“İçimdeki gizli devi hep uyanık tutmaya çalıştım”


Sizi tanımaya en baştan başlayalım dilerseniz… Kariyerinizin bugüne kadarki önemli kilometre taşlarını bizlerle paylaşır mısınız?

Aslında benim kariyerim ilginç bir gelişim izledi. Ben de, belki de Türkiye’deki binlerce kişi gibi farklı bir alanda eğitim alıp, tamamen farklı bir kariyer rotası izledim.

Kimya, tüm eğitim dönemimde çok ilgimi çeken, severek okuduğum bir alandı. Bu nedenle üniversitede kimya mühendisliği eğitimi aldım ve derece ile mezun oldum. Hedefim de bir sanayi kuruluşunda kimya mühendisi olarak çalışmaktı. Ancak mezun olurken, hocalarımızın işletmeciliği de bilmemiz gerektiği yönündeki önerilerini dikkate alarak hemen çalışma yaşamına atılmak yerine İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nin bir yıllık İşletme ihtisas programını da tamamladım.

Böylece takvimler 1975 yılını gösterdiğinde bir fabrikada laboratuar mühendisi olarak çalışmaya başladım. Ancak fabrika sağlık açısından riskli bir ürün üretiyordu. Yabancı yayınları takip edip konuyla ilgili biraz araştırma yaptığımda, uzun vadeli ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kalabileceğimi anlayarak kısa bir süre içinde kendi arzumla buradan ayrıldım. Ardından kimyasal madde pazarlayan bir şirkette satış mühendisi olarak çalışmaya başladım. Ancak burası da henüz kurumsallaşmamış bir yer olduğu için beklentilerimi karşılamadı. Fakat bana , kariyerimle ilgili asıl arzumu keşfetmemde yardımcı oldu. Ben kurumsallaşmış bir yapıda var olmak istiyordum.

Şişecam ile yollarınız bu dönemde mi buluştu?

Evet. Şişecam’ın Topkapı’daki fabrikasına mühendis olarak başvurdum. Şişecam’ı zaten tanıyordum, çünkü stajımı PAŞABAHÇE fabrikasında yapmıştım. Ancak burada da ilginç bir gelişme oldu: Evet, ben mühendis olarak başvurmuştum ancak bana, eğitim departmanı için tam aradıkları niteliklere sahip olduğum söylendi. O dönemde İngilizlerle fabrikada bir teknik eğitim merkezi kurma çalışmaları vardı ve görev bana teklif edildi. Biraz şaşırmakla birlikte öneriyi kabul ettim ve hemen ertesi gün işe başladım.

Görev, hakikaten çok heyecan vericiydi. Birdenbire bambaşka bir dünyaya dalmıştım. Bu arada mühendislik bilgilerimi de kullanıyordum. Böylece zaman hızlı geçti; aşağı yukarı 11 sene bu görevi sürdürdüm.

Genel müdürlüğe geçişiniz nasıl oldu?

Söylediğim gibi, görevimden büyük heyecan ve coşku duyuyordum. Bir gün yine bu coşkuyla eğitim merkezinde eğitim verirken, şirketimizin Genel Müdürü ve ona bağlı bir üst düzey yönetici ile yabancı konukları merkezimizi ziyaret ettiler. Coşkumu onlara da fazlasıyla yansıtmış olacağım ki; kısa bir süre sonra yine üst düzey yöneticilerimizden biri beni ziyaret ederek Holding Merkezine geçmemi teklif etti. Bu ise ; artık tek bir fabrikanın eğitimlerinden değil tüm ŞİŞECAM Topluluğunun eğitimlerinden sorumlu olmak demekti ve çok daha geniş ufuklar vaat ediyordu.

Böylece 1987’de Şişecam Eğitim Müdürü olarak göreve başladım. Artık çalışmalarımın yelpazesi de hedeflerim de çok değişmişti. Teknik konuların yanı sıra yönetim ve bireysel gelişimle ilgili yepyeni konuları repertuvarımıza aldık. Bu arada 80’lerin sonuna doğru Şişecam’ın, toplam kalite hareketi ile ilgili öncü bir girişimi oldu. O dönemde tabii eğitim çok önemli bir fonksiyondu ve biz de çok yoğun çalışmalar yaptık. Daha sonra 90’ların ortalarına doğru bir takım yeniden yapılanma süreçleri geçirdik. Bu dönemde de aktif görevlerimiz oldu, proje liderlikleri yaptık, çalışmalara katıldık. Kısacası tüm bu heyecan verici süreçler yeni projelerle devam edip gitti.

