda bütün dünyadaki gerek sanat gerek bilim alanında tepede olan insanların kendilerini, yaptıkları işleri ve bütün dünyayı ne kadar alaya aldıklarını görebilirsiniz. Çünkü ilk bulunabilecek en sonunda yine tekrarlanacak olan şey, söylemesi zor ama herşeyin boşuna olduğudur. Bir anlamda eğer insan bunu gizli bir şekilde içinde taşıyorsa çıkacağı bütün tepeler onun için gülme nedenidir, varacağı bütün zirveler gülmek için iyi bir sebeptir. Ama bunu hissedemeyen veya bundan ürktüğü için arkaya atan kişinin çıktığı ilk küçük tepenin üzerinde kasılarak durmasından başka yapacak hiçbir işi yoktur. O zaman da gülünç oluyor ve dolayısıyla mizahın konusu oluyor. Çünkü küçük bir tepenin üzerinde Everest fatihi gibi duran bir adam mizahçı için bulunmaz bir malzemedir. Mizahın temel konularından birisi ahmaklık diğeri de güç. işte bu ikisi de biraraya geldiği zaman siyasilerin portresi çıkıyor. Mizahçı için bulunmaz bir sebep. Mizahçının bu kadar siyasete yönelmesinin sebebi galiba, mizahın yeşermesi için çok güzel bir kaynak olması.
Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Kısa veya uzun vadeli planlarınız neler?
Bahar geldiği için adalara gitmek, boğazda dolaşmak, arkadaşlarla kafaları çekmek, yeni bir yazlık pantalon almak gibi çok ciddi projelerim var... Onun dışında önümüzdeki günlerde Ankara'da uluslararası bir festival var. Orada "Siyasi Keyfiyet" adlı bir karikatür sergim olacak. Ondan sonra da Bulgaristan'da bir Karikatür Bienali’ne gideceğim.
Karikatürle ilgilenen gençlere iletmek istediğiniz şeyler var mı?
Kesinlikle başlamasınlar. Zaten karikatür ve mizah bir meslek değildir seçilecek bir iş de değildir. Ben ve bütün dostlarımın hiçbirisi bu işi bilinçli bir şekilde meslek olarak seçmiş insanlar değil. Hep başka birşey olmak isterken o aradaki başarısızlıklar sonucu rastlantıyla böyle bir yola girilmiştir. Ben karikatürü uçurumdan düşerken yakalanan son dal olarak görüyorum. Bu da kimseye önerilmez. Birgün Behiç Ak'la konuşuyorduk dedim ki "galiba karikatürcü olmak için hiçbirşeyi başaramamak lazım" Behiç de "doğru, hatta karikatürü bile becerememek lazım" dedi. Çok doğru. Çünkü onu da iyi beceren bence çok iyi karikatürcü değildir. Esas olan becermemektir. Çünkü aslolan hayattır, yaşamaktır. Eğer herşey yolundaysa insan karikatür çizmeye niye vakit ayırsın ki. Adaya gitmek, baharı yaşamak varken insanın masanın başına oturması için ciddi bir rahatsızlığının olması lazım. Ben şimdi bunu bir genç insana nasıl öneririm!
