Ahmet Serpil / Doğan Altuner / Sedefhan Oğuz


Prof. Dr. Ahmet Serpil’i tanıyabilir miyiz?

1944 yılında Balıkesir ilinin Edremit ilçesinde doğdum. İlkokulun ilk üç yılını Edremit İstiklal İlkokulu’nda okudum. Daha sonra diğer kardeşlerimin öğrenimleri dolayısıyla İstanbul’a taşındık. Terakki Lisesi İlkokulu’ndan mezun oldum. 1955 yılında Robert Koleji’ne girdim. 9 yıl Robert Koleji’nde okuduktan sonra yurtdışına gittim. Döndüğümde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdim fakat devam mecburiyeti sebebiyle orada okumaktan vazgeçtim. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne başladım. Bitirdikten sonra İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde asistanlık ve doktora yaptım. Ardından da doçent ve profesör oldum.

Bu kuruluşta 1979 yılından 1996 yılına kadar çeşitli yönetim görevlerinde bulundum. 1982’de kuruluşun ismi değişerek Marmara Üniversitesi oldu. Bu arada gerek danışman gerek yönetici gerekse girişimci olarak özel sektörde de çalıştım. Ağaç sektörü, ihracata yönelik olarak tekstil ve baba mesleği olan ziraatçilik çalıştığım özel sektör alanlarıdır. İlk yönetim görevim İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi İşletme Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü oldu. 1982 yılından itibaren özel sektörde sadece danışman olarak görev yaptım. Bu arada birçok işi birden yürütme mecburiyetim doğdu. Çünkü Marmara Üniversitesi’nin İngilizce eğitim yapan bölümleri açılmıştı. Marmara Üniversitesi’nde kurucu olarak İşletme Bölümü Başkanlığı yaparken, vekaleten de Yabancı Diller Bölümü’nün başkanlığını yaptım. Yine aynı yıldan itibaren Güzel Sanatlar Fakültesi’nin fakülte ve yönetim kurullarında görev aldım. Fakültenin dekanına da kuruluş safhasında 1,5 yıl vekalet ettim. 1984 yılında İşletme Bilimleri Araştırma Uygulama Merkezi kuruldu ve diğer görevlerim devam etmek kaydıyla, Merkez’in başkanlığına getirildim. 1988 yılında yeni kurulan Mühendislik Fakültesi Dekanlığı’na atandım. 1990 yılında Yabancı Diller Bölümü’nü bıraktım. 1994 yılında Mühendislik Fakültesi Dekanlığım sona erdi. 1994 yılından itibaren sadece İşletme Bölümü Başkanı olarak görev yaptım. 1996 yılında da 25 yılımı doldurarak emekli oldum. Emekli olduktan sonra Yeditepe Üniversitesi bünyesine katıldım ve halen rektörlük görevimi devam ettiriyorum.

Prof. Dr. Ahmet Serpil iş yaşamı dışında nelerden zevk alır? Özel yaşamında önem verdiği değerler nelerdir?

İş yaşamım dışında özel bir yaşantım olduğunu söyleyemem. Yalnız okumayı çok seviyorum. Lisede edebiyat ve tarihten çok zevk alırdım ve bu merakım halen aynı şekilde devam ediyor. Buna karşılık teknik bilimlerde oldukça zayıfım. Yaşamaktan, öğrencilerim ve arkadaşlarımla olmaktan büyük zevk alıyorum. Hayat çizgimi belirleyip, uygulayabildiğimi sanıyorum.

Yeditepe Üniversitesi olarak öncelikle okulumuzu kurmaya, öğrencimizi iyi yetiştirip, iyi eğitim verip, iyi ilişkiler kurup adım adım yükselmeye çalışıyoruz. Artık kaç öğrenci aldığımız, sınıflarda kaç öğrenci bulunduğu, hocaların mezun olduğu okullar, araştırma görevlilerimizin hangi okullarda doktora yaptığı yarının gerçek göstergeleri olarak önemli hale gelmiştir.

Bir eğitmen ve yönetici olarak ajandanızda bulunan öncelikler nelerdir?

Her zaman önceliğim eğitim ve öğretimdir. Yani hedef kitlem öğrencidir ve üniversitenin gelişmesi ve araştırmaya yönelmesidir. Mütevelli Heyeti Başkanımız Bedrettin Dalan’la da uyum içerisinde, ilk günden itibaren elimizdeki imkanlarla, temel ilkelerden ayrılmadan en iyisini yapmayı ajandamızdaki öncelik olarak görüyoruz. Burası bir eğitim kurumu ve bu eğitim kurumunda öğrenci sayısı, derslere girecek hocalarda asgari bulunması gereken vasıflar, derslerin devamlılığı, sürekliliği en önde gelen konuları oluşturuyor. Öğrencinin bir şikayeti olursa, önce hocasıyla konuşur, çözemezse idarecisiyle görüşür, yine çözemezse bana gelir, ben de çözemezsem Bedrettin Bey’le görüşür. Dolayısıyla Yeditepe Üniversitesi’nde öğrenci asla sahipsiz değildir.

