Umbria: İtalya’nın Yeşil Kalbi
Nilay Karagülmez Abamor
İtalya gitmelere doyamadığım bir ülke… Kaç kere gittim artık bilmiyorum, yıllar önce saymayı bıraktım. Şehirlerine, köylerine, kasabalarına, mutfağına, neşesine doyamadığım İtalya’nın doğasına da doyamıyorum. Çünkü İtalya’ya ne zaman gitsem bana karşı cömertliği hiç elden bırakmıyor ve hep daha fazlasını sunuyor. İtalya’nın merkezinde, Toskana ve Lazio’nun arasında saklanan Umbria, haritalarda küçük görünse de ruhu ve hikâyeleriyle çok büyük bir coğrafya. Denize kıyısı olmayan bu tek İtalyan bölgesi, mavi sular yerine sonsuz yeşillikleri, masmavi gökyüzüyle yarışan tepeleri ve geçmişten fısıldayan taş kasabalarıyla ziyaretçisini büyülüyor. Buraya adım attığınızda, rüzgârın zeytinliklerin arasından geçerken taşıdığı hafif ot kokusu, uzaktan çalan bir kilise çanı ve yokuşlu sokaklarda yankılanan ayak sesleri size ilk “Hoş geldin”ini fısıldar.
Umbria’ya yolculuk, bir anlamda İtalya’nın kalbine yapılan bir keşif gibidir. Tren penceresinden bakarken, tarım arazilerinin arasında kıvrıla kıvrıla uzanan yolları, üzüm bağlarıyla çevrili yamaçları ve köyleri koruyan Orta Çağ surlarını görürsünüz. Güneş ışığı, sabah saatlerinde vadilerin üzerine ince bir tül gibi serilir; akşam olduğunda ise taş binaların duvarlarına altın rengi bir sıcaklık bırakır.
“İtalya’nın Yeşil Kalbi” lakabını boşuna taşımayan bu bölge, yalnızca doğasıyla değil, yüzyıllar boyu koruduğu kültürel mirasıyla da hafızalara kazınır. Assisi’nin kutsal sessizliğinden, Perugia’nın hareketli üniversite hayatına; Orvieto’nun göğe yükselen katedrallerinden, Spello’nun çiçeklerle bezenmiş sokaklarına kadar her köşe, zamanın yavaş aktığı bir başka dünya sunar.
Umbria, ülkenin daha az bilinen bölgelerinden biridir ancak sahip olduğu eşsiz özelliklerle herkesi büyüler. Burada küçük Orta Çağ tepe yerleşimlerini keşfedebilir, trüf mantarı avına çıkabilir, yerel şarapların tadına bakabilir, tarihi kiliseleri ziyaret edebilir ve Trasimeno Gölü’nde yüzebilirsiniz. Assisi kenti, San Francesco Bazilikası ve Perugia’daki diğer Fransisken yapıları UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alır. Ayrıca, Perugia ve Terni’deki Cascata delle Marmore, Valnerina, manastır alanları ve antik hidrojeolojik ıslah alanları da UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunmaktadır.
Ve işte bu büyüleyici atmosferin ardında, Umbria’yı bu kadar özel kılan toprak ve doğa var. Bölgeye ayak bastığınız anda sizi karşılayan manzaralar, sadece bir kartpostal güzelliği sunmaz; aynı zamanda binlerce yıldır süregelen bir yaşam biçiminin izlerini taşır.
Coğrafya ve Doğa
Umbria’nın manzarası, hafifçe dalgalanan tepeler, verimli ovalar ve ormanlarla bezeli dağlardan oluşur. Bölgeyi baştan başa kat eden Tiber Nehri hem tarih boyunca hem de bugün tarım ve yerleşim için hayat kaynağı olmuştur. Batısında yer alan Trasimeno Gölü, sakin yüzeyi ve göl kenarındaki küçük kasabalarıyla dinlenmek isteyen gezginler için huzurlu bir durak sunar.