ULUSLARARASI İSTANBUL MÜZiK FESTİVALİ
Müzikle dolu bir yaz daha bizleri bekliyor İstanbul'da.Yoğun işleri dolayısıyla tatile gidemeyen "işkolik"lerin yardımına gene Müzik Festivali koşacak. Zor bir işgününün ardından, sıcak bir yaz gecesinde kimi zaman bir piyano resitali, kimi zaman da bir dans gösterisi mutlu edecek müzikseverleri...istanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın düzenlediği 25. Uluslararası istanbul Müzik Festivali 15 Haziran 8 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek Atatürk Kültür Merkezi, Aya irini Müzesi, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenecek konser ve gösteriler kapsamında 32 topluluğun vereceği 44 etkinlik yer alacak Festivale bu yıl italya, ingiltere, Almanya, Fransa, Güney Kore, Rusya, Hindistan, Hollanda, irlanda, israil, ABD, Avusturya ve Japonya'dan 1000 ve Türkiye'den 200 olmak üzere toplam 1200 sanatçı katılacak. Festival kapsamında 8 orkestra konseri, 13 oda müziği konseri, 6 resital, 2 opera, 2 dans gösterisi ve 4 geleneksel müzik konseri yer alacak. Bu sene Festival'in ana temasını 1997'de bütün dünyada 200. doğum yılı kutlanan Schubert ve 100. ölüm yılı nedeniyle Brahms oluşturuyor. Festivale katılan topluluk ve solistler programlarında bu çok önemli iki bestecinin eserlerine yoğun olarak yer verecekler. Aynı zamanda 1997'nin Mendelssohn'un 150. ölüm yılı ve ünlü bestecimiz Adnan Saygun'un da 90. doğum yılı olması dolayısıyla, bu bestecilerin de prgramlarda yer almasına özen gösterilmiş. Bu sene bir "ilk"e daha imzasını atıyor İstanbul Müzik Festivali. italyan besteci Ferdinando Bertoni'nin ORFEO operası Leyla Gencer'in katkılarıyla ilk kez İstanbul'da.
Festival'in ilk orkestra konserini İstanbul Devlet ve Senfoni Orkestrası verecek. Hollanda'nın ve dünyanın en saygın orkestralarından biri olan Amsterdam Concertgebouw Kraliyet Orkestrası, ingiltere'nin en köklü orkestralarından olan BBC Senfoni Orkestrası ve İtalya'dan La Scala Filarmoni Orkestrası'da konser verecek diğer konuklar arasında. Avusturya'nın en önemli topluluklarından biri olan Camerata Academia Salzburg, Schubert'in oda müziği ve senfonik eserlerine ayırdığı iki konseriyle bestecinin 200. Doğum yıldönümünü kutlayacak. Allegri Yaylı Çalgılar Dörtlüsü James Campbell, Kremlin Oda Orkestrası, Gabrieli Consort & Players ve Accademia Bizantina'nın yanısıra rönesans ve barok dönem müziklerini en iyi yorumlayan grupların başında gelen The Sixteen The Symphony of Harmony and Invention da Aya irini'de iki konser verecek. Festival'in önemli konserlerinden biri de yine Aya irini’de yer alacak. Klasik müzikle ilgilenenlerin yakından tanıdığı kemancı Gidon Kremer "Piazzola'ya Saygı" adlı konserinde tangonun önemli bestecilerinden biri olan Arjantin'li Astor Piazzola'nın eserlerini yorumlayacak. Dünyanın önde gelen gitar virtiözlerinden Christopher Parkening ve kemancı Maxim Vengerov'un resitalleri de kaçırılmaması gerekenlerden. Geleneksel Hint müziğini Batılılar’a tanıtan, Richard Attenborough'un unutulmaz Gandhi filminin Oscar'lı bestecisi Ravi Shankar da Doğu esintileri getirecek kentimize. Doğu'dan diğer bir konuk da israil'li Kibbutz Çağdaş Dans Topluluğu. Dünya'nın önemli dans topluluklarından biri olan grubun repertuarında birçok önemli kareografın da yapıtları bulunuyor.
Geçtiğimiz yıllarda "Tasavvuf Müziği'nden Flamenko'ya" ve "Rembetiko" gibi ilginç programlarla izlediğimiz Kudsi Ergüner "Viyana ve istanbul'dan şarkılar; Schubert şevki Bey" projesinde Batı müziğindeki "lied" ile Türk müziğindeki "şarkı"yı bir araya getirecek. Festival kapsamında ayrıca, Berlin Senatosu Bilim, Araştırma ve Kültür Dairesi, Goethe Enstitüsü ve istanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen " Sınırsız: istanbul Berlin Kültür Buluşmaları" anabaşlığı altında çeşitli çağdaş müzik etkinlikleri gerçekleştirilecek. Bu arada önemli bir hatırlatma yapalım, Müzik Festivali'nin bittiği günlerde başka bir şölen başlayacak; 4. Uluslararası Caz Festivali. 7 19 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek festivalde birçok sürpriz ismin yanısıra, cazın devleri de istanbul'da olacak... işte yaz, işte müzik! İyi Eğlenceler!