İş Sağlığı ve İş Güvenliği hükümlerinin değişen yapısı ve önemi
İş kazalarında ölen ve sakat kalan kişilerin oranlarına bakıldığında, rakamların hala ciddi boyutta olduğu ve kayda değer bir azalma olmadığı görülmektedir. Örneğin 2003 yılı verilerine bakıldığında, Türkiye’de 76 bin 668 iş kazası olmuş, 440 kişi de meslek hastalığına yakalanmıştır . Üstelik söz konusu rakamların SSK verileri olduğu ve her işçinin de sigortalı olmadığı ve büyük bir kayıt dışı sektörün varlığı göz önüne alındığında, sorunun büyüklüğü daha da net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Üstelik sigortalılar arasında da ihbar edilmeyen iş kazalarının sayısı azımsanmayacak miktardadır .
Sorunun sosyal tarafı dışında önemli bir ekonomik yönü de bulunmaktadır. Zira, iş kazaları nedeniyle vuku bulacak işgünü kayıpları hem prodüktivite sorunu yaratacak, hem de maliyetlerin artmasına sebep olarak işverene ek külfetler getirecektir . Gerçekten de, işçilerin sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmaları işletmeler için de faydalı olacak, işçilerin motivasyonu ve verimi arttığı gibi, işletmeler arasındaki haksız rekabetin önlenmesi için de olumlu bir yöntem izlenmiş olacaktır .
Günlük yaşam içinde iş sağlığı ve güvenliğinden bahsedildiğinde, çoğunlukla teknik hususlar, bir başka deyişle işçiyi işyerindeki olası iş kazaları ile meslek hastalıklarına karşı korumayı amaçlayan düzenlemeler anlaşılmaktadır. Oysa, Avrupa Birliği’ne tam üye olma sürecini yaşayan Türkiye için “iş sağlığı ve güvenliği” kavramı bu ölçüde basit olmamalıdır. 4857 sayılı yeni İş Kanunu’muzun kabulü sonrasında süratle düzenlenen konuya ilişkin yönetmeliklerin Avrupa Birliği’nin ilgili yönergelerine dayanarak çıkarılması da elbette bir tesadüften ibaret değildir.
Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında, mevcut düzenlemeleri son derece geliştiren, düzenleme boşluğu olan hususları da dolduran kapsamlı bir yapıyla karşı karşıyayız. Ancak, başlı başına bir uzmanlık haline dönüşen ve herkesin en azından kendi iştigal alanıyla ilgili olarak içinde bulunması gereken “iş sağlığı ve güvenliği” kavramına yeteri kadar önem verilmesi için başka bir seçenek de yoktur.
Aslında genel olarak bakıldığında, iş güvenliğine ilişkin önlemleri alma yükümü esas olarak işverene yüklenmiştir. Ancak, böylesine önemli bir konunun sosyal taraflardan sadece birine ait yükümlülük olması hem hakkaniyete uygun değildir, hem de amaçlanan sonucu almak için müsait bir yöntem değildir. Gerçekten de, sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan ve işyerlerinde beliren yoğun makineleşme birtakım sorunları da beraberinde getirmiş , teknolojik gelişmenin ve sanayileşmenin süreklilik kazanması nedeniyle de her gün çalışma hayatına katılan yeni işkolları, kimyasal maddeler, makine ve teçhizatlar yeni sorunlar doğurmuş ve bunların çözümlenmesi her iki tarafın katkılarıyla mümkün olabilecek hale gelmiştir.
Görüldüğü üzere, süreç içinde, “iş güvenliği” kavramı bir gereksinme olarak ortaya çıkmıştır. Bu gereksinme ise; sanayileşmenin yol açtığı tehlikelerden, insanın hukuken korunmuş varlıklarına, özellikle hayatına, vücut bütünlüğüne ve sağlığına yönelik zararlardan ve her türlü olumsuz etkilerden korunması düşüncesidir. Şüphesiz iş güvenliğine ilişkin olarak işverenlerin önlemler almalarının en önemli nedeni, işletme içinde işçilerin, makinelerin yol açtığı zararlardan korunması amacıdır. Bu anlamda, işçilerin iş kazası ve meslek hastalıklarından korunması, iş güvenliğinin kapsamı içinde öncelikli öneme sahiptir.
