Manhattan’dan; verimlilik ve performans üzerine…


Hukuk alanında bir kariyer istediğimden, bir hukuk firması olan Wachtel & Masyr, LLP’de Finans Analisti olarak çalışma hayatıma başladım. Manhattan’ın rüzgarı, saniyeleri, dakikaları saatlere; günleri haftalara bağladı ve bir baktım “yeni başlangıcım”ın üstünden tam 2 yıl geçmiş.

Zamana meydan okuyan 80’likler
Dinamik bir şehir New York. Bu dinamizme ayak uydurmayı başaran “her yaştan gencin” yaşadığı ilginç bir yer. İstanbul’da görmeye alışkın olmadığım her yaştan insanı genç yapan bu tempoya, çalışmaya başladıktan bir kaç gün sonra şahit oldum.

Şirketteki ortaklardan birisi telefonda yardımımı rica ediyordu. İşimi yaptım ve bitirir bitirmez teslim etmek üzere yukarı çıktım. İşe yeni başlamış olmanın verdiği ilgili ve meraklı bakışlarımla etrafı kolaçan ederken gözüm rafın üzerindeki “Yale Law Journal” a takıldı. İki ciltlik bu kitap 1950 yılına aitti. Artan merakımı yenmek adına sohbeti koyultup sordum ve öğrendim ki o iki ciltlik kitabın içinde hukuk fakültesi mezuniyetinden önce teslim ettiği iki makalesi yayınlanmıştı.

Hemen kafamda hızlı bir hesap yaptım ve karşımda duran kişinin 80 yaşının üzerinde olduğunu farkettim. Zamana performansı ve dinamizmiyle meydan okuyan, 80 yaşını aşmış olmasına rağmen 40’larında bir yönetici keskinliğiyle bana sorular sorup beni terleten bu kişiyi görünce anladım: Manhattan’da genç olmak çok zor iş. “Yaşlıların dinamizminin ve iş performansının bu kadar yüksek olduğu bir şehirde gençlerden neler beklerler kimbilir” dedim içimden odadan çıkarken…

Dinamizm ve performansın formülü
Dinamizmin ve performansın altın kuralı “hatasız” ve “hızlı” olmak... Manhattan gibi bir şehirde yaşadığınız ve özellikle de çalıştığınız zaman hayat baş döndüren bir hızda akıyor sizin için…Hızlı ve hatasız olmak zorundasınız; işte tam da bu yüzden verimlilik üzerine kurulmuş hayatları yaşamanız kaçınılmaz.

İşe ilk başladığım dönemde evden işe yürürken; şık takım elbiselerinin, tayyörlerinin altında spor ayakkabıları ile koşan insanları görünce çok şaşırmıştım. O zamanlar saniyelerin toplanıp dakika olduğunu, dakikaların çarpılıp para ettiğini tam idrak edemediğimden olsa gerek kafamda çokca sorgulamıştım bu durumu. Sonra ben de öğrendim Manhattan’da vaktin gerçekten nakit olduğunu... Önceleri şıklığı hızlılığa tercih ederken, yanımdan geçip giden 80’lik delikanlı ve genç kızlardan utandığımdan olsa gerek, yüksek topuklu ayakkabılarımı daha az kullanılanlar bölümüne yerleştirip, rahat olanları öne aldım; sabah vakit kaybetmemek, “onlar”ın hızına yetişebilmek için….

Hala spor ayakkabı giymeyi reddetsem de bir iki seneye kadar onu da yapabilme ihtimalinden korktuğumdan bu konuda iddialı konuşmamayı da öğrendim bu süre zarfında... İşe başladığım ilk bir kaç ayın sonunda “onlar”ın hızına yetiştim. Hayatı hızlı yaşamayı, sabah uyandığımda kıyafetlerin karşısında vakit harcamamayı, öğle yemeğini masamda yemeyi alışkanlık haline getirdiğimde hızla ilgili problemimi çözmüştüm artık.

“Hız” denklemin sadece bir elemanıydı. Oysa yakalamaya çalıştığım asıl eşitlik şuydu: “Hız + minimum hata = verimlilik”. İkisini aynı anda başarmaktı asıl maharet sayılan ve beni bu şehirde diğerlerinden ayıracak olan... Farkettim ki yaptığım en önemsiz işi bile çok önemsersem ve hatamın faturasının ağır olacağına inanırsam hatalarım en aza iner.

Hızlılığı kaybetmeden çok dikkatli olmayı öğrendim böylelikle. Sonrasında da
hayatım boyunca kazandığım başarıların ortak paydası olan iki altın kelimeyi koydum devreye: “Güven” ve “sorumluluk”. Sorumluluk önemliydi çünkü yaptığın işin sorumluluğunu almaz ve işi sonuna kadar götürmezsen kimse sana “güven”miyordu. “Güven” önemliydi çünkü sana güvenmedikleri zaman “sorumluluk” vermiyorlardı.

Manhattan’ın hızına ayak uydurduktan sonra bu iki kelimenin devreye girmesi ile pek çok şey değisti çalışma hayatımda. Güven ve sorumluluk olgularının evrenselliğini bir kez daha anladım. Dünyanın neresinde olursa olsun bu iki kelimeyi karşı tarafa vaad ettiğinizde önünüzde önemli kapıların açılacağını tekrar gördüm.

Türk kültürünün rengi, Akdeniz’in kıpırtısı
Manhattan eşitliğindeki iki eleman ve iki önemli anahtar kelimeyi çalışma hayatımın içine harmanlarken mekanikleşmemem, performans ve verimlilik gibi insan hayatını monotonlaştırma riski taşıyan olguların ruhumu tek düze yapmaması gerektiğinin bilincindeydim. Üstelik avantajlıydım: Damarlarımda akan kanda Akdeniz’in kıpırtısı, Türk kültürünün renkliliği ve ahengi vardı. Nereye gidersem gideyim, hangi şartlarda çalışırsam çalışayım özümde taşıdığım bu farklı renklerin, insan ilişkilerinde, birebir diyaloglarda beni hep bir adım öne taşıdığını farkettim.

İşte tam da bu yüzden bütün bu eşitlikleri kurmaya, dengeleri sağlamaya çalışırken o rengi ve kıpırtıyı, insana dair duyguları kaybetmemek üzere kendime söz verdim. “Onlar” dan biri olmama rağmen, “ben” kalabilmenin önemini çok iyi kavradım.

İki senelik çalışma deneyimimden anladım ki uzun çalışma saatleri, yorgun sabaha karşılar, biri bitmeden diğeri başlayan günler, hızlı yenilen yemekler, zamansızlıktan atlanan öğünler bu şehrin özellikleri arasında... Kısacası yaşam sanatını çok daha titiz uygulamak gerekiyor bu şehirde mutlu olabilmek, dar zamanda çok işler yapabilmek, hem hayattan tad almak, hem sorumlulukları yerine getirip, güven verebilmek için...

Bu süreçte anladığım başka bir gerçeklik de bunların hepsini aynı anda yapmanın mümkün olduğu ve insanın kullandığının çok daha üstünde bir potansiyele sahip olduğuydu.

Chicago mezuniyetindeki ürkekliğim de, New York’a ilk geldiğimdeki korkularım da yok artık: Çünkü anladım ki yaşam Bekir Coşkun’un da dediği gibi, “Dar ayakkabıyla yürüme sanatı…”1 Bu sanatı iyi icra edenler “dar ayakkabı”yı da sevebilir, dar zamanlarda prensiplerinden ve kendilerinden ödün vermeden başarılı olup kariyerlerinde sonraki hedeflere koşabilir.

New York’a bavulumda getirdiğim kaygılarımdan ve güvensizliklerimden kurtuldum. Kariyerimde sonraki adımları atmak için büyük bir istek, dozunda bir hırsla devam ediyorum Manhattan’daki yeni yaşamıma; büyümüş, yaşadıklarımdan öğrenmiş ve olgunlaşmış olarak…Artık daha umutluyum gelecekten; çünkü biliyorum: “İnsanoğlunun aklının aldığı herşeyi başarabilecek güce sahibiz biz”2. Aslolan emek vermek, öğrenmeyi istemek ve asla pes etmemek...

1 Bekir Coskun’un 24 Ekim 2006 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan köşesinden alınmıştır.
2 “What mind can conceive, man can achieve.”


Gizem Yasa
Wachtel & Masyr, LLP – Finans Analisti

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)