Yapabileceklerinizin Sınırı Olmayan Doludizgin Bir Şehir; Antalya
Nilay Karagülmez Abamor
Sevgili HRdergi okurları, sanırım yılın en güzel aylarındayız, yazın tam ortasındayız ve önümüzde upuzun bir Bayram Tatili var. 15 Temmuz tatili ile de birleştiğinde 9 günlük muhteşem rotaları kapsayabilecek hem uzun hem de denizle birleştirdiğinizde macera dolu bir hafta hepimizi bekliyor. Bu ay sizlere herkesin yaz aylarında gitmek, görmek istediği, kendini serin sularına bırakıp, çocuklar gibi eğlenmek istediği bir yerden bahsetmek istiyorum, güzeller güzeli Antalya’dan. Antalya uzun yıllardır Türkiye’nin en hızlı büyüyen ve gelişen şehirlerinden biri. Bir zamanlar Türk Rivierasına açılan kapı olarak görülen Antalya, bugün başlı başına dört mevsim tatil yapabileceğiniz bir destinasyon. Türkiye'nin batı Akdeniz kıyı şeridindeki en büyük şehir olan Antalya Körfezi'nin tam üzerinde yer alan hem klasik olarak güzel hem de şık bir şekilde modern, yıllarla beraber daha da modernleşen ve artık daha da göz alıcı olan Antalya’yı anlatacağım bu ay sizlere.
Antalya’ya ilk ne zaman gittim hiç hatırlamıyorum, galiba çocukluğuma kadar geri gitmem gerekiyor. O zamanlar Antalya denince aklıma gelen uçsuz bucaksız portakal bahçeleri, muhteşem bir deniz, sonsuz gibi görünen Konyaaltı Plajı, nefis falezler ve falezlerden gelen şelaleler, cana yakın insanlar ve lezzetli yöresel yemeklerdi. Tabii tüm bunlardan bahsederken, denize inen incecik ve dolambaçlı yolların üzerinde restore edilmiş tarihi Osmanlı Evleriyle dolu mistik bir atmosferi yansıtan Kaleiçi’ni, ki gerçekten tam anlamıyla bir Kaleiçi, yani eski şehrini de asla unutmamak gerek. Eskişehir ve Kaleiçi’ni düşündüğümde karşımda duran mavi dağ siluetlerine bakarken, sanki başağı bakıyormuşum da birazdan atladığımda limana atlayabilirmişim hissini veren kale surları aklıma geliyor.
Üniversitede okurken yaptığım rehberlik sayesinde Antalya’da çok uzun zaman kalma şansına sahip oldum. İlk başlarda sadece deniz için gittiğim muhteşem bir sahil şehriyken, zamanla keşfedilecek birçok yerin olduğu bir müzeler, antik şehirler, mağaralar, şelalelerle dolu kültür ve sanat şehrine doğru evrildi.
Antalya deyince aklınıza ilk gelen ne olur diye sorsam, muhtemelen birçok kişi muhteşem tatil köylerinden bahsedecektir. Benim aklıma ise, dünyanın 3'üncü, Türkiye'nin ise en uzun yeraltı gölü mağarası olan 2 bin 500 metre uzunluğundaki, içindeki sarkıt ve dikitlerle görülmeye değer bir doğa harikası olan Altınbeşik Mağarası, sabah çok erken vakit gittiğinizde yansımaların en güzel halini görebileceğiniz, Konyaaltı’na sadece 15 dakika uzaklıktaki bir krater gölü olan Doyran Göleti, Antik dönemde Pamfilya bölgesinin en önemli liman şehri olan ve Antalya’ya sadece 75 km uzaklıkta bulunan Side Antik Kenti, 1995-2000 yılları arasında sıklıkla konsere gittiğim Aspendos Antik Kenti ve Kemer'den 2.365 m yükseklikte, Olimpos Dağı'nın zirvesine hizmet veren tramvay tipi bir hava asansörü olan, 2006 yılında hizmete girmiş, her bindiğimde içimi korku ve merakla karışık ürperten Olimpos ya da diğer adıyla Tahtalı Teleferiği geliyor.
Elbette çok daha fazla yer var, gidip görülecek. Bu yazdıklarım benim için hatıraları olan, her aklıma geldiğinde ah keşke o günlere tekrar dönebilseydim dediğim nefis yerler.
Bana Antalya’da nereye gitsem deseniz, Demre’deki Noel Baba Kilisesine ve Myra Antik Kentine, Döşeme altındaki Termessos Antik Kentine, Kumluca’daki Olimpos Antik Kentine, Aksu’daki Perge Antik Kentine giderek yola çıkmanızı öneririm. Tabii bütün bunları yapacaksanız ve planlamanıza alacaksanız Antalya’ya gitmeden önce ciddi bir hazırlık yapmak gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Antalya bir kere gitmekle keşfedilecek bir şehir değil. Antalya'yı ne kadar ziyaret etsem de hiç bitmedi ve biteceğini de düşünmüyorum. Antalya aynı zamanda maceracı bir ruha sahip ve çok da huzurlu. Dört mevsimini gördüm, şehirde rehberlik yaptım, ben gezdim, turistleri gezdirdim, arkadaşlarımı gezdirdim ama hala görmediğim birçok yeri olduğuna eminim. Antalya’da yılın ortalama 300 günü güneş bulmak mümkün, o nedenle sadece yazın değil hatta aslında yazın değil, diğer aylarda gelerek kültür ve tarih turu yapmanız mümkün.
O zaman haydi gelin, çantanızı alın, kameranızı ayarlayın, güneş gözlüklerinizi ve güneş kreminizi de yanınıza aldıktan sonra, sayfalar elverdiğince güzel bir Antalya turuna çıkalım.
Antalya’yı en özel kılan şeylerden biri Anadolu’nun en eski fosil kalıntılarına ev sahipliği yapmasıdır. Antalya Karain Mağarası'nda bulunan kalıntılar ve eserler arkeologlar tarafından Paleolitik Çağ'a tarihlendirilmiştir. Buradan yola çıkarak söylemem gerekir ki, Antalya’da yaklaşık 500 kadar mağara tespit edilmiştir. Elbette bunlardan yalnızca birkaç tanesi uluslararası önem sahip. İsimleri en çok öne çıkan ve çokça ziyaret edilenler Karain, Damlataş ve Dim mağaralarıdır. Her üç mağara ile ilgili her yerde bilgi görmeniz ve görselleri yakalamanız çok kolay, bu nedenle ben biraz daha az bilinen ve zor ulaşılan, zor ulaşıldığı içinde doğal güzelliklerini hiç kaybetmemiş Altınbeşik Mağarasından bahsetmek istiyorum sizlere.
Altınbeşik Mağarası, Antalya’dan 132 km uzaklıkta ancak ormanların içinden geçen doğal yolu nedeniyle de yaklaşık 3 saat uzaklıkta bir mağara. Biraz önce de belirttiğim gibi şehir merkezine biraz uzak olması nedeniyle buraya gelen sayısı çok fazla değil ancak son yıllarda meraklıları gittikçe artıyor.
2021 yılında 100 kişi ziyaret etmiş ve bu güzelliğin keyfine varmış. Bazı mağaralara ulaşabilmek için orman içinde yürümeniz ve arabanızdan indikten sonra zorlu bir parkurdan geçmeniz gerekir, burası öyle değil, aracınızla mağaranın kapısına kadar gelebiliyorsunuz. Mağaraya doğru yaklaşıldıkça nefesinizi kesecek güzellikte manzaraları görebiliyorsunuz bu nedenle yol boyunca cep telefonunuzu bir kenara bırakarak sadece yola odaklanmanızı ve yeşilin binbir tonunu hafızanıza kazımanızı tavsiye ederim.
Altınbeşik Mağarası, Türkiye’nin en büyük yeraltı gölü olmasından dolayı, mağaranın içinde botlarla gezebiliyorsunuz. Milli Park’a girebilmek için cüzi miktarda bir ücret ödedikten sonra, bota binmek isteyenler ücretsiz olarak bu maceranın bir parçası olabiliyor. Mağara, giriş ağzından itibaren 125 metre uzunluğunda bir gölle başlıyor, gölün derinliği yer yer 15 metreye kadar ulaşıyor ancak gölün içinde yüzmek maalesef yasak. Botlara bindiğinizde can yeleklerinizi veriyorlar ve tüm gezi boyunca can yeleklerinizi üstünüzde tutmanızı önemle tekrar tekrar hatırlatıyorlar. Gölün ortasına doğru yaklaştıkça doğal bir kaya bloğundan oluşmuş bir köprü ile karşılaşıyorsunuz, köprüyü geçtikten sonra ise gözünüzün alabildiği tüm alanı kaplayan rengarenk travertenler karşınıza çıkıyor.
Mağarada botla gezmek istiyorsanız yaz ayları ile sonbahar arasında bir zamanda ziyaret etmenizde fayda var, kışın özellikle yağmurun bu bölgede çok yağması ve mağaranın tamamen suyla dolmasından dolayı, güvenlik nedeniyle mağara ziyarete kapatılıyor. Mağaranın girişinde çok güzel bir kafede var, burada rahatlıkla yiyebilir, içebilir ve temiz havayı içinize çekerek bolca dinlenebilirsiniz.
Altınbeşik Mağarasına kadar gelmişken, sadece 63 kilometre uzaklıkta bulunan, Antik çağlarda Pamfilya bölgesinin en önemli liman kenti olan, pek çok uygarlığın gelip geçtiği, tarihi tiyatrosu, hemen denizin dibinde bulunan tarihi kalıntıları, Apollon Tapınağı, gece ayrı gündüz ayrı ihtişamlı salınan büyük ihtişamlı kent kapısı ve daha pek çok özelliğiyle Side Antik Kentini gezmenizi tavsiye ederim.
Side Antik Kentine ne zaman gitsem, hamamları, agorası, eski evleri ve müzesiyle bana o günkü yaşamı birebir anlatan, sanki o dönemde oradaymışım gibi hissettiren bir yerdeymişim, eski bir döneme geri gitmişim, başka bir yaşamda yaşıyor muşum gibi hissediyorum. Antik Kent oldukça geniş bir alan yayılıyor, aracınızı kentten biraz uzakta park etmeniz ve bir süre yürümeniz gerekiyor. Özellikle yaz aylarında hem sıcağın hem de kalabalığın etkisini düşünerek zorlanabileceğinizi söyleyebilirim. Side Antik Kentine gelmeniz için en güzel Nisan – Mayıs ya da Eylül ve Ekim aylarını tercih etmenizi tavsiye ederim.
Tarihi kaynaklarda, Side’nin M.Ö 7. yüzyıldan önce kurulduğu yazılır. Yunanlılar M.Ö 7. yüzyıldaki göçler sırasında Side’ye gelmiş. Kent M.Ö 6. yüzyılda Lidyalılar’ın, M.Ö 547-546’da Persler’in, Büyük İskender’in bölgeyi istemesi ile Makedonya Krallığı’nın hâkimiyetine geçmiş. Sonradan Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlı İmparatorluğu burada egemen olmuş. Efsaneye göre, Mısır Kraliçesi Kleopatra ile büyük aşkı Roma İmparatoru Marcus Antonius’un burada birlikte denize girdiklerine ve gün batımını izlediklerine inanılıyor. Sonraki yıllarda köle ticareti ile ünlenen kent, 10. yüzyıldan itibaren savaşlar ve doğal afetler nedeniyle önemini kaybetmiş.
Side Antik Kentinde tarihi yerleri ve elbette Side Müzesini gezdikten sonra, güneş ve ışık tanrısı Apollon ile Side’nin baş tanrıçası kabul edilen Athena’nınTapınaklarını sona bırakmanızı tavsiye ederim. Gündüz ayrı gece ise daha ihtişamlı gözüken bu tapınakları hele ay dolunayken gezmek ayrı bir keyifli oluyor. Bir dönem tanrıça Athena adına Epibaterios Bayramı düzenlenirmiş. Side’de basılan sikkeler üzerinde kentin sembolü olan nar ile Athena ve Apollon’un kabartmaları yer alırmış. Athena Tapınağı’ndan günümüze çok az kalıntı ulaşmış ama Apollon Tapınağı’nın görkemli sütunları benim gibi meraklı ziyaretçilerini selamlamaya devam ediyor.
Bundan yıllar önce çalıştığım bir şirket için her hafta 1 kere Antalya’ya gidip geldim, yaklaşık 3 sene. Bu dönemde elbette bolca keşifte bulundum. Bu keşiflerim içinde en sevdiğim yer şüphesiz Doyran Göleti oldu. Doyran Göleti birçok Antalyalının bile bilmediği, Konyaaltı plajına sadece 15-20 dakika uzaklıkta yemyeşil doğası ile gizli kalmış bir güzelliktir. Göl o kadar büyük değil ve etrafı yemyeşil ağaçlarla dolu tepeciklerle çevrili, herhangi bir tesis yok ve aslına bakarsanız dikkatlice bakmazsanız gözünüze takılacak bir tabelası dahi yok.
Doyran Göleti’nden yine benim çok sevdiğim ve defalarca gidip keşfe çıktığım Olympos Teleferiği hakkında sizlere bilgi vermek istiyorum. Antalya’ya ne zaman bir arkadaşımla gitsem mutlaka yolumu rotamı Olympos Teleferiğine çeviriyorum. Antalya şehir merkezinden 50 km mesafede, Kemer ilçesinde, Beydağları Milli Parkı’nın içinde kurulan ve 2007 yılında faaliyetlerine başlayan halatlı teleferik tesisi her yıl yaklaşık 350.000 yolcuya macera dolu Tahtalı Dağı’nın heyecanını yaşatıyor. Olympos Teleferik Avrupa’nın en yüksek teleferiği, dünya listesinde ise 2. Sırada yer alıyor. Deniz seviyesinden 726 metre yüksekliğindeki alt istasyondan bindiğiniz anda gördüğünüz manzara karşısında nefesinizi tutmanız ve sadece iğne yapraklı ağaçların yeşilinin binbir tonuna ve gözünüzün alabildiğine denize bakmanız gerekiyor. Zirve istasyonu yaklaşık 2.365 m yüksekliğinde ve ilk bindiğiniz andan indiğiniz ana kadar geçen süre ise sadece 10 dakika sürüyor.
Dağın zirvesinde ise 360° çepeçevre bir izleme açısına sahip seyir terasları sayesinde eşsiz panoramik manzarada gözleriniz kamaşıyor. Tahtalı Dağının tepesine ulaştığınızda, güneşin doğuşunu ya da batışını izleyebilir, Kaş’tan Side’ye kadar olan nefis manzaranın tadını çıkartabilir, hiçbir şey yapmadan ruhunuzu dinlendirebilir, nefis bir havada güneşlenebilir ya da macera arıyorsanız, 2011 yılından beri gerçekleştirilen yamaç paraşütü (paragliding) yaparak Olimpos’a doğru inebilirsiniz. “Sea to Sky” sloganıyla Kemer’de gözünüze çarpacak olan Tahtalı Dağı’na çıkan teleferik kabinleri yaklaşık 80 kişilik kapasiteye sahip.
Doğa sporu sevenler için Tahtalı Dağı’nın zirvesinden Beycik Köyü’ne yaklaşık dört saat, Çukuryayla’ya yaklaşık altı saatlik dağ yürüyüş yolları bulunmakta. Bu parkurlar, doğa yürüyüşü ve dağ bisikleti sporu yapanlar için güzel imkanlar sunuyor. Antik çağlarda, tarihi Likya yürüyüş yolu sınırları içerisinde bulunan Tahtalı Dağı bölgesinde son derece keyifli yürüyüş yapabileceğiniz patikalar bulunuyor.
Ziyaret Saatleri
Güncel çalışma ve sefer saatleri için https://www.olymposteleferik.com/ sayfasından kontrol etmenizi tavsiye ederim. Ancak genel olarak yıl boyunca çalışma saatleri aşağıdaki gibi gerçekleşiyor.
• 01 Ocak – 31 Mart arası her gün 10:00 – 17:00
• 01-30 Nisan arası hafta içi 09:30 – 17:30
• 01-30 Nisan arası hafta sonu 09:30 – 18:00
• 01-31 Mayıs arası her gün 09:30 – 18:00
• 01 Haziran – 30 Eylül arası her gün 09:00 – 19:00
• 01-31 Ekim arası her gün 09:00 – 18:00
• 01 Kasım – 31 Aralık arası hafta içi 09:00 – 16:30
• 01 Kasım – 31 Aralık arası hafta sonu 09:00 – 17:00
Evet Antalya ile ilgili sizlerle paylaşmak istediğim son noktaya geldik, yani Antalya Müzesine. Antalya Müzesi 1921 yılında kurulduğundan beri her yıl pek çok yerli ve yabancı turistin akınına uğruyor. Müze, adını şehrinden alan Türkiye’nin en büyük müzelerinden biri. Müze şehrin tam da kalbinde olmasından ve şehirde bulunan toplu taşıma araçlarından otobüs ya da minibüsler ile müzeye kolayca ulaşılmasından dolayı da yoğun talep görüyor.
Müzenin oldukça enteresan bir kuruluş hikayesi var. Antalya bölgesi 1. Dünya Savaşı sırasında İtalyanların işgaline uğramış ve maalesef bölgede bulunan pek çok tarihi eser işgalciler tarafından yağmalanmış. O dönemler Antalya Lisesinde Öğretmenlik yapan Süleyman Fikri Erten, bunu fark etmiş ve sorumlu kişiler ile görüşerek gerekli adımların atılmasını sağlamış. Yetkililerle görüşerek bir müze kurma fikrini ortaya atmış ve böylece Antalya Müzesi kurulmuş.
Müzenin ilk kurulduğu Alaaddin Camisidir. Süleyman Fikri Erten müzenin kuruluşundan sonra, ‘Milli Mücadelede Antalya’ isimli kitabını yayınlamış ve konu olarak da İstiklal Savaşı’nda Antalya ilinin yapmış olduklarını seçmiş ve bu değerin ve öneminin herkes tarafından bilinmesini istemiştir.
1937 yılında Antalya Müzesi çeşitli sebeplerle Yivli Minare camisine taşınmış, müze taşındıktan 4 yıl sonra Süleyman Fikri Erten emekli olmuştur. Daha modern bir sergi ve bina ihtiyacından dolayı 1972 yılında ise şimdiki hizmet verdiği binaya taşınmıştır. Antalya Arkeoloji Müzesi 1988 yılında ‘Avrupa Konseyi Yılın Müzesi’ ödülünü almıştır. Antalya Müzesi toplamda 30 Bin metrekarelik bir alana yayılmış. Müzenin içinde 14 adet sergi alanı ve pek çok açık hava galerisi bulunuyor. Yaklaşık 5000 adet eser süresiz olarak sergileniyor. 25 Bin tane eser ise sergilenmeden koruma altına alınarak müzenin kayıtlarına geçmiş durumda.
Türkiye’nin en kapsamlı arkeoloji müzelerinden olan Antalya Arkeoloji Müzesi’nde, ziyaretçilerin rahatça gezebileceği salonlardan ve konularına göre ayrılmış bölge kazılarından mozaik salonuna, doğa tarihi salonundan lahitler salonuna, çocuk bölümünden tanrı ve tanrıçalarına kadar birçok sergi salonu bulunuyor.
Antalya Müzesi 30.000 metrekarelik bir alanda yer alır. Müzede 14 adet sergi alanı bulunmaktadır. Bunun dışında açık hava galerileri de bulunmaktadır. Müzede yaklaşık olarak 5000 tane eser sergilenir. 25000 civarındaki eser ise sergilenmeden koruma altına alınmıştır. Likya, Pamfilya ve Psidia antik kentlerinin temsilciliği de müzede yapılmaktadır. Antalya Müzesine bir yarım gün ayırmanızı tavsiye ederim, müzenin bittiği yer olan bahçede ağaçların altında birçok tarihi eser, sütun başlıkları, çeşitli tapınaklardan getirilmiş eserler ve heykeller de bulunmaktadır. Ayrıca güzel bir kafeteryası ve ilginç kitapları bulabileceğiniz bir müze mağazası da var. Buralara da mutlaka uğramanızı tavsiye ederim.
Antalya ve çevresi o kadar güzel ki, gördüğüm, yediğim, içtiğim şeyleri anlatmaya kalksam sanırım sayfalar yetmez. Antalya’ya mutlaka gidin, görün, gezin, yiyin, için, keşfedin, rotanıza mutlaka alın ve keyfinize bakın. Bu arada oraya giderken yanınıza birkaç kitap almayı sakın unutmayın.
Bir sonraki ay, bambaşka bir rotada buluşmak üzere, kalın sağlıcakla...
Sevdiklerinizle dolu dolu geçireceğiniz nefis bir bayram tatili gelsin hepinize...