Konfor alanınızdan çıkmadan parlayamazsınız!
Koltukta oturarak parlak olmak zordur. Atılımlar, kendi rahat sınırlarımızdan çıkıp etrafımızdaki dünya ile bütünleştiğimizde ortaya çıkar. Duyularımızı tam olarak kullanmamız, gerçek bir merak duygusuna sahip olmamız ve her şeyi fark edip sorgulamaya hazır olmamız gerekir. Kabımızda kaynaştırmak için yeni bir şeyler (fikirler, bakış açıları ve dikkate değer şeyler) bulduğumuzda ve diğer kişilerin (hatta diğer yaratıkların) müşterimizin ve endüstrimizin ihtiyaçları konusundaki en iyi fikirlerine ilişkin sınırlarını test ettiğimizde ortaya çıkarlar. Zeki ve kararlı kişiler, odaklanmış ve tutkulu bir biçimde harikaları ve çocukluk meraklarını yeniden keşfetmeye zorlandığında ortaya çıkarlar. Bu sayede bilinçli olarak mevcut bilgilerimizin sınırlarının dışında geziniriz. Bu olmazsa, en iyi niyetli çabalarımız başarısızlığa mahkumdur.
Ve ortaya çıkmaları için tipik olarak mevcut bir şeyin üzerine inşa edilmeleri gerekir. Ama bunun her zaman sizin kendi endüstrinizde, pazarınızda ya da disiplininizde var olan bir şey olması gerekmez. En parlak fikirleri bile, birilerinin zaten yaptığı, düşündüğü ya da hayalini kurduğu bir şeyler esinlendirmiştir... Bir başka şirket ya da organizasyon, bir başka ülke ya da kültür, ormanda, sahilde, müzede ya da telaşlı bir kent caddesinde yapılan bir yürüyüş...
Testereler Velcro’yu esinlendirdi, kuşlar uçakları, Memphis’in ve diğer kentlerin sokaklarındaki dini müziğin güçlü sesi rock’n roll’u, Leon Leonwood Bean adındaki küçük kasaba değerlerine sahip bir tekne üreticisi müşteri tatminini garanti etmenin değeri konusundaki önemli inanışı esinlendirdi, 150 yıl önce herkesin kapısının önüne süt dağıtılması bugünkü evlere pizza servisi anlayışını esinlendirdi, aracıları ortadan kaldırma fikri dünyanın en büyük kişisel bilgisayar üreticilerini esinlendirdi, gibi... Ve esinlendirmeyi basit bir biçimde toplanarak ya da ”beyin fırtınası” yaparak yeniden üretmeye çok ender rastlanır. Benjamin Franklin gibi, gerçekten esinlenmek (ya da elektriklenmek) için fırtınada ayakta durmamız gerekir.
Ama bunu yaparsak (hem bireysel hem de organizasyonlar olarak) bir şeyler tıkırdamaya başlar. DaVinci uçmak konusunda insanlarla konuşmamıştı çünkü onların bununla ilgili hiçbir fikri yoktu (Ikarus’un cesur bir girişimde bulunduğunu saymazsak). DaVinci bunun yerine etrafta dolaşarak kuşları inceledi. Bunun olması yüzyıllar alabilirdi ama bunun nedeni dünyaya ve uçma büyüsüne farklı bakma eksikliği değildi.
Bu nedenle, merakın şirketinizi ya da organizasyonunuzu nereye götürebileceğini düşünerek işe başlayın. Çünkü bu merakın içinde, inovasyonu kucaklamak ve daha zorlayıcı değerler sunmak için gerekenlerin başı vardır.
İK’nın artık yeni görevi organizasyona ilham vermektir!
Esin dolu yerlerde dolaşmak, normalde okumadıklarınızı okumak, rutin olarak sormadığınız sorular sormak, sizin dünyanız hakkında hiçbir şey bilmeseler de kendilerininki hakkında pek çok şey bilen yabancılarla konuşmak, kendilerini başka birilerinin yerine koymak, yeni bir hobi edinmek ya da dünyaya farklı gözlerle bakmak... İşe başlarken; sizin ve organizasyondaki herkesin zorlayıcı bir fark yaratacağına inanın. Artık tek ihtiyacınız olan esinlenme anı, doğru koşullar ve doğru bakış açısıdır.
Dünyanın dört bir yanındaki şirket ve organizasyonlarda, tüm şekil ve boyutlardaki grupların, baskı yaratan bir iş sorununu çözmek ya da şaşırtıcı yeni bir fırsatı ortaya çıkarmak için bir araya geldiği, hemen her gün tekrarlanan şu sahneyi gözümüzde canlandıralım:
Bu kişiler, konferans odalarında, yönetim kurulu odalarında, yemek salonlarında, geçmiş başarıların resimlerinin sergilendiği koridorlarda, yerel lokantalardaki özel bölümlerde, konferans merkezlerinde ve kimi zaman hava müsaitse açık havada bir araya gelir. Yanlarında silahları vardır:
Flipchart’lar, parlak renkli işaret kalemleri, post-it not kağıtları, hesap çizelgeleri, PowerPoint sunumlar, piyasa araştırmaları, müşteri anketleri, rekabetçi zekâ, Internet’ten indirilen sayısız önemli belge, oyuncaklar, eğitimli ya da eğitimsiz bir toplantı yöneticisi, aciliyet hissi ve büyük olasılıkla Sokrat’tan esinlenen bir dizi soru… Bu unsurlardan her birinin amacı yaratıcılıklarını ateşlemek, onları “kutularından çıkarmak”, günlük düşüncelerinin (ve mevcut gerçeklerinin) güçlü yorgunluğundan sıyırmak ve en azından organizasyonun ayakta kalmasını sağlayacak, en iyi olasılıkla kendi dünyaları ile müşterilerinin yaşamında devrim yaratmalarına olanak verecek bir atılıma liderlik etmektir.
Ve geç kalanlar da sonunda ortalıkta görünüp, yavaşlıkları nedeniyle şakalaşılıp affedildikten sonra, olmazsa olmaz süper boy kafeinler alınır ve herkes yerine geçer. Oturumun lideri konuşmaya başlar: “Kritik bir noktadayız” derken klasik filmleri anımsatan hüzünlü bir ses tonu vardır:
“Grubumuzun, ürünümüzün, hizmetimizin, organizasyonumuzun, tüm toplumumuzun geleceği bu dengeye bağlı”, “Saat işliyor” diye devam eder (ki ben bunun her zaman iyi bir şey olduğuna inanırım): “Sırtlarımız duvara dönük. (Önümüzü görebileceğimiz anlamına geldiği için genel olarak önümüzü duvara dönmekten daha iyi olabilir) Bu nedenle daha yeni, daha iyi, daha hızlı, daha güçlü, daha kolay ya da hiç olmazsa daha yenilikçi bir yaklaşıma sahip olmalıyız”. (Örneğin; ‘ya daha iyi bir fare tuzağı ya da daha iyi bir fare yaratmalıyız’. Ardından dramatik bir sessizlikten sonra, çok tekrarlanan şu ifade gelir: “Peki, kimin sıra dışı bir fikri var?!”
Bunu bir sessizlik anı takip eder – büyük olasılıkla kendilerinden önce deneyenleri anmak için... Daha büyük bir olasılıkla bunun nedeni odadaki herkesin daha önce bu konuda başarısız bir girişimde bulunması, bu görev için neden seçildiklerine ilişkin hiçbir fikirlerinin olmaması, en marjinal fikri sunan ilk kişi olma niyeti taşımamaları ya da sadece ne yapacakları hakkında ipuçlarının olmamasıdır. Ve her ne kadar kendilerine ‘kötü fikir diye bir şey yoktur’ denmişse de fikri olanlar; henüz tam olgunlaşmamış düşüncelerine sessiz bir küçümseme ve zekice kapatılmaya çalışılan sırıtmaların eşlik edeceğinden korkar.
“Ohhhh!?!? Demek sıra dışı fikirler istiyorsunuz!” Bu sessiz çığlığın sahibi, büyük olasılıkla daha önceki yaşamlarında da bir dakika düşünmeden ya da ebeveynlerinin kendilerini yakalamasına fırsat vermeden bir ağaç dalından atlayan ilk kişidir. Sözcünün bir dakikalık sessiz yaratıcılık meditasyonu kişileri konuşmaya teşvik eden bir çağrıdır.
“Tamamen yeni fikirlerden mi söz ediyoruz?” diyerek sesli bir şekilde merak eder: “Daha önce hiç düşünmediğimiz şeylerden mi? Yoksa hali hazırda yaptıklarımızı daha iyi yapmanın bir yolunu mu ortaya koymamız gerekiyor?” Bir başka deyişle, bu sorunu çözmek için her zaman kullandığımız aynı eski ve yorgun fikirlerin üzerindeki tozları mı üflemeliyiz? (Ve müşterinin bunun ileri bir sıçrama olduğuna inanmasını umut etmeliyiz?)
“Bazı yeni fikirler mükemmel olurdu” diye teşvik eder grubun lideri: “Sonuçta dünya da piyasamız da asla hayal edemediğimiz kadar hızlı değişiyor”.
Bu söyledikleri de şu anlama gelir: “Rakibimiz X şaşırtıcı ve yeni, kendi kendini tamir edebilen wismo’yu sunarak kalitesini yeniden tanımladı” ya da “Rakibimiz Y yeni proaktif hizmet garantisini açıkladı” ya da “Rakibimiz Z fiyatlarını yüzde 25 azaltarak (çılgın ama çok etkili) bir hareket yaparak bizi bir böcek gibi ezmek üzere ya da hizmet verdiğimiz vatandaşlar, yanıt süremizi dramatik bir biçimde azaltmanın yolunu bulmazsak isyan etmek üzere”.
Artık, kültürün içinde saklanıp kalmış olan kedi, çantadan çıkmak üzeredir.
