“Başarı denen o hayal her zaman bizden hızlı hareket ediyor, yakalamak için hiç durmadan koşmak gerek”

Müzikal serüveninizi bir de sizden dinlemek isteriz…

Her zaman çok iyi müziklerin dinlendiği bir aileden geliyorum. Klasik müzik dinleyerek büyüdüm diyebilirim. Ama profesyonel müzik hayatım 1967 yılında konservatuar eğitimi ile başladı. 1967 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı'na girip Rana Erksan'dan piyano dersleri aldım. 1972 yılında ise İstanbul Devlet Konservatuarı açılınca bu okulda Gönül Gökdoğan ile keman, Prof. Özer Sezgin ile viola çalışmalarım oldu.

Caz ile tanışmanız nasıl oldu?

Caz ile 1970’li yılların ortalarında tanıştım. O yıllarda dinlediğim caz albümleri beni heyecanlandırmaya başladı. Duygusal, ruhsal ve bedensel yapıma uygun olan müziğin aslında caz olduğunu keşfettim ve rotamı o yöne doğru çevirdim. 1981 yılında askerlik görevimi yaparken tanıştığım arkadaşım Ercüment Ateş ile Ankara'da Kızılay Orduevi'nde dans ve yemek müziği çalan bir grupta ilk caz denemelerine başladık. Daha sonra Ed Howard, Rubin Kanyata, Doris Troy, Steve Hall, Vinnie Night, Kenny More, LaVerne Butler gibi yurt dışından gelen pek çok başarılı müzisyenlerle birlikte çalma imkanına kavuştum.

Albüm yapma fikri de o yıllarda mı ortaya çıktı?
İlk beste denemelerime 1990 yıllarında başladım. 1994 yılının Haziran ayında, bir CD yapmaya karar verdim. Bu projede kendi kompozisyonlarımı çalmak istiyordum. Ancak Piano, Kontrabas, Davul ve nefesli sazların canlı kaydı beni fazlasıyla düşündürüyordu. Bütün bu sorunlarla uğraşırken Koral Sarıtaş’la tanışıp, studio RAKS & Marşandiz'in Dünya standartlarındaki imkanlarını görünce, bu albümün gerçekleşeceğine inandım. Ve küçük gruplar halinde provalara başladık... 1994 yılında ilk albümüm olan “Hands and Lips” in kayıtlarını bitirdim.

Sanatçı Eric Revis ile tanışınca hayatımda yeni bir sayfa açıldı. 1996 yılında ikinci albümüm “I Love May”, 1997 yılında üçüncü albümüm “For Murat” ve 1998 yılında dördüncü albümüm “Relaxing” tamamladım. Bu yıllarda Eric Revis ve Can Kozlu'dan oluşan üçlü konserler ve festivallerle geniş kitlelere ulaşmaya başladık.

Yaptığınız müziğin sizi dinleyenlere nasıl bir duygu vermesini istiyorsunuz?

Müzik bir hayal kurma mekanizmasıdır. Nasıl ki benim sevdiğim dinlediğim müzikler bana hayaller kurduruyor, beni alıp başka yerlere götürüyorsa benim yaptığım müzik de dinleyicilerime hayal kurdurmalı diye düşünüyorum.

Her müziğin bir hikayesi, her şarkının anlattığı bir öykü vardır. İnsanlar da hikayenin içinde kendini bulduğu müziği dinlemekten hoşlanıyor. Sanırım yaptığınız müzikte dinleyicinin kendini bulduğunu görmek bir müzisyen için en büyük mutluluktur.

Bana göre bu ancak akustik müzik ile mümkün olabilir. Bu yüzden müziğimin konsepti dünden bugüne, bugünden de yarınlara asla değişmeyecek. Evet bazen farklı formlarda çalışabiliyoruz. Kimi zaman solo, kimi zaman trio hatta kimi zaman orkestralar ile fakat asla akustikten başka müzik yapmayı düşünmedim.

İlk albümünüz Hands and Lips ile Orange Juice’i karşılaştırdığınızda kendi müziğinizde ne gibi farklar görüyorsunuz?

İnsan zaman içinde daha olgun kararlar vermeye başlıyor, insanlarla olan ilişkileriniz değişiyor. Benim hayatımda olmayan tek şey “keşke” kelimesidir. Eskiden “ah keşke şöyle olsaydı” diyerek kendimi çok üzdüğüm günler oldu. Son dört beş senedir her yapılan hatanın kişiyi yarın daha dikkatli olmaya hazırladığını gördüm.

Edindiğiniz hayat tecrübesi ile yaşadığınız olaylar da size giderek farklı duygular hissettiriyor. Bu da ister istemez müziğinize yansıyor. Bu yüzden yaptığım müzik ilk zamanlara göre biraz daha dinginleşmiş olabilir.

İnsan hata yaptıkça kendini aşma isteği duyuyor. Müzikte de bu aynen böyledir. Zaman içinde hatasız çalmaya başlarsın belki ama o zaman da kendini ifade etme sıkıntıları, yorumsal lezzetsizlikler hissetmeye başlar sanatçı. Bunlar da size hata gibi görünür fakat bunu dinleyici fark etmez ancak sanatçı fark eder.

Her müzisyen kendi yaptığı müziği bir süre sonra beğenmemeye başlar. İçindeki bu coşkuyu kaybetmediğin sürece üretmeye devam edebilirsin. Ama yine de hiçbir şey istediğin gibi olmuyor. Çünkü başarı denilen o hayali ürün her zaman bizden çok daha hızlı hareket ediyor. Biz insanoğlu onun ancak peşinden koşabiliyoruz ama hiçbir zaman dokunamıyoruz. İşte o kaçma kovalama sürecinde yaptığınız müzik, çektiğiniz fotoğraf veya yaptığınız resim sizin dünyada kalıcı bir şeyler bırakmanıza neden oluyor. Ama hiçbir zaman başarıya tam anlamıyla ulaştığınızı hissedemiyorsunuz. Başarının peşinden koştuğunuz ve o heyecanı hiç kaybetmediğiniz sürece harcadığınız efor size her zaman ürün olarak geri dönüyor.

Bugüne kadar bir çok orkestra ile beraber çaldınız, İstanbul Jazz Center’da bir ekibin ürünü... Müzikte mi bir ekibin başarısını sağlamak daha zor, iş hayatında mı?

Müzikte genelde kararları kendim vermekten hoşlanırım. Hiçbir grupta side-man olmaktan hoşlanan bir yapım yok. Kendi istediğim şarkıların çalınmasının doğru olduğunu düşünürüm her zaman. Aslında bunu hissetmek de bir sanatçı için güzel bir duygu…

Müzikte takım oyununa inanmıyorum. Benim zaten on beş yıldır çalıştığım bir grubum var ve artık bizim çalışmalarımız ekip çalışmasının çok ötesinde. Sanatta başarı uzun yatırımların ertesinde kazanılabilir zaten. Volkan Hürsever ve Cengiz Baysal’la on sekiz yıldır beraber çalıyoruz. Biz artık gözlerimiz ile anlaşır hale geldik. Bunu sadece ekip çalışması ile açıklamak çok doğru olmayacaktır.

Fakat bu söz konusu bu işletme olunca liderlik bitiyor ekip çalışması başlıyor. Çünkü burada başarı ancak paylaşım ile geliyor. Biz burada üç ortağız. Ortaklarımdan Aytek Sermet bir doktor aynı zamanda müzisyen, diğer ortağımız Süha Kurultay da bir iş adamı. İstanbul Jazz Center’da üçümüz bir araya geldik ve Türkiye’de bugüne kadar yapılmamış bir caz kulübü açtık.

Böyle bir mekan açma fikri nasıl ortaya çıktı?

Şimdiki ortağım Aytek Şermet daha önce “Business Band” adında iş adamlarından oluşan bir orkestra kurmuştu. O da uzun zamandır böyle bir mekan açmayı planlıyordu. Benim Milli Reasürans çarşısındaki kulübüm kapandıktan sonra aklımızda hep böyle bir mekan açma düşüncesi vardı.

Yaklaşık üç- dört sene kadar uygun bir yer aradık. Yapılacak yerin şimdiye kadar yapılanların çok ötesinde olması gerekiyordu. Temmuz ayında burayı bulduk. Burası henüz inşaat halinde olmasına rağmen kırk günde tamamladık.

Biraz önce de söylediğim gibi buranın başarısındaki sır, iş idaresindeki takım oyunu... Herkesin ayrı bir görevi var.

Türkiye’de caz müziğinin geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?

Türkiye sanılanın aksine caz müziğine oldukça ilgili. Özellikle Anadolu bu konuda çok duyarlı. Anadolu’da katıldığım bir çok festivalden ve oradan aldığım e-posta ve mektuplardan gelen tepkiler gerçekten çok etkileyici. İstanbul Caz Festivali, İş Sanat, CRR’de verilen konserler caz adına önemli gelişmeler. Bunların yanı sıra her gün yeni albümler piyasaya çıkıyor.

Bence sanatta ne ekersen onu biçersin. Bu konuda emek sarf edildikçe insanların ilgisi de o kadar artacaktır. Basında bu etkinlikler yer almaya başladıkça insanlar da yavaş yavaş merak etmeye başlıyor. Kaliteli ve insanların hayal kurabileceği müzik yapılırsa caza olan ilgi hiçbir zaman bitmeyecektir.

Bir çok ilk İstanbul Jazz Center’da hayat buluyor.
1998 yılında kendi adını taşıyan caz kulübünü açan Görsev 2001 yılına kadar burada Steve Kirby, Keith Hall, Alvester Garnett, Russel Gunn, Anna Lisa, Ron Affif, Claudia Acuna gibi sanatçılarla birlikte çaldı. Ortaköy Radisson SAS Oteli bünyesinde , Kerem Görsev , Aytek Şermet ve Süha Kurultay ortaklığında kurulan İstanbul Jazz Center 5 Aralık'ta açıldı. Görsev, her hafta yurt dışından farklı sanatçıların, grupların ağırlanacağını söylediği mekanın sadece Türkiye’de değil dünyada da bir çok ilkin gerçekleştiği bir yer olacağını söylüyor. Aynı zamanda konser çalışmalarına devam eden Görsev, 2004 – 2005 yılında aralarında Trabzon, Antalya, Malatya, Isparta, Bodrum, Çeşme ve İzmir olan bir çok şehirde yurtdışında da Bakü, Kopenhag, Muenster, Coesfeld, Stuttgart, İslamabad olmak üzere bir olmak üzere bir çok festival, üniversite konserleri ve organizasyonlarda yer aldığını, 2006 yılında ise yine yoğun bir konser programı planladığını belirtiyor. Sanatçı ayrıca 2006 yılının Nisan ayında şu an projelerini hazırladığı plak çalışması “No shave, no kiss” ile de caz severler ile buluşmayı planlıyor.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)