Şu an kaç kişilik bir ekibin kaptanlığını yapıyorsunuz?

Şu anda beş eğitim uzmanı ve bir eğitim memuru arkadaşım var. Bir tane de her sene, beceri eğitimleriyle ilgili bir stajyerimiz oluyor. Bunun dışında Eğitim Müdürlüğü olarak yaptığımız çalışmalarda Topluluk içi konu uzmanlarımızın da katkılarını alıyoruz. Tabii dışarıdan alma ihtiyacı duyduğumuz konularda da dış kaynaklardan yararlanıyoruz. Ama kendi içimizde gerçekten çok ciddi bir uzmanlık birikimi oluşturmuş durumdayız.

Şişecam Eğitim Müdürlüğü olarak her yıl 200’ün üzerinde eğitim planlıyor ve uyguluyoruz. Binlerce kişi bu eğitimlere gelip gidiyor. Çalışanlarımızı kendilerini geliştirmeye teşvik etmeye çalışıyoruz ama tabii bunu sadece söylemek yetmiyor. Rol modellerine de ihtiyaç var. Ben de kişisel olarak eğitim ve sürekli gelişime yürekten inanıyorum. Her gün yeni bir şeyler öğrenmeye kendimi adayarak yol alıyorum. Çok güzel bir ekibim var. Arkadaşlarım da aynı heyecanı paylaşıyor. Bu, zaten hiçbir zaman tek kişilik bir çaba değil; olamaz da.

“ÖNÜMÜZDEKİ 10 YIL İÇİNDE, EĞİTİMLERİN ÇEHRESİ DEĞİŞECEK”

Kariyerinizin ilk dönemleriyle günümüzü, eğitimler açısından kıyaslar mısınız?

Eskiden eğer bir kurum; öngörü sahibi olup kendi içinde eğitim fonksiyonunu oluşturmuyorsa dışarıdan kullanabileceği çok az kaynak vardı. Kendi ihtiyaçlarınızı kendiniz karşılamak zorundaydınız. Tabii ihtiyaçlar zaman içinde arttı, pek çok eğitim ve danışmanlık firması da gündeme gelmeye başladı.

Öte yandan hizmet alan taraf yani firmalar bilinçlendi. Eğitimsiz bir yere varılamayacağını, rekabet denilen zorlayıcı etkenle baş edebilmek için bilinçli, ne yaptığını bilen, eğitimli çalışanlara ihtiyaç olduğunu artık herkes biliyor. Eğitim konusunda ciddi bütçeler ayrılmaya başlandı.

Bu arada eğitim alanında bir takım konuların hızla gündeme gelip popüler olmaya, bir süre sonra da geri plana düşmeye başladığını gözlemliyorum .Bu nedenle eğitimlerde de adeta moda yaşandığını söyleyebilirim. Buna karşın özellikle teknoloji konusundaki eğitimlerde ataletli olma gibi bir hataya düşmememiz gerekiyor. Çünkü teknoloji çok hızla gelişiyor ve o teknolojiye uyum sağlayan bir işgücünüz yoksa teknolojiyi satın almanız hiçbir şey ifade etmiyor. Bu nedenle iş gücünün süratle bu değişimlere ayak uydurmasını sağlamak için bu tür konulardaki eğitimleri bir değişim aracı gibi görmemiz şart.

Bu arada eğitimde bilgisayar kullanımının diğer bir ifadeyle e-Learning destekli programların ön plana çıkmaya başladığını da görüyorum. Bana göre önümüzdeki 10 yıl içinde eğitimin çehresi bu olanaklar sayesinde büyük ölçüde değişecek. Ama elbette bunların, yüz yüze etkileşim ve sınıf eğitimlerinin tamamen yerini alacağına inanmıyorum. Ancak karma çözümler, hizmet içi eğitimde giderek daha fazla yer tutacak.

Peki bu değişim ve gelişimi Şişecam penceresinden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şişecam eğitim fonksiyonunun önemi konusunda çok öngörü sahibi ve bilinçli kurumların başında yer alıyor. Çünkü Şişecam’da, 60’lı yılların sonunda yönetici geliştirmenin önemli olduğu düşünülüp, o tarihlerde bir Eğitim Müşaviri istihdam edilmiş.Daha sonra Müdürlük haline gelen bu birimde yıllar içinde eğitimle ilgili uzmanlık konuları yönetici geliştirme konularının dışına taşarak çok genişledi ve Şişecam’da halen pek çok eğitimi kendi içimizde karşılayabilir konumdayız . Bu arada e- learning gibi eğitim teknolojilerindeki değişimleri de yakından takip etmekte ve uygulamaktayız.

