“Stres kader değildir, yönetilebilir. Hatta aslında arzu edilen bir şeydir…”


Stres, günlük yaşamımızda hemen hepimizin kullandığı bir kavram. Peki bu konuda eğitim veren biri olarak siz stresi tam olarak nasıl tanımlıyorsunuz?

Belki de ilk önce stres kavramının nasıl ortaya çıktığına bakmak daha doğru olur. Stres kavramını, 17’inci yüzyılda ilk olarak gündeme getirenler aslında davranış bilimleri uzmanları değil fizikçilerdi. Robert Hook stres için, “çekme, germe kuvveti, bir gücün nesneye yaptığı baskı” tanımını kullanmıştı.

Stres 18’inci yüzyılın başlarında davranış bilimleri uzmanları tarafından kullanılmaya başlandı. Ve “keder, elem, dert, sıkıntı” gibi tanımları beraberinde getirerek, yavaş yavaş bugünkü şekline ulaşmaya başladı. Bugün ise eğitimlerimize katılanlardan stresi tanımlamasını istediğimizde, genellikle “mutsuzluk, sıkıntı, gerginlik” gibi tanımlamalar yapıldığını görüyoruz. Yani stres istenmeyen, olumsuz bir şey olarak algılanıyor. Oysa aslına bakarsanız stres aslında ölçülü olarak istememiz gereken bir durumdur. Çünkü esas itibariyle, değişiklikler karşısında verdiğimiz tepkilerdir stres...

Yani stres konusunda aslında madalyanın diğer yanına da mı bakmamız gerekiyor?

Evet, stresin iki bacağı var. Değişime nasıl baktığımız çok önemli. Çünkü değişim bazı dönemlerde durumsal olarak bir fırsatı ifade ederken, bazılarımız için yine bazı durumlarda tehlikeyi işaret eder. Dolayısıyla aslında değişimle karşılaştığımız andan itibaren stres tepkilerimizi belirleriz.

Nedir bu tepkiler?

Bu tepkilerden bazıları duygusal, bazıları davranışsal, bazıları fiziksel, bazıları ise zihinseldir. Zihinsel tepkilerden; konsantrasyon sorunlarını, hafıza güçlüklerini, hızlı düşünme, hızlı karar almayı, davranışsal tepkilerden; ağlama, öfke krizlerini, fiziksel tepkilerden ise kalp çarpıntılarını, baş ağrılarını kast ediyorum. Tabii bir de işin duygusal yanı var. Stres bu açıdan da öfke, kızgınlık, kaygılanma gibi etkileri yaratıyor.

Söz konusu tüm bu tepkileri değişim karşısında veriyoruz. Dengelerimiz bozuluyor. İnsan olarak sistemimizdeki denge bozulduğu andan itibaren var oluş sıkıntısı yaşamaya başlıyoruz. Dolayısıyla var oluşumuzun girdiği tehlikeyi reddetme eğilimi gösteriyoruz, bu da strese neden oluyor.

Tüm bu tepkiler, gerginlik yaratıcı değil itici bir güç olarak kullanılabilir mi?

Elbette. Örneğin bir sanatçının oyununu hakkıyla sahneye koyabilmesi için belli bir düzeyde stres yaşaması gerekiyor. Bir eğitmenin katılımcısına göre hazırlık yapması ve iyi bir sunum yaratabilmesi için de öyle… Ya da çalışan hedefler nedeniyle biraz stres yaşamalı ki, onları tutturabilsin.

Çünkü şu gerçeği unutmamak gerekiyor: Hareketliliğe, değişime ihtiyacımız var. Hareketsizlik dengeyi bozan bir durum. Hareket etmediğimizde ölüme doğru gidiyoruz. Örneğin, emekliliğin ilk 6 ayı insanlar için çok tehlikeli bir dönemi ifade ediyor. Çünkü uyaran azlığı dengeleri bozuyor. Aynı şekilde araştırmalar, piyangodan yüklü ödüller kazanan kişilerde de depresyon belirtilerinin ortaya çıktığını gösteriyor, uyaran azlığı nedeniyle…

Peki olumsuz olarak algıladığımız stresi, bu tür bir itici güce çevirmek nasıl mümkün olabilir?

