Genç Genel Müdürü Starbucks’ı anlatıyor
Kahvenin tarihçesinden tutun, nasıl ve nerelerde yetiştirildiğine, iyi bir kahvenin nasıl olması gerektiğinden, hangi kahvenin yanında hangi tatlıyı yememiz gerektiğine kadar herşeyi öğreniyoruz yarım saatlik bu mini-seminerde. Bizlere bunları anlatan Cansu, Starbucks Maslak Mağazası’nda görev alan baristalardan biri… Yaklaşık bir buçuk yıldır Starbucks’da görev alıyor ve bugüne kadar yaklaşık 18 kahve semineri vermiş.
Bizler gibi kahve tutkunu bir ekibin üyeleri için herhalde bu kısa terapi-eğitimden daha hoş bir sürpriz olamazdı. Tabii ki Starbucks’a kadar gidip kahve içmeden dönmeyeceğimizi tahmin ediyorduk. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu, bugüne kadar yaşadığımız kahve deneyimlerinden oldukça farklıydı.
Bizimle beraber kahve tadımına katılan Can İkinci bu seminerler hakkında “Kahve kültürünü şekillendirme konusunda Starbucks kendini bir misyoner olarak görüyor. Kahvemizle o kadar gurur duyuyoruz ki bunu herkese tanıtmak ve anlatmak istiyoruz. Bu seminerlerde dünyadaki tüm kahveleri şarap tadımı gibi tattırıyoruz. Bunun yanı sıra arkadaşlarımız yiyecek eşleşmelerini de anlatıyorlar. Bize göre misafirlerimiz bunları ne kadar iyi öğrenirse Starbucks markası onlar için o kadar anlaşılır olacaktır. Bu nedenle bu kültürü yaymak bizler için gerçekten çok önemli. Bu seminerin karşılığında hiçbir ücret talep edilmiyoruz. Bizim için önemli olan paylaşmak…” diyor.
Starbucks Coffee’nin Türk tüketicisi ile tanışması aslında kısa bir zaman öncesine dayanıyor. İkinci, markanın en doğru şekilde algılanması için kahve seminerleri gibi küçük ama yararlı toplantılara oldukça önem verdiklerini ifade ediyor. Üç yıl önce Türkiye’deki ilk mağazasını açan dünyaca ünlü kahve zinciri bugün 62 mağazası ve 750 çalışanı ile Türkiye’de yaptığı yatırımlarına tüm hızıyla devam ediyor. İkinci ile yaptığımız keyifli söyleşide markanın üç yıl içinde Türkiye’de geldiği noktayı ve gelecek dönem hedeflerini dinledik.
Bunun yanında İkinci, böyle genç bir yaşta, bu kadar hızlı büyüyen bir markanın Türkiye’deki sorumluluğunu nasıl üstlendiğini ve geçtiğimiz altı aylık süreçte yaşadığı ilginç deneyimleri aktardı bizlere. İşte genç genel müdürünün gözüyle Starbucks hakkında bilmek istediğiniz her şey…
Önce Starbucks Coffee Türkiye’den öncesi ile başlayalım dilerseniz… Kariyerinizdeki kilometre taşlarını kısaca aktarabilir misiniz?
Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünde aldığım lisans eğitiminin ardından Amerika’da Columbia Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği ve Operasyon üzerine yüksek lisans yaptım.
Yüksek lisansın ardından New York’ta yer alan operasyon üzerine uzmanlaşmış Tefen Operations Consulting’de çalışmaya başladım. Şirketteki görevimin içeriğinde, farklı sektörlerde danışmanlık hizmeti verilen şirketlerin verimliliklerini nasıl artırabilecekleri, tedarik zincirlerini nasıl daha etkin hale getirebilecekleri ya da bilgi sistemlerini nasıl iyileştirebilecekleri gibi farklı konularda yardımcı olmak yer alıyordu.
Bu şirkette üç yılı aşkın bir süre çalıştıktan sonra, Amerika’nın değişik eyaletlerindeki çeşitli şirketlerde yönetim seviyesinde farklı görevlerde yer aldım. Bunun ardından 2003 yılında kısa bir süre için McKinsey&Company’nin New Jersey ve New York yer alan ofislerinde danışmanlık hizmeti verdim. Bu deneyimim de dört ay kadar sürdü.
Bu arada 2002 yılında Wharton Business School’da 2 yıl tam zamanlı olarak MBA programına katıldım. MBA programının ardından 2004 yılında yine McKinsey’de tam zamanlı olarak çalışmaya başladım. Fakat artık Avrupa’da tecrübe edinmek istediğimi fark etmiştim. Şirkete yaptığım talep doğrultusunda yeni görevime Londra ofisinde başladım.
Bu dönemde Avrupa’da çalışmayı tercih etmenizin özel bir nedeni var mıydı?
Evet vardı. Londra’da çalışmaya başlamadan önceki altı yıl boyunca Amerika’da zaten bir iş tecrübem oluşmuştu. Birçok farklı Amerikan şirketi ile tanışma fırsatını elde etmiştim. Bu yüzden artık Avrupa’da, daha farklı bir çalışma ortamında, farklı bir bakış açısıyla deneyim kazanmanın daha doğru olacağını düşündüm.
Bunun yanı sıra Türkiye’ye daha yakın olmak da bana cazip gelen faktörlerden biriydi. Çünkü uzun vadede Türkiye’ye dönme fikri her zaman aklımın bir köşesinde yer alıyordu. Buradaki gelişmeleri daha yakından takip edebileceğim, bir ayağımın her zaman burada olmasını sağlayacak bir lokasyonda olmak istiyordum.
Böylece 2004 – 2006 yıllarında Londra’da McKinsey ofisinde görev aldım. 1 Mayıs 2006 tarihinde de Al Shaya ailesine katıldım ve Starbucks’taki yeni görevim için Türkiye’ye geldim.
Al Shaya ile yollarınızın buluşması nasıl gerçekleşti?
Wharton Business School’da MBA öğrenimim sırasında tanıştığım bir arkadaşım o sırada Al Shaya’da İş Geliştirme Direktörü olarak görev alıyordu. Diğer bir deyişle grubun markalarını Türkiye’ye ve diğer pazarlara getirmekten sorumluydu.
Kendisi şirketin sahibi Muhammed Al Shaya ile birebir diyalog halindeydi ve beni de tanıştırmak istediğini söyledi. Aslına bakarsanız o dönemde henüz ne iş değiştirme, ne de Türkiye’ye dönme fikri vardı aklımda. Ancak zaman içinde Muhammed Al Shaya ile yaptığımız görüşmeler oldukça sıcak bir ortamda geçti ve birkaç ay sonra Starbucks Türkiye Genel Müdürlüğünü yürütme teklifini bana getirdiler.
Teklifi kabul etmemin ardından 2006 yılının Mayıs ayında Türkiye’ye geldim ve görevime başladım.
Yeni göreviniz daha önce yaptığınız işlerden oldukça farklı görünüyor. Bu kadar farklı bir alanda çalışmaya başlarken tereddütleriniz oldu mu?
Hayır, olmadı aslında. Fakat tabii ki bu kadar rahat olmamın bazı nedenleri vardı. Bunlardan ilki, daha önce farklı sektörlere yönelik danışmanlık hizmeti vermiş olmamdan kaynaklanan bir deneyim söz konusuydu.
Gerçi daha önce yiyecek-içecek sektöründe hiç çalışmamıştım. Fakat hangi sektörde tecrübeli olduğunuz aslında o kadar da önemli değil. Çünkü yeni bir sektörü öğrenmek zannedildiğinin aksine kişinin en fazla birkaç ayını alıyor. O yüzden bilgi konusunda tereddüdüm olmadı. Bir de tabii çalışacağım yerin Türkiye olması da beni oldukça rahatlattı.
Ayrıca Starbucks, dünyanın en güçlü markalarından biri ve bu kadar yüksek potansiyele sahip bir markanın Türkiye’deki Genel Müdürlüğünü yürütme fikri beni oldukça heyecanlandırdı. Bunun yanı sıra Al Shaya köklü bir aile şirketi. Çok büyük olmasına rağmen hiyerarşik bir yapıya sahip değil. Çok hızlı karar alınabilen ve ilerleyen bir şirket. Tüm bu koşullar bir araya geldiği için bu görev bana teklif edildiğinde hiç tereddüt etmeden kabul ettim diyebilirim.
“MAĞAZALARDAKİ ÇALIŞANLARIMIZ ZİYARETLERİME ALIŞTI,
HATTA ‘NİYE BU KADAR GECİKTİNİZ?’ DİYE SORUYORLAR”
Mayıs ayından beri görev başında olduğunuzu söylediniz. Bu altı ayda neler yaşandı? Buradaki ilk altı ayım benim için gerçekten oldukça zevkli geçti. Her açıdan çok şey öğrendiğim bir dönem oldu. Sektörü ve şirketi tanımak benim için gerçekten eğlenceliydi. Bunun yanı sıra, bizim işimizin çok büyük bir bölümünü emlak işleri oluşturuyor. Dolayısı ile bir taraftan şirketi tanırken diğer yandan Türkiye’deki emlak piyasasını öğrenmek durumundaydım. Bu da benim için daha önce yaşanmamış bir tecrübe anlamına geliyor.
Tüm bunları bir yana bırakırsak burada müthiş bir ekip ruhu var. Hem mağazalardaki çalışanlarımız hem de destek ofiste yer alan çalışanlar gerçek bir aile gibi. İşini seven ve işine tutkuyla bağlı olan insanlar bunlar. Fakat hiç kuşkusuz her bir çalışanın farklı karakter özellikleri var. Bu da benim bir yönetici olarak “Ekibimi en iyi nasıl motive edebilirim? Kendilerini geliştirebilecekleri ortamları nasıl yaratırım?” gibi konuların üzerinde düşünmeye başlamama sebep oldu.
Demek istediğim işin hem IQ, hem de EQ tarafı ile ilgilenmeye başladım. Tüm bunlar benim için paha biçilemez deneyimlerdi. Bu kadar hızlı hareket edebilen ve bu kadar tutkulu bir takımla çalışmak herkesin sahip olamayacağı bir şans…
Mağazadaki çalışanlar ile bir araya gelmek için fırsat yaratabiliyor musunuz? Ne sıklıkta gerçekleşiyor bu?
Her gün en azından kesinlikle bir iki mağazaya uğramaya çalışıyorum. Gece saat 22.00’a kadar ofiste kalsam bile saat 00.00’a kadar açık olan mağazalara uğrayıp bir şeyler almaya çalışıyorum. Her türlü sorunu dinleyip mümkün olduğu kadar hızlı çözüm bulmaya çalışıyorum.
Peki, bu çalışanlar tarafından nasıl karşılanıyor? Kendilerini teftişte hissetmiyorlar mı?
İlk başlarda çok şaşkınlıkla karşılansa da, zaman içinde çalışanlarımız da bu kültüre alıştılar ve kendilerini çok rahat hissediyorlar. Ben hangi mağazaya gidersem gideyim istisnasız “Niye bu kadar geciktiniz? Niye bunca zamandır bizi ziyaret etmiyorsunuz?” gibi tepkilerle karşılaşıyorum.
Bu yüzden bir yönetici olarak ben de mağazalara gittiğimde enerji buluyorum. Çünkü bizim asıl işimiz mağazacılık ve asıl enerjimizi oradan sağlıyoruz. Merkez ofis sadece bir destek birimi gibi çalışır. Zaten biz de “Merkez Ofis” terimi yerine “Destek Ofis”i kullanırız.
Görev başında geçirdiğiniz altı ay yöneticiliğe bakış açınızda neleri değiştirdi?
Starbucks kültüründe yönetici-çalışan ilişkileri hiyerarşik bir yapıda değil, gerçek bir ekip çalışması şeklinde gelişiyor. Bu ekipte her bir çalışanın rolü açıkça belirlenmiş durumda… Bana göre benim bir yönetici olarak öncelikli görevimin her bir fonksiyonun önünü açmak. Çalışanların iş yapış anlamında önlerine çıkacak engelleri kaldırmak.
Bu yüzden kendime her zaman sorduğum bir soru var: Çalışanlarımızın kişisel gelişimlerini sağlamak adına daha fazla ne yapabiliriz? Starbucks çalışanları ile yaptığımız görüşmelerde de onlara “Altı ay sonra oturup kahve içtiğimizde ‘son altı ayda ben kendimi başarılı hissettim’ demeniz için ne olması gerekiyor?” sorusunu yöneltiyorum. Burada çalışan herkesin gelişimine son derece önem veriyoruz. Bunun yanı sıra motivasyon ve kurum kültürünü korumaya çok önem veriyorum.
Tüm bunlar benim için de çok güzel deneyimler oldu. Çok farklı karakterleri ve deneyimleri olan insanla nasıl iletişim kuracağımı gün be gün deneme yanılma yöntemi ile öğrendim Danışmanlık şimdiki görevimden birçok yönüyle ayrılan çok farklı bir işti. O zaman şirketlerin üst yönetimine bir şeyi nasıl yapmaları gerektiği konusunda tavsiye veriyordum. Fakat şimdi herhangi bir mağazaya girdiğimde orada iletişim kurduğum ekip arkadaşlarımı motive eden şeyler, kafalarındaki sorunlar bambaşka. Bu anlamda kendimi geliştirmeye devam ediyorum.
Geçtiğimiz yılı da kısaca değerlendirmenizi istersek neler söyleyebilirsiniz? 2006 yılı Starbucks için nasıl geçti?
2006 yılı bizim için oldukça başarılı geçti. Benim göreve başlamamdan itibaren yaşanan süreç de oldukça sorunsuz geçti ve pürüzsüz bir geçiş yaşadık. Geçtiğimiz yıl destek takımımız iki katından fazla büyüdü. Göreve ilk başladığım zaman çalışan sayımız 450 civarındaydı; bugün ise 700’ü geçtik. Mağaza sayımız da 62’ye ulaştı.
Kısacası geçtiğimiz yıl rakamsal açıdan oldukça başarılıydı. Fakat bizim için başarının gerçek kriteri rakamsal büyüme değil. Rakamlara oranla çok daha fazla önemsediğimiz bir takım organizasyonel değerler söz konusu. Örneğin bir taraftan büyürken diğer taraftan misafirlerimizin burada yakaladığı rahatlığı ve güler yüzü kaybedersek bu bizim için başarılı bir büyüme sayılamaz.
2006 yılında yaşadığımız bu hızlı büyümeye rağmen misafirlerimizin geri bildirimlerinde hiçbir olumsuzluk yaşamadık. Yeniliklerimize de bir taraftan devam ediyoruz. Hala hızlı hareket edebiliyoruz ve hala bürokratik bir ortam oluşmadı.
Bu dinamik yapıyı korumanın sırrı nedir?
Bizim kültürümüzde şirketin bir çalışanı olmaktan çok “ailenin parçası” olma fikri hâkimdir. Starbucks’da “Bu yeşil önlüğü giydiğimiz zaman hepimiz aynıyız” mantığı var. Mağazalardaki hiçbir arkadaşım ben kapıdan içeri girdiğim zaman kendini rahatsız hissetmez.
Çünkü bilirler ki gerekirse ben de o önlüğü giyer ve tezgâhın arkasına geçerim. Çalışanlar bunu gördükçe o kadar motive oluyorlar ki işlerini daha çok sevmeye başlıyorlar. İşlerini sevdikçe buraya gelen misafirlerimizi daha güler yüzle karşılamaya başlıyorlar. Sanırım işin sırrı işine tutkuyla bağlı çalışanlar yaratmaktan geçiyor. Her Starbucks çalışanı, bu markaya tutkuyla bağlıdır.
Starbucks markası Türk insanı tarafından nasıl algılanıyor?
Biliyorsunuz Starbucks markasının Türkiye’ye girişi üç buçuk yıl öncesine dayanıyor. Dolayısıyla hala yeni bir marka olduğunu söyleyebiliriz. Markamızın ne kadar çeşitli misafirleri aynı yerde rahat ettirebildiğine alışıldı.
Artık birçok kişi bu markayı anlamaya ve buranın bir restoran olmadığını anlamaya başladı. Starbucks insanların evleri ve işleri arasında uğradıkları bir mekân… Bu konsepte biz “üçüncü adres” adını veriyoruz. Ben herhangi bir Starbucks’a girdiğimde ayaklarını uzatıp sohbet eden genç bir grup, diğer köşede toplantı yapan iş adamları, diğer köşede bir aile, bir diğerinde ödevini yapan bir üniversite öğrencisi görebiliyorum.
İnsanlar kendilerini burada rahat hissettikçe, iyi servis gördükçe marka da bizim istediğimiz gibi algılanmaya başlandı. Markanın ideal bir müşteri profili yok. Starbucks mağazaları herkesin gelebildiği ve birbirine saygı duyduğu ortamlar olsun istiyoruz.
2007 yılına ilişkin öncelikle hedefleriniz neler?
2007 yılına ilişkin öncelikli hedefimizi rakamsal verilerden çok biraz önce bahsettiğim memnuniyet, sıcaklık ve tutku üzerine kurulu değerlerimizi kaybetmemek olarak açıklayabilirim. Çünkü kaç mağaza açarsak açalım buradaki aile hissini kaybetmeye ya da misafirlerimizden olumsuz geri bildirimler almaya başladığımız anda büyümeyi hemen yavaşlatırız.
Hedefimiz bizlere gelen geri bildirimlerin olumluluğunu sürdürebilmek ve markamızın algılanmasını büyük fast food zincirleri gibi olmaktan uzak tutabilmek. Hiçbir zaman imajımızı o noktaya taşımak istemiyoruz. Her yeni açılan mağaza bizim ilk mağazamız gibi.
Yarın bizim mağazalarımızdan birinin kapısından Starbucks markasını ilk kez duymuş biri girebilir. Evet, belki o mağaza bizim elli dokuzuncu mağazamızdır, fakat o bizim için Türkiye’deki ilk müşteridir.
STARBUCKS ÇALIŞANLARI
İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ İLE ELELE
Türkiye’de 19 Nisan 2003'ten beri faaliyet gösteren Starbucks Coffee eğitim alanında yürüttüğü sosyal sorumluluk projeleri ile de toplumsal fayda yaratmaya odaklanıyor. Bu amaçla hayata geçirilen ve halen devam eden Starbucks Coffee Kardeş Okullar projesi, Aralık 2003’te başlamış.
İkinci projenin öncelikli amacının ise ilköğretim öğrencilerinin daha iyi koşullarda öğrenim görebilmelerine destek olmak, bireysel gelişimlerine katkıda bulunmak olduğunu dile getiriyor.
Kardeş Okullar Projesi bugün Starbucks Coffee Türkiye koordinasyonunda, Starbucks Coffee çalışanlarının ve müşterilerinin gönüllü desteğiyle gerçekleştiriliyor. Her Starbucks Coffee mağazasının kardeş okul seçimi için ilgili İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuruluyor ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri’nin yönlendirmeleri ile çalışma kriterlerine en uygun okul belirleniyor.
İkinci bu çalışmalar ile ilgili “Sosyal sorumluluk çalışmaları bizim çok önem verdiğimiz konulardan bir tanesi... Her Starbucks mağazasının yakın çevresinden seçtiği bir kardeş okulu var. Her mağazamızda yer alan sepette bu okullarda öğrenim gören ilköğretim öğrencileri için hediyeler topluyoruz.
Yapılan aktiviteler sadece hediye toplama ile sınırlı kalmıyor. Bazı mağazalarımızda çalışan arkadaşlarımız toplanıp kardeş okullarının boya ya da tamirat gibi çeşitli ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bunu bir başkasına da yaptırmıyoruz. Çalışanlarımız da bunu iş saatlerinin dışında gönüllü olarak yapıyorlar” diyor.