Yeni İş Mevzuatında İş Sağlığı ve Güvenliği hükümleri:
1475 sayılı İş Kanunu md. 73’e göre; “her işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlüdür. İşçiler de, işçi sağlığı ve iş güvenliği hakkındaki usul ve şartlara uymakla yükümlüdürler”. 4857 sayılı kanunun 77. maddesine göre de; “işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler”. İşbu hüküm uyarınca, işçi iş sözleşmesinin tarafı olmanın bir gereği olarak, işveren tarafından alınacak tedbirlere, yapılan düzenlemelere ve koruyucu organizasyonlara uygun davranmalı, kendisine verilen koruyucu araç ve gereçleri kullanmalı, işverence çıkarılacak talimatlara riayet etmelidir .
Bu çerçevede, işçiler işyerinde kendilerinin ve diğer kişilerin olumsuz etkilenmemesi için azami dikkat gösterecekler, görevlerini işverence kendilerine verilen eğitimler doğrultusunda yapacaklar, makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını doğru kullanacaklar, kendilerine sağlanan kişisel koruyucu ekipmandan maksadına uygun olarak istifade edecekler, daha sonra da muhafaza edildiği yere geri koyacaklar, işyerinde sağlık ve güvenlik açısından ciddi bir tehlike olduğunda yetkili amirlerine derhal haber verecekler, teftişe yetkili makam tarafından belirlenen zorunlulukların yerine getirilmesinde işverenle işbirliği yapacaklardır.
Genel hatlarıyla ifade etmeye çalıştığımız söz konusu yükümlülüklerini yerine getirmemesi dolayısıyla ortaya çıkabilecek bir iş kazasında işçinin de sorumluluğunun doğacağı açıktır. Bu nedenle, işçilere verilecek eğitimlerde, söz konusu hususlara dikkat etmemeleri halinde hem vücut bütünlüklerine zarar geleceği hem de bunun yaptırımıyla karşı karşıya kalacakları hatırlatılmalıdır. Bu beyan adeta bir “tehdit” gibi gözükse de, kanımızca böyle bir nitelik taşımamaktadır, zira amaçlanan; kimsenin zarar görmemesi, bu maksatla da hep daha çok dikkatli olmaya özen gösterilmesinin sağlanmasıdır.
Aslında iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyum göstermeye en çok itina göstermesi gereken kesim işçiler olmalıdır, çünkü bu olumsuz durumdan en çok etkilenecek bizatihi kendileri olacaktır. İşçi sendikalarının da bu konunun üzerine “en az ücret talepleri konusundaki ısrarları kadar” eğilmeleri gerekmektedir. İşverenin her işçinin başına denetleme maksatlı olarak birini koyması mümkün değildir, bu nedenle işçiler oto kontrollerini sağlamalıdırlar.
Ekmekçi’nin de isabetle belirttiği gibi; belki “işçi, alınan güvenlik önlemlerine uymadığı, uymamakta ısrar ettiği zaman iş sözleşmesi haklı sebeple feshedilebilir” şeklinde bir hüküm bulunsaydı, konu biraz daha açıklığa kavuşmuş olurdu . Ancak, yine yazarın ifade ettiği gibi, 4857 sayılı İş Kanunu md. 25/II-(h) ya da (i) bu noktada kullanılabilir. Bizim biraz daha açmaya çalışacağımız hüküm İş Kanunu md.25/II-i’dir.
İş Kanunu md. 25/II-i’ye göre; “işçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması” halinde işveren iş sözleşmesini haklı sebeple feshedebilecektir. Ancak, hangi hareketlerin işin güvenliğini tehlikeye düşüreceği hususunda bir kıstas kabul etmek mümkün değildir. Bu tür hareketler genellikle kanunlar, yönetmelikler, işyerinde işçinin görebileceği bir yerde asılı bulunan iç yönetmelikler ve bazen de örflerle sabittir .