Bir çan eğrisi düşündüğünüzde, orta düzeyde stres sırasında performans gösterdiğimizi görüyoruz. Tıpkı çok fazla gerildiğinde keman yayının kopması gibi, stres düzeyinin yoğun olduğu dönemlerde de performans gösterilemediğini tespit ediyoruz. Bu nedenle hepimizin orta seviyede bir gerginliğe ihtiyacı var. Bunu yapmak için de algı değişimi yaşamak, stresi olumsuz olarak görmemek gerekiyor. Stresi algılarken, harekete geçirici bir güç olarak görmek çok önemli. Eğer kişi bir unsuru olumsuz olarak algılıyorsa ve bunun kendisinde stres yarattığını düşünüyorsa, çözümü bulmak için dönüp algısına bakması gerekiyor.

Örneğin yöneticisi tarafından hedefleri belirlenen bir çalışan, ilk etapta “Bunları asla başaramayacağım, üstesinden gelmem mümkün değil” şeklinde düşünürse onu üretime dönüştürmesi mümkün olmaz.

Bu olumsuz algılamanın sebebi nedir?

Sebeplerden biri dışsal olabilir. Kişiden, yapabileceğinin üstünde talepte bulunulması gibi… Ya da kişi kendi içinden çok hırslanıyor, sürekli olarak “Çok başarılı olmalıyım, çok parlamalıyım, istediklerimi yapmalıyım” diye düşünüyor olabilir. Biz buna “daha” ya da “meli, malı terörü” diyoruz.

İşte bu terörlerin, iç ve dış faktörlerin bir şekilde farkına varmak çok önemli. Kişinin kendi gücünü keşfetmesi şart.

Bu durumda stresle başa çıkmak öğrenilebilir, öyle mi?

Elbette. İşin sırrı algı değişikliği, bakış açısı değişikliği yaratabilmekte… Bunun için çocukluktan getirdiğimiz alışkanlıkları keşfetmemiz gerekiyor. Kime neden patladığımız, ne olup de bu patlamaların yaşandığını anlayabilmek çok önemli. “Nerede paniğe kapılıyorum, nerede hızlı karar alıyorum, ne zaman konsantrasyon sorunları yaşıyorum?” sorularının yanıtını verebilirsek, bunların üstesinden gelecek güce de sahip olabiliyoruz.

Kısacası alışkanlıklar ve tutumların farkındalığı gerekiyor. Alışkanlık ve tutumları gördükten sonra davranış örüntülerini değiştirmek çok önemli. Çünkü her defasında aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz. Dolayısıyla farklı bir şeyler yapmayı öğrenmek gerekiyor.

Ardından sıra, kişinin stresi aslında ne şekilde yaşadığını öğrenmesine geliyor. Çünkü stresi kısa süreli de, uzun süreli de yaşayabiliyoruz. Bizi harekete geçiren güç olan sempatik sistem ile bizi gevşemeye getiren güç olan parasempatik sistemler arasındaki uyumu sağlamak önemli.

Bunu biraz açıklar mısınız?

Sempatik sistem kendi kendine devreye girer. Örneğin kişi araba kullanırken arkasından biri kornaya bastığında, kişi ilerler. Bu sempatik sistemdir. Parasempatik sistem ise kendi kendine devreye girmez. Bunun için bir uyarana ihtiyacı vardır. Uyaranlar noktasında gevşeme teknikleri, yoga, meditasyon, iyi uyku, beslenme, spor gibi pek çok faktör devreye girer.

Stres Yönetimi eğitiminde kişinin olumlu stres düzeyini artırabilmesini mi öğretiyorsunuz?

