Merih Tangün


Merih Tangün’ün kariyer gelişimi...

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdikten sonra, aynı üniversitede ses ve nefes teknikleri üzerine yüksek lisans yaptım. 1989 yılında A.B.D.’ne gittim ve Brown Üniversitesi’nde Tiyatro ve Konuşma (Theatre and Speech) departmanında Master of Arts derecesi aldım. Okulu bitirdikten sonra Shakespeare Company grubunda ses, nefes ve diksiyon çalışmalarına katıldım. Ardından da Berlitz Language School’da Japon işadamlarına konuşma dersleri verdim.

1991 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım. Bunun yanı sıra aynı yıl eğitim danışmanı olarak da çalışmalarım başladı.

Yeni kurulan TV kanalları ve radyo istasyonları için sunucu yetiştirme, eğitimler verme çalışmalarına katıldım. Daha sonra bu eğitimleri Sunuş Teknikleri, Eğitimcinin Eğitimi ve Telefonla Destek Eğitimleri izledi. Yavaş yavaş bazı firmalar için free lance eğitmen, bazı firmalar için de kurumun direkt eğitim danışmanı olarak çalışmalarımı sürdürürken katıldığım bir eğitim hayatımı değiştirdi. 1995 senesinde General Motors, Opel için farklı bir eğitim modeli uyguluyordu ve Türkiye’den seçilen 7 eğitim danışmanı içinde bende vardım. Bu tarihte hayatıma Outdoor Eğitimler ve Experiential Learning girdi. “Yaşayarak Öğrenme” metodu o tarihten itibaren tüm eğitimlerimin genel prensibi haline geldi.

1999 yılında kurulan Sinerji’de Prezantasyon Teknikleri, Doğru ve Etkili Konuşma, Milenyum Projeleri, Yaratıcılık, Call Center, Telefonla İletişim Teknikleri, Eğitimcinin Eğitimi, Müzakere Teknikleri, Ekip Oluşturma, Team Work (Outdoor Training) konulu eğitimlerin hepsini Türkçe ve İngilizce olarak veriyoruz. Konuları açısından verdiğim eğitimlerin yoğunluğu kadar, aldığımız eğitimlerde bir hayli fazladır. Çünkü iyi bir eğitmenin her gün, her ay, her yıl kendisini geliştirmesi gerektiğine inanıyorum.

Bu nedenle Amerikan Society for Training Development ve Experietial Education Association üyesiyim. Her yıl bu kuruluşların kongreleri, toplantıları ve eğitimlerini kaçırmamaya özen gösteriyorum.

Training & Development Magazine’in geçen sayısında ANT Eğitim Danışmanlığı’nın sahibi Melih Kurtuluş’un “benim için en iyi eğitmen Merih Tangün”dür sözünün altında her ne kadar takdir varsa da uzun, emek verilen ve çok keyif alınan bir eğitim çabasını kesinlikle inkar edemem.

Merih Tangün’ün yaşama dair görüşleri...

Yaşamın, içinde aldıklarımızla verdiklerimizin hesabını yaparak, keyif alarak, tadını çıkararak bulunmamızda yarar olduğunu düşündüğüm bir süreç olduğuna inanıyorum. Bu süreç içinde hepimizin süreleri farklıdır. Önemli olan bu süreyi doldurmaktan çok, bu süreyi doldururken birilerinin süreleri üzerindeki katkılarımızdır. Sanırım o katkılar bizim süremizin rengini de ortaya koyuyor.

Yaşam içinde bazı isteklerimizin, hırslarımızın olması gerektiği inancındayım. Ancak hırslar insan aklının önüne geçerse, yaşamımızı keyifle sürdüremeyeceğimizi düşünüyorum. Bence çalışmak yaşamı anlamlı kılan aktivitelerin başında geliyor. Hele başaramayacağınızı düşündüğünüz şeyleri biraz konfor alanınızın dışına çıkarak başarmış olmak büyük mutluluk. İnsana limitlerinin aslında nerelerde olduğunu gösteriyor. Bazen kadın olmanın bile zor olduğu bu toplumda bir de çalışan kadın olarak, beklenmeyeni başarmak, birilerinin hayatının bir bölümüne imza atabildiğimizi görmek veya onların kendi resimlerini renklendirmelerine yardımcı olabilmek gerçekten çok keyif veriyor.