Bu, herkes için ama en çok dramatik değişiklik ve taze düşünmeye ihtiyaç duyanlar için korkutucu bir görüntüdür.
“Bu nedenle gerçekten yeni fikirlere ihtiyacımız var” diye devam eder: “Atılımsal fikirler... İş yapış şeklimizi sarsacak fikirler... Ve bunların, bir sonraki çeyrek dönemin başında ya da sonuçlarımız bir kez daha düşmeden önce uygulanabilmesi gerekir; hangisi önce gelirse...”
Ardından gözleriyle odayı tararken, birilerinin çıkıp o andan etkilenerek şunu söyleyeceği umudunu taşır: “Bu durumda benim bir dizi yeni, yaratıcı ve tamamen parlak fikrim var”. Ama bu asla olmayacaktır.
Böylece, daha iyi bir alternatif olmadığı için, kendine saygı duyan yetişkinlerden oluşan tüm grupların yapacağını yaparlar. Kollarını sıvayıp kahve ya da kolalarına sarılarak işe girişirler. Ve herkes yapabildiği kadar beyin fırtınası yapar. Ki bu hiç de basit bir başarı değildir: Resmi eğitimin zaman tüketicileri ile geçen yıllara bu veya herhangi benzer organizasyonda geçirdikleri zamanın eklendiği düşünülürse... (Bu, geldikleri günden itibaren yaratıcılığı sistemli olarak emmektedir).
Ve beyin fırtınasının başından itibaren herkesin bir umudu vardır: Yıldızlar bir araya gelecek ve tanrılar ya da en azından Diş Perisi; kolektif bilgilerinden, akıllarından ve deneyimlerinden en az bir mükemmel fikir getirecek, beyaz tahta aydınlanacak, hız kazanılacak ve piyasaya girilecektir. (Elbette bu arada bir dizi iç engeli aşmak gerekir). Ancak geriye çekilen konsept ve mevcut emeklerine yönelik ortalama ilerlemelerden sonra bile, büyünün kafesinden çıkma olasılığı pek azdır. Pek az atılım ve buluş bu şekilde gerçekleşir.
Ticari ve organizasyonel başarı tamamen, müşteriye mükemmel değer sunma yönünde farklı olmakla ilgilidir. Ama bir şeyleri farklı yapabilmek için, bir şeyleri farklı görmemiz gerekir. Vizyon duygusu ve yeni ve daha iyi olasılıklar görmek; mükemmel şirketleri, organizasyonları ve insanları diğerlerinden ayırandır. Ancak farklı olmak, parlak ve değerli fikirleri en baştan yaratmamız gerektiği anlamına gelmez, elbette bu da mükemmel olurdu. Başka birinin mükemmel fikirlerindeki olasılıkların kilitlerini açarak ve bunları kendi dünyamıza uyarlamak konusunda ilk (ve en iyi) olduğumuzda kazanabiliriz.
Gerçek görevimiz doğru fikirleri bulmak ve bunları, hizmet verdiğimiz kişiler için gerçekten önemli hale getirecek biçimde ‘bizim’ haline getirmektir. Ve ihtiyacımız olan tek beceri, müşteriler için neyin önemli olduğunu anlamak, açık bir zihin ve merak duygusudur. İşe başlarken; sizin ve organizasyondaki herkesin zorlayıcı bir fark yaratacağına inanın. Artık tek ihtiyacınız olan esinlenme anı, doğru koşullar ve doğru bakış açısıdır.
Bu nedenle pek az aydınlanmış kişi, yeteneklerini çok farklı kullanarak değişik bakış açıları ve esinlendiricilerle dolu yerleri ziyaret ediyor.
Şirketlerdeki dehalar her gün, elbette lider İK’cıların da düşüncesi ve desteği sayesinde, bugün dünyanın dört bir yanına yolculuk yapıyor ve Çin gibi ülkelerdeki antik devalar arasından olasılıkları ortaya çıkarmaya çalışıyor. Belki de bitkilerden, tedavilerden ve akupunkturdan öğrenebileceğimiz, en iyi laboratuvarlarda bile keşfedemeyeceğimiz dersler vardır. Ve belki diyet, meditasyon ve egzersiz ile ilgili eşit derecede önemli derslerde de pek çok başarının anahtarı saklıdır. Ve belki de farklı yer ve farklı topraklardaki fikirlerin bileşiminden öğrenilebilecek çok daha zorlayıcı bir ders vardır.
Bir ilaç, bir bitki, biraz yoga ve bir aerobik sınıfına düzenli olarak katılmak pek çoğumuzu hasta eden şeylerin asıl tedavisi olabilir. Belki de kimya sayesinde daha iyi bir yaşam deyişi, gerçek yanıtı görmemizi engellemiştir. Belki de antik zekâ ile modern teknolojinin doğru kombinasyonu, en doğru yaklaşımdır. Belki de araştırmamıza daha geniş bir merakla odaklanmamız gerekir. Ve belki siz de bunu yapmalısınız.