Bahar aylarında yeşilin onlarca tonu gözünüzün önüne serilir; yazın altın sarısı buğday tarlaları ve lavanta bahçeleri ufku boyar. Sonbaharda ise üzüm bağları bordo ve yanık turuncu renklere bürünerek, bağbozumu zamanı bölgeye bambaşka bir enerji getirir. Kışın sislerin sardığı vadiler ve karla kaplı tepeler, Umbria’nın daha melankolik, ama en az yaz kadar etkileyici bir yüzünü gösterir.
Umbria’da Gezilecek Yerler
Perugia
• Piazza IV Novembre: Şehrin merkezi olan bu meydan, Fontana Maggiore çeşmesi ve tarihi yapılarıyla büyüleyicidir.
• Perugia Ulusal Galerisi: Orta Çağ ve Rönesans dönemine ait eserlerin sergilendiği bu galeri, sanat severler için bir cazibe merkezidir.
Assisi
• Aziz Francesco Bazilikası: UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu bazilika, Assisi’nin en önemli yapılarından biridir.
• Santa Chiara Bazilikası: Aziz Clare’in anısına yapılan bu bazilika, Gotik mimarisiyle dikkat çeker.
Orvieto
• Orvieto Katedrali: İtalya’nın en etkileyici Gotik yapılarından biri olan bu katedral, mozaik süslemeleri ve vitraylarıyla göz kamaştırır.
• Pozzo di San Patrizio (Aziz Patrick Kuyusu): Tarihi bir mühendislik harikası olan bu kuyu, etkileyici bir tasarıma sahiptir.
Spoleto
• Rocca Albornoziana: Şehrin tepesinde yer alan bu kale, Spoleto’nun tarihi dokusunu keşfetmek için harika bir noktadır.
• Ponte delle Torri: 13. yüzyıldan kalma bu köprü, şehrin simgesel yapılarından biridir.
Gubbio
• Palazzo dei Consoli: Orta Çağ dönemine ait bu saray, Gubbio’nun panoramik manzaralarını sunar.
• Festa dei Ceri: Her yıl Mayıs ayında düzenlenen bu renkli festival, geleneksel bir etkinliktir.
Tarihî Miras
Umbria’nın sokaklarında yürürken, adımlarınız aslında yüzyılların taş döşeli yollarına basar. Bölgenin tarihi Etrüskler dönemine kadar uzanır; bu kadim uygarlığın izlerini özellikle Orvieto’nun tepelerindeki arkeolojik kalıntılarda ve Perugia’nın Etrüsk kapılarında bulabilirsiniz. Orvieto’nun kaya üzerine kurulmuş konumu hem manzarası hem de stratejik geçmişiyle başlı başına bir tarih dersidir.
Ama Umbria’nın en bilinen tarihî duraklarından biri kuşkusuz Assisi’dir. Aziz Francesco’nun doğduğu bu şehir, dünya çapında bir hac merkezi olmasının yanı sıra, taş sokaklarında yürürken sunduğu huzur duygusuyla da unutulmazdır. San Francesco Bazilikası’nda Giotto ve Cimabue’nun freskleri, sadece sanatsal açıdan değil, dini ve kültürel bağlamda da derin anlam taşır.
Umbria’nın kasabaları, Orta Çağ ruhunu koruyan mimarisiyle adeta zaman kapsülleridir. Spoleto, köprüleri, kemerli geçitleri ve ihtişamlı katedraliyle Roma ve Orta Çağ dönemlerinin izlerini harmanlar. Gubbio, gri taş evleri ve dik yokuşlarıyla eski İtalyan yaşamının bir fotoğrafı gibidir. Hangi kasabaya giderseniz gidin, meydanda mutlaka küçük bir kafe bulunur; sabahları burada oturup espresso yudumlarken günün nasıl başladığını izlemek, Umbria deneyiminin ayrılmaz bir parçasıdır.
Kültür ve Festivaller
Umbria’da yılın her dönemi başka bir renkle, başka bir müzikle karşılaşmak mümkün. Bölge, küçük yüzölçümüne rağmen kültürel etkinlikler açısından şaşırtıcı derecede zengin. Temmuz ayında Perugia sokaklarında yürürken, uzaktan gelen bir saksafon sesi size yol gösterir. Bir köşeyi döndüğünüzde ise Umbria Jazz Festivali’nin enerjisi sizi sarar. Bu festival, sadece İtalya’nın değil, dünyanın en prestijli caz etkinliklerinden biridir. Kentin meydanlarında, dar sokaklarındaki küçük sahnelerde ya da büyük konser salonlarında, cazın her tınısı yankılanır. Gün batımında açık havada çalan bir trompetin sesi, taş binaların arasından göğe yükselirken seyirciyle müzisyen arasındaki mesafe neredeyse kaybolur.