Her somut olay ayrı ayrı dikkate alınarak, işçinin davranışının işin güvenliğini tehlikeye düşürecek mahiyette olup olmadığı incelenmelidir. Ne var ki, bazı durumlarda, yapılan hareketin iş güvenliğini tehlikeye düşüreceği kesindir. Bununla ilgili olarak en çok karşılaşılan örnek; işçinin, işyerinin özelliğinin yangın çıkmasına çok müsait olduğu durumlarda işyerinde, sigara içilmemesi gereken yerde ve iş saatleri içinde sigara içmesidir . Bu anlamda, Yargıtay; akümülatör, plastik ve ısı sanayii işyerinde şarj dairesinde çalışmakta olan işçinin işbaşında sigara içilmesi yasak olan yerde sigara içmesini ; oto koltuk imali işyerinde, diğer bir işçi elini solventle temizlemekteyken, sigarasını yakmak üzere çakmağını çaktığı sırada yanıcı maddenin alev alması sonucu arkadaşının kolunun yaralanmasına sebebiyet vermesini ; elyaf, boya gibi yanıcı maddelerin bulunduğu baskı bölümünde çalışırken, “sigara içmek yasaktır” levhası yazılı olmasına rağmen ve daha önce de birçok kez uyarıldığı halde sigara içmesini ve işyerinin tehlikeli olmayan bölümlerinde sigara tiryakileri için amirlerinden izin almak koşuluyla sigara içebilme olanağı var iken, sentetik iplik işyerinde forklift işçisi olarak çalışırken yangın tehlikesi en büyük olan bir yerde yani sıfır kodunda sigara içmesini , işin güvenliğini tehlikeye düşürecek mahiyette hareket olarak değerlendirmiş ve iş sözleşmelerinin 1475 sayılı eski İş Kanunu md.17/II-h (4857 sayılı kanun md.25/II-i) uyarınca haklı sebeple feshedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Elbette, işin güvenliğini tehlikeye düşürecek davranışlar, işçinin uygun olmayan yerde sigara içmesiyle sınırlı değildir. Yüksek mahkeme vermiş olduğu kararlarında örneğin; kepçe operatörü olan işçinin, kepçeyi kullanma yetkisi olmayan operatör yardımcısına kepçeyi kullanmak üzere bırakması ile ve daha önce de aynı konuda uyarıldığı halde işçinin gece bekçisi olarak çalıştığı işyerinde nöbet yerini terk etmesi, telefonla defalarca arandığı halde cevap vermemesi ile işin güvenliğini tehlikeye düşürmüş bulunduğunu ifade etmiştir. Ancak, buna karşılık, sigara içmek için ateş yakan bir başka işçinin mevcut olduğu bir ortamda, işverence kendisine boya yaparken eldiven verilmediği için, boyalı ellerini tinerle yıkamış olan davacı işçinin bu hareketini Yargıtay, işin güvenliğini tehlikeye düşürecek mahiyette görmemiştir . Aynı şekilde, Yargıtaya göre; boya mutfağının üst katında elektrik ocağı yakmak suretiyle dört yıldır çay demleyen işçinin bu davranışı, işyerinde patlama tehlikesi meydana getirecek bir ortam yaratmamaktadır .
İfade etmek gerekir ki, iş sağlığı ve güvenliği alanında başlıca sorumluluk işverenlere verilmiştir. İşverenin bu konudaki sorumluluğu, sadece işçinin fiilen çalıştığı noktada değil, işyerinin giriş kısımlarında, merdiven, acil çıkış yerleri, asansör, duş, dinlenme, soyunma bölümleri, tuvalet ve mutfak gibi yerlerde de mevcuttur . 77. maddenin birinci fıkrasında belirtildiği şekilde, işverenlerin önlemleri almaları, ekipmanları temin etmeleri, koruyucu araç ve gereçleri sağlamaları da yeterli olmamakta, bunlar yanında iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığının denetlenmesi ve işçilerin eğitimlerinin sağlanması da münhasıran işverenlerin yükümlülükleri arasında sayılmaktadır.
Maddenin ilk şeklinde ayrıca işverenlere iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak bilim ve teknolojideki gelişmeleri izleme ve uygulama mecburiyeti de getirilmişti . Mevcut şekliyle bile büyük bir hacim tutan yükümlülüklere, hiç de gerçekçi olmayan söz konusu hususu eklemek, kanımızca sadece bir temenniden ibaret kalırdı ve gerçekten de yanlış olurdu.
Sistemin tümüyle işverenlerin sorumluluğu üzerine bina edilmesi tartışılır olmakla birlikte, kanımızca buradaki tartışmasız en olumlu düzenleme, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının işyerindeki çırak ve stajyerlere de aynen uygulanması yönündeki hükümdür. Elbette çırak ve stajyerler işyerindeki işçi sayısına dahil olmayacaklardır, sosyal güvenlik ve ücretler bakımından sınırlı bir statüleri olmaya devam edecektir, ancak iş sağlığı ve güvenliği hükümleri açısından işverenin bu kişilere karşı sorumluluğu genel hükümlere göre değil, adeta işçiymiş gibi İş Kanunu’na ve kanun uyarınca çıkan yönetmeliklere göre tespit edilecektir .