Kariyerinizin gelişimini anlatırken “coşku, heyecan, inanç” gibi kavramları çok sık kullandınız. Bugünlere gelmenizde bu kavramların dışında neler yatıyor size göre?

Çok doğru; çünkü yüreğimde olanlar çoşku, heyecan ve inanç. Bunun yanında mühendis olmanın sanayide eğitime soyunurken bana çok büyük yararları oldu. Mühendislik bilgi ve bakış açımı hep kullandım.

Ama asla bununla yetinmedim, hep kendimi geliştirme peşinde koştum. Örneğin zaman içerisinde insanlarla girdiğim etkileşimlerin bir sonucu olarak psikoloji bilimine karşı da büyük bir merak geliştirdim. Bu konuda çok okuyarak, gözlem yaparak kendimi yetiştirmeye çalıştım. Fakat bu birikim biraz disiplinsizdi. Bunu akademik bir şekle sokmak, yerli yerine oturtmak için neler yapabilirim diye düşünürken; eşimin de teşvikiyle, büyük bir cesaret göstererek mezuniyetten neredeyse 30 yıl sonra LES sınavına girdim. Ve kendimi de şaşırtan bir şekilde ilk girişte Marmara Üniversitesi Örgütsel Davranış Bölümü’nü kazandım. Böylece 2002 yılında endüstri psikolojisi konusunda lisansüstü eğitime soyunmuş oldum.

Buradaki yüksek lisans çalışmamı inanılmaz bir keyifle 2004 de tamamladım ama öğrenme hayatım boyunca bana büyük heyecan verdiği için hızımı alamadım, biraz da hocalarımın teşviki ile şimdi aynı alanda doktora çalışması içindeyim.

Sürekli öğrenme ve eğitim sizin yaşamınızın her alanında yani?

Evet, sürekli öğrenme süreci beni hep yeniliyor ve tazeliyor. Bir de, istersem her şeyi yapabileceğime olan inanç beni hep ayakta tutuyor. Bu belki bir kişilik özelliği ama bu bakış açısını sürekli canlı tutmak biraz da bilinçli çabaya bağlı. Çocuklarıma da her zaman bunu öneriyorum: İçinizdeki devi uyandırın !

Ben herkesin içinde, harekete geçirmediği gizli bir güç olduğuna inanıyorum. Onu mutlaka açığa çıkartmak gerekiyor. O devi uyandırmak şart. Ben onu hep uyanık tutmaya çalıştım. Tabii ki insanın hayatı her zaman günlük güneşlik olmuyor. Demoralize olduğunuz zamanlar oluyor. Ama bu noktalarda da yardımı dışarıdan beklemek çok da doğru bir strateji değil. O gücü yine kendinizde yaratmanız , ayağa kalkmayı bilmeniz gerekiyor. Bunları şimdiye kadar yapabildiğimi düşünüyorum, sanırım bu yaklaşımlar belki de özellikler beni buralara ve bugünlere taşıdı.

Bir yanda yoğun bir çalışma temposu, bir yanda akademik çalışmalar, diğer yanda bir aile yaşamınız var. Zaman yönetimini nasıl yapıyorsunuz?

Doğrusu iyi bir zaman yöneticisi olduğuma inanıyorum. Hakikaten bir yaşama epey şey sığdırdığım kanaatindeyim. Örneğin fabrikada çalıştığım dönemde haftanın 6 günü çalışıyordum ve iki çocuk annesiydim. İki çocuğumun eğitimi ile yakından ilgilendim, hatta onların kolejlere hazırlanmasında birebir yanlarında bulundum ve yetiştirdim. Sanırım bu anlamda iyi işler de başardım. Her iki oğlum da şu an ABD’de ve biri master , diğeri ise hem master hem de doktorasını orada tamamladı.

Geçirdiğim süreçte kuşkusuz işimi ve ailemi birinci planda tuttum; kendi ihtiyaçlarım biraz daha geri planda olmak zorundaydı. Ne yapmam gerektiğini önceden, örneğin servis aracında giderken zihnimde planlardım. “Neyi neyle eş zamanlı olarak yaparsam, işi en iyi verimli ve kısa zamanda sonuçlandırabilirim?” sorusunu sürekli soruyordum kendime… Plan bir kere zihinde kurgulandıktan sonra geriye bir tek uygulama kalıyordu. Çok net planlarım vardı. Ama onlara sadık kalmak için çaba da harcıyordum; ki bu belki de birinci maddeden daha da önemli.

Sonuç olarak hepimizin 24 saati var. Başarı ile başarısızı birbirinden ayırt eden o 24 saati nasıl kullandığımız… Evet, niyet çok önemli ama başarı için tek başına yeterli değil. Niyet biraz stratejiye benziyor; stratejinin plana dönüşmesi şart. Planın da sadakatle uygulanması... Tabii bu arada bazen planlarımızın revize edilmesi de gerekebiliyor.

Hobilerinize vakit ayırabiliyor musunuz?

Bir dönem örneğin Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’nda uğraş verdim. Ardından yaklaşık 3.5 sene haftada üç gün salon jimnastiği yaptım. Daha önce hiç bedenini kullanmamış biri olmama karşın, öylesine kararlı davrandım ve yine “ben bunu yapabilirim” duygusuyla hareket ettim ki bir süre sonra yaşıma rağmen inanılmaz bir performans yakaladım. Hatta, daha önce hiç spor yapmamış olduğumdan hocalarım bile duruma şaşırıyorlardı. O dönemde spor benim için müthiş keyifli ve rahatlatıcı bir terapi oldu . Bu keyif ne yazık ki akademik çalışmalarım başlayınca sona erdi. Zamanımı bu sefer beden değil zihin jimnastiğine harcamak zorunda kaldım.

Öte yandan; doktora çalışmalarım nedeniyle serbest zamanlarım bir hayli kısıtlansa da hala eşimle birlikte çok keyif aldığımız sanatsal etkinliklere katılıyor, bu anlamda her fırsatı değerlendiriyoruz. Ben akademik çalışmalar yaparken eşim resimle ilgileniyor. Kimi zaman onunla birlikte resim sergilerine gitmek, yurtiçi ya da yurtdışı sanat müzelerini gezmek bizi mutlu eden uğraşlar.

Ayrıca tango da benim için müthiş bir keyif alanı… Bir dönem yapmaya da çalıştım ancak geçirdiğim küçük bir rahatsızlık artık buna izin vermiyor. Yine de rahatlamak adına tango dinlemek konusunda şükür ki hiçbir engelim yok.

Uzun sözün kısası; boş zamanlarımda da “baltayı bilemeye” devam ediyor, kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bunun bitmeyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Bir kitapta okumuştum; “Öğrenmek tevazu gerektirir” diye . Bana göre bu konuda tevazuyu hiç elden bırakmamak ve her zaman öğrenebileceğimiz yeni şeyler olduğunu düşünerek iştah ve heyecanla yol almak gerekiyor.

Biraz da yöneticilik tarzınızdan, ast – üst ilişkilerine bakışınızdan söz eder misiniz?

Yöneticiliğe başladığım yıllarla bugün içinde bulunduğum nokta arasında büyük fark var. İnsan yaşadıkları ve öğrendikleriyle birlikte değişime uğruyor. İlk başlarda daha kontrolcü biriydim. Daha yakın kontrole ihtiyaç duyuyordum. Belki o zaman daha yeni bir ekiple çalışmanın getirdiği bir durumdu bu; ama ekibiniz geliştikçe, onların yetkinliğini gördükçe siz de giderek daha geri plana geçerek, işleri daha fazla delege edebiliyorsunuz. Dolayısıyla benim şimdi çok inanarak, güvenerek çalıştığım bir ekibim var. Herkes kendi işini biliyor, herkes kendi işinden sorumlu. Ben onların işlerinin içeriğine müdahale etmem. Temelde göz ettiğim tek nokta var: Her şeyin birbirine senkron ve koordineli bir şekilde yürüyebilmesi , düzenin devamını sağlamak ve ekip olarak yaptığımız işin nitelikli olması…

Asla tahammül edemeyeceğim şey ise kişinin işini önemsememesi ve -miş gibi yapmasıdır. Ben iş odaklı bir insanım ve bir insan bir işi yapıyorsa onu dört elle, tüm varlığıyla yapması gerektiğine inanıyorum. Herkesin işine coşku ve heyecanla sarılması gerektiğini düşünüyorum. Aksi bana biraz haksızlık ve dürüst olmamak gibi geliyor. Öte yandan ayrıntılara da çok önem verdiğimi söyleyebilirim.

Eğitimin sizin için vazgeçilmez ve yaşamın her alanında olduğunu öğrendik. Şimdi hayal edelim: Herkese eğitim sunma şansınız olsaydı, hangi konuları seçerdiniz?