Biz aslında işe farkındalığı sağlayarak başlıyoruz. Katılımcıların şu soruyu yanıtlamasını istiyoruz: “Arada benzin istasyonuna uğruyor muyuz?” Buradaki benzin istasyonu bir sembol… Sorumluluklarımızı, yaşamdaki hedeflerimizi, nereye ulaşmak istediğimizi bir araba olarak düşünelim. Arabaya biniyor, şehir içinde ilerliyoruz. Bu sırada herhangi bir sorun yok, şehir içini karış karış biliyoruz çünkü… Ancak otobana doğru ilerledikçe hem trafik artıyor, hem de bilgilerimiz yetersiz kalabiliyor. Bu arada enerjimiz bitiyor, benzinimiz azalmaya başlıyor. Sağ tarafta bir benzin istasyonu olduğunu görüyoruz. Buraya uğramak, kendimizi beslemek en fazla 10 dakika sürüyor. Üstelik yola daha rahat devam edebiliyoruz. Karşılaştığımız güçlükler o kadar da büyük sorunlar olmuyor. Hatta tam tersine bunlardan bir şeyler öğrenebiliyoruz.

ANA HATLARIYLA STRES YÖNETİMİ EĞİTİMİ

• Toplam 2 gün süren Stres Yönetimi kurs programında ele alınan temel başlıklar şöyle sıralanıyor:
• Stresin tanımı,
• Stres ve iş yaşamı,
• Stres kaynakları,
• Bireysel farklılıklar ve stres yumuşatıcılar,
• Stresin sonuçları,
• Stres kontrol yöntemleri,
• Stresle başa çıkmada günlük yaşamda yapılabilecekler…

Yoğun stres yaşayan kişiler, bu benzin istasyonunda durmayı tercih etmeyenler mi?

Evet, bunu genellikle vakit kaybı olarak görüyoruz. İş hayatı açısından bakarsak, çok yoğun çalışıyoruz. Çok fazla sorumluluğumuz var. Mesaiye kalıyoruz. Belki de, işin içeriği bizi çok tatmin etmediği için iş dışında başka şeylerle meşgul oluyoruz. Dolayısıyla aslında bizim benzin istasyonuna gidecek çok da fazla vaktimiz kalmıyor.

Bu sorun, bazen işin yapısından kaynaklanırken bazen de kişinin kendi tercihi oluyor. Kişi kendisini sadece iş hayatında var edebiliyor. Orada tatmin oluyor, takdir ediliyor, isim yapıyor, başarılı oluyor. Bütün bunlar geliştikçe doyuma ulaşıyor ve benzin istasyonuna uğramayı gereksiz görmeye başlıyor. Sonuç olarak da bir süre sonra tükenme noktasına geliyor.

Söz iş hayatından açılmışken soralım: İş dünyasında özellikle hangi noktalarda olumsuz stresle karşılaşıyoruz?

Benim gözlemlediğim kadarıyla en büyük stres kaynağını iş ve özel yaşam arasındaki dengesizlik oluşturuyor. Kişi, biraz önce söz ettiğim nedenlerden dolayı işini öylesine hayatın merkezi haline getiriyor ki bir süre sonra kendini, özel hayatını, kendine ayırdığı vakti unutuyor. Sadece işe yoğunlaşmaya başlıyor. Burada mücadele, hırslar, arzular çok fazla. Ve tüm bunların sonucunda tükenmeye başlıyor. Sonrasında da “Keşke aileme / hobilerime / beslenmeme daha çok vakit ayırsaydım” demeye başlıyor.

Tüm bunlar performansa, verimliliğe ve işi severek yapma duygusuna nasıl yansıyor?

Kişi temel olarak olumsuz düşüncelere odaklanmaya başlıyor. “Ben başaramayacağım, bunun üstesinden gelemeyeceğim” bakış açısı baskın oluyor. İşlerini yetiştiremiyor, zaman sorunu yaşıyorlar. Zamanı yönetemiyorlar. Bu da başlı başına bir olumsuz stres kaynağı haline geliyor.