Kanımızca, 4857 sayılı yeni İş Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği alanında getirilen en önemli yeniliklerden birisi de kanunun 83. maddesinde bulunmaktadır. Buna göre; “işyerinde iş sağlığı ve güvenliği açısından işçinin sağlığını bozacak veya vücut bütünlüğünü tehlikeye sokacak yakın, acil ve hayati bir tehlike ile karşı karşıya kalan işçi, iş sağlığı ve güvenliği kuruluna başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul aynı gün acilen toplanarak kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar işçiye yazılı olarak bildirilir”. Söz konusu istem neticesinde eğer kurul işçinin talebi yönünde karar verirse, işçi, gerekli iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilecek ve bu dönem içinde ücreti ve diğer hakları saklı kalacaktır. Ayrıca, iş sağlığı ve güvenliği kurulunun kararına ve işçinin talebine rağmen gerekli tedbirler alınmazsa, işçiler İş Kanunu md.24/I uyarınca iş sözleşmelerini haklı sebeple feshedebileceklerdir.
Kurulun hiçbir zaman işçi talebi yönünde karar vermeyebileceği düşünülebilir, ancak kurulun içindeki işçi sayısı dikkate alındığında böyle bir sonuca kolaylıkla ulaşılamayacağı kanaatindeyiz. Kaldı ki, oy çoğunluğu işçinin talebi yönünde olmasa bile, herhangi bir üye karara muhalefet ederek daha sonra ortaya çıkabilecek bir sorun esnasında sorumluluktan kurtulabilecektir. Görüldüğü üzere, 4857 sayılı kanunla ve yönetmelikle, iş sağlığı ve güvenliği kurulunun önemi artmış, alacağı kararların işveren tarafından yerine getirilmemesi, işçinin çalışmaktan kaçınmasına, hatta sözleşmeyi haklı sebeple feshetmesine kadar yol açabilecek hale gelmiştir. Görüş bildirme niteliğini aşarak, gerektiğinde işin gidişatını etkileyebilecek yetkiye sahip iş sağlığı ve güvenliği kurullarının kurulması birçok Avrupa ülkesinde de yasal bir zorunluluktur. Bu anlamda, söz konusu yenilik Avrupa Birliği mevzuatına uyum açısından son derece yerinde olmuştur.
4857 sayılı İş Kanunu’nun birçok maddesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından ilgili konuda yönetmelik çıkarılacağı ifade edilmiştir. Bunların çok ciddi bir bölümü de iş sağlığı ve güvenliği ile alakalıdır. Yeni mevzuat, gelişmiş ülkelerin kuralları esas alınarak düzenlenmiş, çalışanların sağlığı ve güvenliği temel ilke olarak kabul edilmiştir. Mevzuat öylesine ayrıntılı hazırlanmıştır ki, üretimde kullanılacak malzemeye, işyeri sağlık biriminin tabanının niteliğine kadar düzenlemeler içermektedir ve işin yapılmasında mümkün olan en üst düzeyde korumanın sağlanması, risklerin minimuma indirgenmesi için farklı sistemler öngörülmüştür . Büyük sayıda düzenlemenin kısa süre içinde çıkabilmesi oldukça zor olduğu halde, takdir edilecek bir hızla yönetmelikler düzenlenmiş ve yürürlüğe girmiştir. Elbette söz konusu yönetmeliklerin hazırlanmasında Avrupa Birliği’nin direktiflerinden yararlanılması bu süratin önemli bir nedenidir, zira yönetmelikler neredeyse bire bir olarak yapılan tercümeler neticesinde oluşturulmuştur. Yönetmeliklerde bulunan “İlgili Avrupa Birliği Mevzuatı” başlıklı maddeler de bunu doğrular şekilde, hangi yönergelerin esas alındığını belirtmektedir .
Bu durum Türk iş mevzuatının gelecekte Avrupa Birliği müktesebatına uyumu yolunda önemli bir aşamadır . Ne var ki, yönetmeliklerin tercüme sonrasında şekillenmesi kanımızca bazı sorunları da beraberinde getirmiş ve bazı teknik hukuki sorunlar doğmuştur. Çalışmamızın konusu bu olmamakla birlikte, yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki, yönetmeliklerdeki inanılmaz ayrıntılı düzenlemelerin mevcudiyeti ve bunların bir hazırlık aşaması olmaksızın derhal yürürlüğe girmeleri, öncelikli sorumlu olan işverenleri oldukça zor durumda bırakmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu kesimin ciddi bir bölümü henüz sorumluluklarının bilincinde değildir. Bu anlamda, kanımızca işçilerin eğitiminden önce, işverenlerin sağlıklı bir eğitimden geçmeleri ve ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Bu noktada ise, işveren sendikalarına, sanayi ve ticaret odalarına, işveren derneklerine son derece ciddi bir görev düşmektedir.