AB sürecini yaşıyoruz ve Batı ile olan kültürel farklılıklarımızın da farkındayız. Farklılıklarımızın bize kazandırdığı bazı özellikler var. Bu özellikler belki büyük kentlerde kırsal kesimde, küçük yerleşim yerlerinde olduğundan daha farklı ama Türk toplumumun bazı belirli özellikler taşıdığı kesin: Örneğin otoriteye mesafeli olmak, toplulukçu ama bir yandan da bireyci özellikler taşımak gibi… Bu kültürel özelliklerimizin daha ayrıntıda farkına varmamıza sağlayacak, batıyla nerede örtüştüğümüzü, nerede ayrıştığımızı anlatan eğitimler toplumun çeşitli kesimleri için ilginç ve gerekli olabilir diye düşünüyorum . Çünkü AB ile entegre olmak isterken; farklılıklarımızı bilmek çok önemli bana göre…

Öte yandan iletişim kurma biçimlerimiz de çok önemli. İnsanlar iletişim kurarken üç farklı benlik durumuyla iletişim kurabilirler ve eğer bunun farkında değillerse karşılarındaki kişiyle birtakım yanlış anlamalara, iletişim kazalarına uğramaları çok çok olasıdır. Hem iletişim kurmanın bu boyutunu çok fazla bilmediğimizden, hem de kültürümüzün getirdiği bir takım özelliklerden dolayı çoğu zaman çocuk benlik durumuyla iletişim kuruyoruz. Halbuki yetişkin benlik durumuyla iletişim kurabilmemiz lazım. Bu konuda da bence geniş kitlelerin bilinçlendirilmesi gerekir.

12 AYLIK EĞİTİM PLANLARI YAPILIYOR

Eğitim, Şişecam organizasyonunun içinde nerede yer alıyor?

Daha önce de belirttiğim gibi Şişecam bir yeniden yapılanma sürecinden geçti, ben de bu süreçte proje lideri olarak görev aldım. Bu dönem öncesindeki yapıda Şişecam Holding Merkezinde Genel Müdüre bağlı Genel Müdür Yardımcılıkları, onlara bağlı Müdürlükler ve holdinge bağlı fabrikalarımız vardı. Bu yapı içinde Eğitim Müdürlüğü doğrudan Şişecam Genel Müdürü’nün altındaki Personel İlişkileri Genel Müdür Yardımcılığı’nın altında bir birimdi.

Ancak yıllar içinde Şişecam, çok büyüdüğü ve pazara tepki vermede daha hızlı hareket etmek istediği için yeniden yapılanma gereği duydu. 1996 yılında daha esnek bir yapı oluşturmak adına bir yeniden yapılanma süreci yaşadı ve dört ürün grubu bazında Gruplarımız oluştu. Bu, bir yerde merkezi bir yönetimden, daha merkez kaç bir yönetime geçiş çabasıydı. Gruplarımız adeta birer mini holding gibi yapılandılar. Çünkü onlara hem ürün bazında fabrikalar bağlandı, hem de Grup Merkezlerinde bir takım fonksiyonlar oluştu. Gruplar bu şekilde yapılanınca , Şişecam Holding Merkezindeki Personel İlişkileri Genel Müdür Yardımcılığı kaldırıldı. Fakat buraya bağlı olan Eğitim Müdürlüğü, Hukuk Müşavirliği ve Endüstri İlişkileri Müdürlüğü doğrudan Genel Müdüre rapor eden Genel Sekreterliğe bağlanarak tüm Topluluğa hizmet vermeyi sürdürdüler.

Yeni hedef ve projeleriniz var mı?

Hedeflerimiz hiç bitmiyor fakat biz 12 aylık planlar yaparak yol alıyoruz. Eğitim planlarımız Topluluğun eğitim ihtiyaçları baz alınarak hazırlandığı için planların mutlaka yılbaşında yapılması gerekmiyor. Örneğin kariyer planlama ve performans yönetimi sistemlerinin bir çıktısı olan eğitim ihtiyaçları bize Mayıs başında geldi. Şimdi 2006’nın Haziran ayı sonuna kadar olan dönemi planladık ve hedefimiz 97 farklı konuda 295 kurs ve seminer gerçekleştirmek .

Bu plan içinde çok değişik konular bulunuyor. Konuları kategorize edersek Örgüt Geliştirme ana başlığı altında topladığımız pek çok konunun yanı sıra , Yönetim, Bireysel Gelişim ve Mesleki konularda gruplanan pek çok farklı eğitim konumuz var. Bunların dışında geçen dönem başlattığımız İngilizce eğitimleri de devam edecek. Kısacası yine çok geniş bir repertuvarla, yeni bir dönem bekliyor bizi...


Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)