İş dünyasında sıkça tartışılan bir konu var. Bazı şirketlerde çok genç bir kişi yönetici olurken, bunun aksine bazı şirketlerde deneyim ve bir profesyonelleşme sürecinin geçmesi isteniyor. Sizce deneyim bir kriter midir?

Deneyimin bir kriter olduğunu düşünüyorum. Ancak gençlik ve dinamizm de bu noktada önemli kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Deneyimi olmayan yöneticiler iş dünyasının kendine özgü renklerini kendi kendilerine keşfetmek zorundadırlar. Bilgiye her istendiğinde ulaşılabileceği doğrudur ancak deneyimin o bilginin nasıl kullanacağı olduğunu unutmamak gerekiyor.

Konservatuvardan mezun olduğumuz yıl tüm bölüm olarak hemen hepimiz “şu an Türkiye’deki en iyi oyuncular bizleriz” diye düşünüyorduk. Oysa nicelerini örnek almamız, sahnenin tozunu yutmamız, sahne üzerinde durmasını öğrenmemiz gerekiyordu. Tıpkı yöneticilerin deneyim kazanarak kendi başlarına ayakta durabilmeleri gibi. Deneyim kazanmak için yılların geçmesini beklemek gerekli değildir. Hepimiz artık cesur, atak, dinamik ama aynı zamanda vizyon sahibi, güvenilir, yaratıcı “genç yöneticiler” ile çalışmak istiyoruz. Eğer doğru zamanda ve doğru yerde olabiliyorsanız, genç yaşta yeterli deneyime de sahip olabilirsiniz.

Zaman zaman MT’lerle çalışıyorum. Cesaretlerini, kendilerine olan güvenlerini ve lider ruhlarını hayranlıkla izliyorum. Ancak zaman içinde karşılaştıkları sorunlara yaklaşımlarını gördükçe biraz daha deneyim sahibi olmanın hiçbir zararı olmayacağına ve hatta bunun kişilerin özgüvenini daha çok arttıracağına olan inancım da artıyor.

Türkiye’de ve dünyada İnsan Kaynakları ile ilgili gelişmeleri kısaca değerlendirebilir misiniz?

İnsan kaynağına verilen önemin gün geçtikçe daha da artıyor olması, sektörde hepimizi son derece mutlu eden bir unsurdur. Daha önceki yıllarda “personel” kelimesi gündemdeyken, bugün artık “insan kaynağı” tanımının kullanılması bile bizleri mutlu etmeye yetiyor.

Dünya ya da gelişmiş ülkeler, insana olan yatırımın önemini daha önce fark ettikleri için belki bizden birkaç adım daha öndeler. Ancak Türkiye’de de bu farkın hızla kapanmaya başladığını düşünüyorum. Her ne kadar endüstri devrimlerinden söz edilerek, 20. yüzyılda yaşadığımız bilgi endüstrisinin veya bilgisayarların öneminden bahsedilse bile ben, 21. yüzyılın “İNSAN GÜCÜ + HAYAL GÜCÜ” çağı olacağına inanıyorum. İletişimin bu denli ilerlemesi dünyayı küresel bir köy haline getiriyor ve “global” sözü ekonomiyi de etkileyerek “Global Ekonomi” haline getiriyor. Ne kadar güçlü bilgi ve teknik donanımınız olursa olsun hepsinin altında yatan farkı yaratanın insan olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Türkiye’de “İnsan Kaynakları” hala kendi tanım ve işlevlerinin ne olduğunu, kendi yönetimlerine veya çalışanlarına anlatmakla meşgul olsa bile, bunun tohumlarının iyi ekildiği inancındayım. Performans değerlendirmeleri, kariyer planlamaları, seçme ve yerleştirme çalışmaları, eğitimler ve toplam kalite yönetimleri artık insan kaynağının önemini vurguluyor ve bunun sonuçlarını alan şirketler de dünya şirketleri arasında sayılıyorlar.

Türkiye’deki İnsan Kaynakları uygulamaları açısından eğitim ve danışmanlık şirketlerinin etkinliği ne durumda veya nasıl olmalıdır?

Eğitim, İnsan Kaynakları uygulamalarının can damarlarından birisini oluşturuyor. Çünkü eğitimle kendi insanınıza, çalışanınıza mesajınızı iletiyorsunuz. Onun yaşamında veya iş yerinde fark yaratmaya çalışıyorsunuz. Ancak eğitim ile ilgili planlamaların da çok ciddi çalışmalar sonucunda yapılması gerekiyor. Çünkü eğitim, şirketin vizyonuna, hedeflerine, kariyer planlamalarına ihtiyaç arz eden becerilerin güncelleştirilmesine göre hazırlanıyor. Bu konuda şirketlerde yapılan çalışmaların sadece kendi içlerinde yapılmamasında yarar olduğunu düşünüyorum. Çünkü bazı durumlarda oluşan şirket körlüğü (bussiness blindness) önemli detayları görmenizi engelleyebiliyor. Halbuki dışarıda bunu profesyonel olarak yapan eğitim firmalarından destek almakta yarar vardır. Bu da tıpkı eğitimlerin bu işi profesyonel olarak yapanlar tarafından verilmesini sağlamaya benziyor. Artık birçok şirket bu konuda tamamen outsourcing yapıyorlar. Zira siz bir X şirketi olarak, birde kendi bütçenizde profesyonel olmadığınız bir konuda yatırım yaparsanız bu işin astarı yüzünden pahalıya çıkar. Herkesin kendi işini daha bilinçli yapabilmesi açısından, eğitim firmalarını destek olarak kullanıp, eğitimleri bu şekilde gerçekleştirmelerinin şirketler için daha avantajlı olacağını düşünüyorum.

Türkiye’nin girişimci yönetici ve işgücü kalitesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin her dalda olduğu gibi girişimci yönetici ve iş yükü açısından da büyük bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. Girişimcilik bence Türk insanının genlerinde zaten mevcut. Ancak bu girişimciliğin eğitim ve uluslararası deneyimle pekiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tip gelişmeleri piyasada gözlemlemeye başladık. Artık birçok genç iş adamımız ve yöneticimiz uluslararası şirketler ve dış piyasalarda kendilerini kabul ettirmeye başladılar. 2000’li yıllarda Türk yöneticileri ve iş adamlarının dünyada daha da başarılı olacağına inanıyorum. Bunun aynı zamanda bir gereklilik olduğunu da düşünüyorum.

Verimlilik, kalite ve insan ilişkileri arasındaki bağı nasıl açıklıyorsunuz? Birbirlerini ne ölçüde tamamlıyorlar?

Verimlilik, kalite ve insan üçlüsünün birbirinden ayrılmaz bir döngü içinde olduğu değişmez bir gerçektir. İşyerinin ve proseslerin kalitesini arttırırsanız, elemanınız daha rahat çalışır. İnsana yatırım yapar, onun becerilerini güncelleştirir, takdir ve ödüllendirme sistemini kurarsanız, işyerinde verim artar. Verimin artması, koyduğunuz standartların işe yaraması, size geri dönüşüdür ve verim arttıkça da siz kalitenizi yükseltirsiniz. Böylelikle döngü, eğer “sürekli iyileştirmeye” de inanıyorsanız sürekli birbirini takip eder.

Geldiğiniz noktada geleceğinizi nasıl görüyorsunuz? Özel ve iş hayatınızdaki hedefleriniz nelerdir?

Şu anda kendimi “işini çok seven , öğretmekten çok keyif alan ve bunu profesyonel yapmaya çalışan” bir noktada görüyorum. Ancak ben ekip oyununa inananlardanım. Eğer birlikte çalıştığım kişiler olmasaydı bugün ben de olmazdım.

Şimdi ise Sinerji adını, Merih Tangün adının önüne taşımak ve yere sağlam basarak kurumsallaşmak, Outdoor Ropes Course Parkuru’nu tamamlayarak, Sinerji’yi “Eğitmenlerin Okulu” haline getirip, şirketlerin gelişimine katkıda bulunacak eğitmenler yetiştirmek en önemli hedefimi oluşturuyor.

Özel hayatımda ise “keşke kızıma biraz daha fazla zaman ayırabilsem” cümlesini, önümüzdeki yıldan sonra bir daha söylememeyi umuyorum.

Hazırlayan: Hande PATIR

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)