İşveren kesiminin oluşturduğu bu örgütler, üyelerinin iş sağlığı ve güvenliği konularındaki eğitimlerine öncelikle ve özellikle eğilmelidirler. Yeni mevzuatımızın konuya verdiği önem göz önüne alındığında, işverenlerin ve örgütlerinin artık sadece üretimle, üretim araçlarının korunmasıyla değil, iş sağlığı ve güvenliği ile de yakından ilgilenmeleri gereği ortadadır .
Bu yapılırken, zaten mevzuat gereğince yerine getirilmesi gereken “işçilerin eğitimleri” de ihmal edilmemelidir. İşçilere verilecek olan eğitimlerin konuları “Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in 11. maddesinde örnekleyici olarak sayılmış ve genel iş sağlığı ve güvenliği kuralları, korunma tekniklerinin uygulanması, iş ekipmanlarının güvenli kullanımı, yasal mevzuat, ekranlı ekipmanlarla çalışma, uyarı işaretleri, yangından korunma, ergonomi, ilk yardım ve kurtarma gibi hususlarda eğitim verilmesi mükellefiyeti düzenlenmiştir. Çok geniş düzenlenen ve gerçekçi olmaktan biraz uzak olduğunu düşündüğümüz bu hüküm uyarınca verilecek olan eğitimlerde geçen süre iş süresinden sayılacaktır. Ancak, Ekmekçi’nin de isabetle ifade ettiği üzere, işçinin de burada menfaati olduğu için, sadece ve mutlaka işverene bu yükümlülüğü vermenin pek anlamlı olmadığı düşüncesindeyiz .
Yine aynı yönetmeliğe göre (md.15), söz konusu eğitimlerde uzmanlık konularına göre, iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik eleman ile işyeri hekiminden yararlanılabilir. Görüldüğü üzere, işyerinde çalışan kişilerden sadece mühendis ve hekimler eğitim verebilecektir. Bunlar dışındaki konularda ise, bu hizmeti veren veya vermeye yetkili kurum, kuruluş ya da firmalardan, eğitim amaçlı merkezlerden, işçi veya işveren kuruluşlarınca kurulan eğitim vakıflarından, işveren ve işçi kuruluşları veya bunlar tarafından birlikte oluşturulan ortak eğitim merkez ve birimlerinden, iş sağlığı ve güvenliği konularında iş müfettişi olarak görev yapmış olanlardan yararlanılacaktır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, önemli bir yanlış kanıyı düzeltmek gereği vardır. Avukatlar, konu üzerinde yüksek lisans/doktora yapmış olmadıkları sürece veya uzun bir süre bir işçi ya da işveren örgütünde sadece iş hukuku ile iştigal etmiş olmadıkça, söz konusu eğitimleri vermeye yetkili değillerdir, zira bu kişilerin, yönetmelikte büyük önem verilen “uzman” kategorisinde değerlendirilmeleri mümkün değildir. Çünkü, uygulamada “şirket avukatı” şeklinde tabir edilen hukukçular, herhangi bir hukuk dalına özel olarak eğilmeksizin, şirketin tüm hukuki sorunlarında görev yapmaktadırlar. Firmalar elbette bu konularda dış kaynak kullanımı yoluna giderek, kendilerine sertifika verebilecek insan kaynakları&yönetim danışmanlığı firmalarından yararlanabilirler. Ancak bu yola giderken de sayıları her geçen gün gittikçe artan söz konusu firmaların eğitmenlerinin kimler olduğuna dikkat etmeli, gerektiğinde eğitmenlerle önceden görüşmeli ve “boşuna” bir masraf yapmaktan kaçınmalıdırlar.
https://www.ssk.gov.tr/wps/sskroot/istatistikk/istatistik2003/T18_35.xls
Kabakçı, M.: “Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarındaki Uygulamaları”, Türk Harb-İş, Ağustos-2004, s.60
Süzek, S.: “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konusunda Somut Çözüm Önerileri”, Prof.Dr.Turhan Esener’e Armağan, Ankara, 2000, s.305 vd.