İş yaşamımda en büyük başarım, en verim alınacak insanları tanıyıp, yakalayabilmemdir. Yeditepe Üniversitesi’nde de bunu uyguluyorum. Üniversitemiz olarak hiç acele etmeden, yavaş yavaş kadromuzu genişletiyoruz. Samimi, iyi niyetli, taviz vermeden çalışacak kişileri işe almaya ve onların ihtiyaçlarını da elimizden geldiğince karşılamaya çalışıyoruz.

Türkiye’de insan kaynağının yetiştirilmesi ve iş dünyasında İnsan Kaynakları uygulamaları açısından eğitim kurumları ve üniversitelerin etkinliği ne durumda ve nasıl olmalıdır?

Şu an Amerika, Japonya ve Almanya hariç her yıl piyasaya sürülen en kaliteli işgücü Türkiye’de bulunuyor. Türkiye’de eğitim mükemmel olmamasına rağmen, çeşitli alanlardaki üniversitelerimiz çok iyi durumda bulunuyor. Ancak biz toplum olarak bunun farkında değiliz. Dolayısıyla üniversitelerin ve eğitim kurumlarının iyi insan kaynağı üretilmesinde Türkiye’deki verimi son derece iyidir. İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi, Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi dünya standartlarında üniversitelerimiz arasında yer alıyor. Bütün üniversitelerimiz son derece ilerleme kaydediyor ancak bu noktada en yüksek oranda atılım gösteren üniversitelerimizin Anadolu’daki üniversitelerimiz olduğunu düşünüyorum.

Kısaca söylemem gerekirse Türkiye’de üniversite düzeni, Türkiye’nin geneline göre, son beş yıldır son derece iyi ve kaliteli insan kaynağı yetiştiriyor. Çok daha iyi olması için de çalışmalar devam ediyor.

Türkiye’de ve dünyada Eğitim ve İnsan Kaynakları ile ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Karşılaştırma yapabilir misiniz?

Hepimizin elimizdeki kaynakları daha yararlı kullanmamız mümkündür. Genç nesilin dünya görüşü daha farklı, ufukları daha geniş ve bizler de onları bu yönde çaba harcayarak yetiştirmek durumundayız. Dolayısıyla daha fazla imkan vererek, onların düşüncelerini hayata geçirmelerine yardımcı olursak, çok daha başarılı ürünler yetiştirmelerine de imkan yaratmış oluruz. Bu noktadan hareketle Türk üniversitelerinin başarılı ve iyi bireyler yetiştirebilecek düzeyde olduğunu düşünüyorum.

Dünyadaki diğer bireylere göre Türk halkı olarak biz, çok yönlü düşünebilme özelliğine sahibiz. Dolayısıyla onlardan daha başarılı olabilme şansına da sahip oluyoruz. Ancak bizim en önemli eksikliğimiz kendimize olan güven problemimizdir. Türkiye’deki üniversiteler artık bu özellikleri kazandırabilecek nitelik ve yeterliliğe sahiptir. Üniversiteler olarak yeterince hızlı geliştiğimizi düşünüyorum. Bu kadar kısa zamanda belli bir sistemden, ülkeden, insan topluluğundan daha fazlasını istemek de mümkün değildir.

Yeditepe Üniversitesi’nin yeni kurulan kampüsü ile ilgili bilgi verir misiniz? Bu yeni yapı içerisinde hangi bölümler yer almaktadır?

Kampüsümüz Yeditepe Üniversitesi’nin halen yapımına devam edilen ancak bitirmek için Yüksek Öğretim Kurumu yetkilileriyle biraraya gelip, anlaştığımız büyük bir yapıdan oluşuyor. Bu yeni yapı ile fakültelerimizin yeni ve çağdaş bölümleri açılarak, ek kontenjanlar yaratılmış olacak.

Yeditepe Üniversitesi’nin şu an Tıp, Diş Hekimliği, Hukuk, Mühendislik/Mimarlık, İletişim, Güzel Sanatlar, Fen Edebiyat, İktisadi İdari Bilimler Fakülteleri ve Meslek Yüksek Okulu, bunun yanında birde yeni açılacak olan Eğitim Bilimleri, Temel Bilimler ve Eczacılık Fakülteleri bulunuyor.

Hem kamu hem de özel sektör açısından Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Küreselleşme konusunda nerede olduğumuzu düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kamu sektörü, özel sektör ve bir de kişilerin deyimiyle “3. sektör” olarak adlandırılan vakıf sektörü olmak üzere üç sektör bulunduğunu düşünüyorum. Vakıf sektöründe hem kamunun kısıtlamaları bulunmuyor hem de kar gayesi gütmek gibi bir kavram sözkonusu olmuyor. Ancak Türkiye’nin 3. sektöre gereken önemi vermediğini ve verimli kullanamadığını düşünüyorum.

Türkiye olarak küreselleşmenin tam ortasında bulunuyor ve küreselleşmeyi çok güzel kullanıyoruz. Gümrük Birliği’ne girişimiz de son derece zamanında gerçekleşti. Üretim kapasitelerinde zaman Türk girişimcilerin lehine çalışmaktadır.

İş yaşamında başarıya ulaşabilmek için ilkeleriniz nelerdir? Yeni eğitmen ve yöneticilere önerileriniz neler olabilir?

Hiçbir zaman topluluk insanı olmadım ve her zaman kendi felsefemi kendim yaptım. Yeni yönetici ve eğitmenlerin çok iyi yetiştiklerini düşündüğümden onlara çok fazla öneride bulunmak istemiyorum.

Doğan Altuner’i tanıyabilir miyiz?

Trabzon’un Of ilçesinde doğdum. Ancak İstanbul’da büyüdüm. Saint Benoit Lisesi’ne devam ederken, babamın subay olması sebebiyle Ankara’ya yerleştik. Ankara’da Atatürk Lisesi’nden mezun oldum. 1968 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Ekonomi Maliye Bölümü’ne girdim ve mezun oldum. Daha sonra 1 haftalık bir süre için Amerika’ya gittim, 10 yıl boyunca Amerika’da kaldım. O yıllarda Türkiye ile Amerika arasında her açıdan çok fazla fark vardı ve dolayısıyla bende çok fazla zorlandım. Daha sonra Amerika’daki kalma süremi 10 yıl yerine 18 yıla çıkardım ve önemli bir kariyer yaptım. Masterımı 1974 yılında George Washington Üniversitesi’nde, doktoramı 1978 yılında North Carolina Üniversitesi’nde tamamladım. Daha sonra 4 yıl boyunca Nato çerçevesinde Amerikan Deniz Kuvvetleri’nin Satınalma Baş Müfettişliği’ni yaptım. Türkiye’ye döndükten sonra 1989 yılında Marmara Üniversitesi’ne girdim ve ara verdiğim akademik kariyerime devam ettim. 1992 yılında profesör oldum. 1996 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde dekan olarak görev yapmaya başladım.

Halen Yeditepe Üniversitesi’nde İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı olarak görev yapıyorum. Yönetimim içinde İşletme, İktisat, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi olmak üzere 3 bölüm bulunuyor. Ayrıca MBA programımızın tüm sorumluluk ve koordinasyonu da benim sorumluluğum altında yer alıyor.

Doğan Altuner’in özel yaşamı hakkında bilgi alabilir miyiz?

Özel yaşamım içerisinde eşim ve çocuklarımla beraber doğayla iç içe olmak en önemli ve keyifli bölümü oluşturuyor. Hayvanlara karşı da özel bir ilgim olduğundan, hayvanların resimlerini çekip, hayvanat bahçelerine ve biyoloji bölümlerine vermekten ve onlara katkıda bulunmaktan keyif alıyorum.

Özel yaşamımda önem verdiğim değerler tecrübe, zeka, şahsiyet, eğitim, kişinin işe ve iş yerine sadakatidir. Bunların en önemlisini ise işe kendi vermek oluşturuyor.

Üniversitelerin Türkiye’deki durumunu nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de eğitim, merkezi sisteme bağlı olarak işliyor. Bu sebeple eğitimin esnekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Malesef Türkiye’nin eğitim sistemi düşünmeye değil, fazlasıyla ezberciliğe yönelik durumdadır.

Yeni uygulayacağımız bir sistem ile Yeditepe Üniversitesi’nin MBA Programı’nda bulunan her öğrenci bir yılını tamamladıktan sonra, bir firmada çalışmak üzere 4 aylığına Amerika’ya gidecek. Bu uygulamanın hem üniversiteler açısından yararına hem de Türkiye açısından verimine inanıyoruz.

Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasıla’sında bilgi teknolojisine ne kadar çok harcama yapılırsa, o ölçüde gelişeceğimizi düşünüyorum. Tüm bunları sağlayabilmemiz için de eğitim sistemimizin uygulamaya yönelik olması gerekiyor.

Türkiye kamu ve özel sektör açısından ne durumdadır?

Türkiye’de kesinlikle kamunun küçülmesi gerektiğini düşünüyorum. Devletin “şunu yapabilirsin, şunu yapamazsınız” şeklinde kısıtlamaları olmaması gerekiyor. Devletin özelleşme konusunda daha hassas olması, aşırı denetimci tutumdan vazgeçmesi ve harcamalarını kısması gerektiğine inanıyorum.

Başarınızın altında yatan ilkeler nelerdir?

En önemlisi risk almaktır. Yükselme ve kazanç riskle olur. Riskli işin rekabeti azdır, ancak getirisi ise çok olur. İyi tahminlerle, getirisi olacaksa risk almak önemlidir.

İş yaşamında başarıya ulaşabilmenin birinci ilkesi, kendini işine vermektir. Yenilik yapmak, yaratıcı olmak gereklidir. Bu kavramı kültür haline getirebilmek ise daha da önemli hale geliyor. Güleryüz, neşeli olmak, insanlara iyi muamele etmek, onları mutlu etmek diğer önemli ilkeler olarak karşımıza çıkıyor.

Sedefhan Oğuz’u tanıyabilir miyiz?

1956 yılında İstanbul’da doğdum. İlkokulu babamın görevi nedeniyle Eskişehir’de okudum. İlkokulu bitirdikten sonra İstanbul Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni ikincilik derecesiyle kazandım. Yatılı olarak okumam kişiliğimin gelişiminde büyük katkı sağladı. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni bitirince ilk tercihim olan Anadolu Üniversitesi’ne de birincilik derecesiyle girdim.

Üniversiteyi bitirdikten hemen sonra evlendim. 4 yıl gibi bir süre çalışmadım. 1983’de İstanbul’a taşındık. Bu kadar parlak bir öğrencilik hayatının ardından belli bir birikime, ideallere sahip olunca ve belli nedenlerle tüm bunları ertelemişseniz bir süre sonra bu birikimi kullanarak çalışma hayatının içinde yer almak istiyorsunuz. Bende 1983 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak girdim. Babam o dönemde Marmara Üniversitesi rektörüydü. Rektörlüğü zamanında kızı olmanın ağır yükünü taşıdım. Daha sonra yüksek lisans yapmaya başladım. Çok çalışmam ve işimi çok sevmem benim bugünkü ünvanıma sahip olmama sebep oldu. Son yıllarda kendimi geliştirmek açısından farklı sektörlerde de eğitimler vermeye başladım.

Üniversite dışında da sosyal etkinliklerim bulunuyor. Çeşitli sektörlerde yardım amaçlı konuşmalar yapıyorum. Ayrıca 2,5 yıldır Türkiye’deki Veteran Tenisçiler Birliği’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini sürdürüyorum. İyi bir tenis oyuncusu olmadığım halde, iyi bir yönetici olduğuma inandığım için bu görevi kabul ettim. Çünkü insanlarla iletişimimin iyi olduğuna inanıyorum.

Yeditepe ve Marmara Üniversitesi hakkında bilgi alabilir miyiz?

Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nün en eski hocalarından biriyim. Halen Yönetim Organizasyon Anabilim Dalı Başkanı olarak görevime devam ediyorum. Bunun yanı sıra sözleşmeli hoca olarak Yeditepe Üniversitesi’nde de ders veriyorum.

Eğitim ve insan kaynaklarının gelişimi için neler söyleyebilirsiniz?

Liselerdeki kariyer günlerine gittiğim zaman şimdiki gençlerin çok daha akıllı olduklarını biraz daha iyi anlıyorum. Onlar bu yaşta kararlarını çok doğru biçimde verebiliyorlar. Çünkü televizyon ve internet gibi imkanlar çevrelerinde çok geniş olarak yer alıyor. Bunlardan da çok iyi yararlanabiliyorlar. Kendi verdikleri kararların sorumluluğunu da çok iyi taşıyabiliyorlar.

Daha çok eğitilmemiz gereken, daha çok eğitime ihtiyaç bulunan, özellikle hizmet sektörünün çok gündeme geldiği, rekabetçi ortamın arttığı bu günlerde insan kaynakları yöneticiliğinin varlığı ve önemi tartışılmaz bir konudur. Çünkü insanı standartlaştırmak mümkün değildir. Malı üretirken standart hale getirirsiniz, ancak insan faktörü için bu geçerli değildir. Kurum içindeki insan kaynakları ne kadar iyi ve organize ise, iyi yetişmişse o kurum da o oranda yükseliyor.

Hazırlayan: Hande PATIR

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)