Aslına bakarsanız bunlar bir döngünün parçaları… Zamanı yönetemedikçe olumsuz stres oranı artıyor, olumsuz stres oranı arttıkça zaman yönetilemiyor ve çalışan bu döngü içinde yitip gidiyor. Öte yandan kişiler arası gerginlikler ve çatışmalar da devreye giriyor. İç benliğimiz ile dışımızın söyledikleri arasındaki mesafe açılıyor. Spontanlıktan uzaklaşıyoruz. İş değersizleşme başladığı için genel tatminsizlik ortaya çıkıyor ve performans düşüyor.

Yönetim kadrosunda ise yönetici kendi olumsuz stresi ile başa çıkamadığı zaman ekibini doğru yönlendiremiyor, çünkü kendisi paniğe kapılıyor.

Peki başta söylediğiniz gibi stresi bir fırsat olarak görmek performansı artırabilir mi?

Kesinlikle evet. Örneğin satış görüşmesine gidecek bir danışmanı düşünün. Bu görüşme elbette danışmanı kaygılandırmalı. Çünkü karşısında ilk defa sunum yapacağı bir topluluk var. Çok iyi hazırlanması gerekiyor. Eğer üzerindeki baskıyı yönetebilirse, stresin olumlu etkileri sayesinde hazırlık ve araştırmalar yapabiliyor. Ama eğer üzerinde çok fazla baskı yaratıyorsa kaygı düzeyi o kadar yükseliyor ki, işleri ertelemeye başlıyor. İçeriden başaramayacağına dair sesler gelmeye başlıyor.

Bu durumda yöneticilere ne görevler düşüyor?

Yöneticilerin rol modeli olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle yöneticilere en temel önerim; benzin istasyonlarına uğramayı ihmal etmemeleri… Çünkü paniğe kapılmış bir halde dolaşan, başarılı olamayacağını düşünen, hedefler altında ezilen bir yöneticinin hedefleri doğru aktarması veya çalışanlara bu konuda yol göstermesi çok da mümkün değil. Yöneticilerin kendi ruh sağlıkları önemli. Başta saydığımız algılama değişikliğini yaratabilirlerse, ekiplerine de destek verebilirler. En önemlisi çalışanların neden benzin istasyonlarına uğramaya ihtiyaçları olduğunu anlayabilirler.

Çalışanların stresini azaltmak için neler yapabilir? Bu konuda bazı örnekler var mı?

İçinde, çalışanların film izleyip rahatlaması için sinema salonu olan bir şirket biliyorum. Bası şirketler hobi kulübü kuruyor. Böylece çalışanların sosyalleşmesi de sağlanıyor. Japonya’da bir şirket, çalışanların klimasına nane ve lavanta özleri ilave ediliyor. Bazı şirketlerde “happy hourd”lar, bazılarında spor salonları var. Bunların hepsi çok iyi örnekler. Ama tabii işle ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadığı sürece, bunların hepsinin birer hoşluktan ibaret kalacağını unutmamak gerekiyor.

Son olarak Stres Yönetimi eğitiminin ayrıntılarından söz eder misiniz?

Öncelikle katılımcımızın stresi tanımlamasını istiyor, olumsuz algılarını olumluya çevirmeleri gerektiğini hatırlatıyoruz. Ardından kendi yaşantılarında stresi nasıl yaşadıkları ile ilgili farkındalık geliştirici bazı çalışmalar yapıyoruz. Tabii bunları teori ile destekliyoruz.

Eğitim sırasında aktivite bazlı çalışmalar yapıyoruz. Özgün ve yaratıcı yöntemler kullanıyoruz. Testlerimiz ve pek çok uygulamamız var. Çünkü aslında stresle başa çıkabilmek; yaratıcı çözümler üretmek anlamına geliyor. Katılımcılarımıza; bildik yöntemler yerine farklı materyaller veya farklı dokümanlar, uygulamalar kullanarak nasıl yaratıcı olabileceklerini gösteriyoruz. Tabii bu arada olmazsa olmazlar arasında yer alan gevşeme teknikleri ve egzersiz, beslenme önerilerini de unutmuyoruz.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)