Tuncay, C.: “Yeni İş Kanununda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği”, İşveren, Temmuz-2003, s.9
Ulusan, İ.: İşverenin İşçiyi Gözetme Borcu, İstanbul, 1990, s.33
TÜRK-İŞ, Son Değişiklikleriyle İşçi Sağlığı-İş Güvenliği Mevzuatı ve Genel Bilgiler, TÜRK-İŞ Yayın No:177, Ankara, (Tarihsiz), s.12
Arıcı, K.: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Dersleri, Ankara, 1999, s.123
Ekmekçi, Ö.: “4857 Sayılı İş Kanununda İş Sağlığı ve Güvenliği”, “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatındaki Değişiklikler ve İşveren Yükümlülükleri” Semineri, İstanbul, 24 Şubat 2004, s.55
Odaman, S.: İşverenin Hizmet Sözleşmesini Ahlak ve İyiniyet Kuralları ve Benzerlerine Aykırılık Nedeniyle Fesih Hakkı, Ankara, 2003, s.191
Yargıtay 9.HD., 30.01.1995, E.94/15644, K.95/1235, Tekstil İşveren Dergisi, Nisan-1995, Kararlar Bölümü ; Yargıtay 9.HD., 28.05.1996, E.96/3239, K.96/11913, Günay, C.İ.: Şerhli İş Kanunu, Cilt 2, Ankara, 2001, s.1920, No:54
Yargıtay 9.HD., 13.11.1989, E.89/6773, K.89/9789, YKD., Ekim-1990, s.1478-1479
Yargıtay 9.HD., 09.04.1992, E.91/16257, K.92/3937, YKD., Ağustos-1992, s.1220
Yargıtay 9.HD., 21.01.1997, E.96/18228, K.97/868, Günay, C.2, s.1918, No:49
Yargıtay 9.HD., 15.02.1999, E.98/19723, K.99/2073, Günay, C.2, s.1907, No:29
Yargıtay 9.HD., 13.05.1997, E.97/4878, K.97/8946, Günay, C.2, s.1916-1917, No:46
Yargıtay 9.HD., 16.05.2000, E.00/3124, K.00/7050, Günay, C.2, s.1889, No:5 ; Ancak, hemen ifade etmek gerekir ki; “işçinin işyerinde uyuması nedeniyle işin güvenliğinin tehlikeye düşürülüp düşürülmediği yeterince araştırılıp incelenmeden, bunun ne gibi bir tehlike yarattığı açıklanmadan, sadece uyumuş olmasının tehlike yarattığından bahisle, feshin haklı olduğunun kabulüyle, kıdem tazminatı isteğinin reddi” doğru bulunmamıştır.
Yargıtay 9.HD., 28.05.1998, E.97/7951, K.98/9528, Günay, C.2, s.1910, No.34
Yargıtay 9.HD., 30.11.1999, E.99/15556, K.99/18148, Günay, C.2, s.1899-1900, No:19
Selek, C.: “İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları”, TÜHİS, Ağustos-Kasım 2004, s.96
Kaplan, E.T.: “İşverenin Koruma ve Gözetme Borcunun Kapsamı”, Prof.Dr.Kamil Turan’a Armağan, Kamu-İş, C.7, S.2, 2003, s.143
Tuncay, s.9
Ekmekçi, s.53-54
Ergin, B.: “İş Kanununun Tarafları Neden Yeniliklere Uyum Sağlamalı ve İşyeri Hekimliğinin İnsan Hakkı Açısından Değerlendirilmesi”, Mercek, Temmuz-2004, s.80
Cılga, E: “İş Sağlığı ve Güvenliğinde Yeni Dönem”, Mercek, Nisan-2004, s.110 ; ayrıca bkz.Tuncay, C.: “Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatının Uyumu ve Yeni Yönetmelikler”, “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatındaki Değişiklikler ve İşveren Yükümlülükleri” Semineri, İstanbul, 24 Şubat 2004, s.43 vd.
Kutal, M.: “Yeni İş Kanununda (4857) Öngörülen Tüzük ve Yönetmeliklere İlişkin Genel Bazı Gözlemler”, Mercek, Nisan-2004, s.5
Bacak, B.: “İş Kazalarını Önlemede Eğitimin Önemi”, Mercek, Ekim-2003, s.69
Ekmekçi, s.55
Yrd. Doç. Dr. Serkan Odaman
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi