Bizim çaresizliğimiz; Büyük İstifa değil, Büyük Tükenmişlik 

Pandemi sonrası tüm dünya Büyük İstifa dalgası ile mücadele ederken Türkiye ise tükenmişliğin pençesinde can çekişiyor. Pandeminin belirsizliği ve stresinin üzerine ekonomideki büyük belirsizlik, gelir düzeyinin her geçen gün hızla aşağıya inmesi, bozulan toplumsal denge ve geleceğe dair tüm umutlarımızı yok eden politik iklim; tükenmişliğin adeta sacayağı gibi oldu. 

Toplumsal olarak bir yenilgi ve çaresizlik duygusu yaşıyoruz. Kendimizi yalnız bırakılmış, savunmasız, kaygılarla yüklenmiş ve depresif hissediyoruz.  Kısacası, artık nefes alamıyoruz. Her geçen gün artan anti-depresan kullanımı, anksiyete teşhisleri ve kalp krizi vakaları böylesine kaotik bir zamanda bu kadar ağır yükün altında ezildiğimizin kanıtı değil mi? 

Ve bu toplumun bir parçası olan, kimi masa başında kimi sahada çalışarak bu kadar kaosa rağmen hala üretmeye ve yaşamaya devam eden çalışanlar ne yapıyor?

Yıllardır değişen çalışan beklentilerini konuşup duruyoruz. Araştırmalarda ücretin son yıllarda artık arka sıralarda yer aldığını görüyorduk. Fakat alım gücünün hızla azaldığı, ihtiyaç hiyerarşisinde yer alan her şeyin fiyatının inanılmaz oranda arttığı bir ortamda, çalışan beklentilerinde ücret yine liste başı olacak gibi…

Anlayacağınız; kral geri dönüyor. İK’nın agresif ücret politikalarına ve artırılmış yan haklara, ek bütçelere hazır olması gerekiyor. Tabii ki, ücret tek başına yetmeyecek. Çalışanların yaşadığı bu tükenmişliğe karşı çalışan esenliği programlarının kapsamını genişletmek, toplumsal stres ve gelecek kaygısı ile baş etmelerini engelleyecek süreçleri hayata geçirmek gerekecek. 

Peki İK, çalışanların tükenmişliği ile mücadele ederken İK’nın tükenmişliği ile kim mücadele edecek? İK profesyonellerinin ‘çalışan’ kimliğini görmezden gelen anlayışı kim yıkacak? Çalışanların hatırını ve beklentilerini sormak ile görevlendirilen İK ‘çalışanının’ hatırını ve beklentilerini kim soracak? Bu toplumun ‘çalışan’ bir bireyi olan İK profesyonelinin bir fanus içinde yaşamadığı gerçeğini ilk kim görecek? Toplumun tükenmişliği, çalışanın tükenmişliği ve bir de İK’nın tükenmişliği ile nasıl başa çıkacağız? Bu sorular uzar gider. Sonuç olarak bizim hem kurumsal hem toplumsal boyutta köklü bir devrime ihtiyacımız var ama bakalım düğmeye ilk kim basacak?

İyi okumalar,


Gülcan Çağlar Çalışkan 
Genel Yayın Yönetmeni 

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)