Bahar aylarında ise başka bir zaman yolculuğuna davet edilirsiniz: Assisi’nin Calendimaggio Festivali. Şehir, Orta Çağ kıyafetleri giyen halkla dolup taşar; meydanlarda halk oyunları oynanır, eski dönem şarkıları söylenir, davullar çalar. Sokaklar çiçeklerle süslenir, esnaf dükkânlarının önüne ahşap tabelalar asar ve bütün şehir sanki yüzyıllar öncesine geri dönmüş gibi olur.
Umbria’nın kültürel takviminde ayrıca Spoleto Festival dei Due Mondi (İki Dünya Festivali) de önemli bir yer tutar. Tiyatrodan dansa, klasik müzikten çağdaş sanata kadar uzanan bu festival, şehri bir sanat sahnesine çevirir. Özellikle yaz akşamlarında tarihi kemerlerin altından geçip bir açık hava gösterisine denk gelmek, bölgenin büyüsünü katlayan anlardan biridir.
Umbria, geleneklerini yaşatmayı seven küçük kasabalarla dolu. Bazı tarihlerde festivallere denk gelebilirsiniz ve bölge bu dönemlerde daha kalabalık olabilir. Umbria için yoğunluğun artacağı o tarihler:
• 15 Mayıs: Saint Ubalda Günü (Gubbio)
• Haziran sonu Temmuz başı: Due Mondi Festivali (Spoleto)
• Temmuz ortası: Umbria Jazz Festivali (Perugia)
• Ekim ortası: EuroChocolate Festivali (Perugia) *tarihler değişebilir.
• Paskalya Tatili ve 4 Ekim (San Francis Günü): Assisi
Gastronomi
Umbria’yı gezerken fark edeceğiniz şeylerden biri, buradaki yemeklerin gösterişten uzak ama derin bir karaktere sahip olmasıdır. Bölge mutfağı, yüzyıllardır süregelen tarım geleneklerinin, mevsimsel ürünlerin ve sade pişirme yöntemlerinin bir yansımasıdır. Burada sofraya konan her tabak, adeta toprağın ve doğanın kendi dilinde anlattığı bir hikâyedir.
Örneğin, siyah trüf mantarı… Umbria’nın altın hazinesi sayılan bu aromatik mantar, özellikle Norcia ve çevresinde bulunur. Kasım ile Mart ayları arasında trüf avı, köylülerin özel eğitimli köpekleriyle birlikte yaptığı heyecanlı bir ritüeldir. Trüf rendelenerek makarnaların, risottoların üzerine serpiştirilir; hatta bazı yerlerde sade bir omletin bile tüm tadını değiştirecek kadar güçlü bir lezzet verir.
Norcia, aynı zamanda şarküteri ürünleriyle de ünlüdür. Yaban domuzu salamı, acılı sosis ve yöresel jambonlar, kasaba pazarlarında ahşap tezgâhlarda sergilenir. Küçük köylerde, fırından yeni çıkmış kıtır ekmeğin üzerine biraz zeytinyağı gezdirip yanında bu salamları tatmak, Umbria mutfağının özünü anlamanın en basit ama en keyifli yollarından biridir.
Ve tabii ki Sagrantino di Montefalco şarabı… Yoğun aroması ve koyu kırmızı rengiyle bu şarap, Umbria’nın en büyük gurur kaynaklarından biridir. Üzüm bağlarının arasında, küçük aile işletmelerinde yapılan tadımlar, hem bölgenin terroir’ini tanımak hem de üreticilerle sohbet etmek için harika bir fırsattır. Yumuşak peynirler, zeytinler ve çıtır ekmek eşliğinde içilen bir kadeh Sagrantino, gün batımında Umbria tepelerine bakarken bambaşka bir anlam kazanır.
Tatlı severler için ise torciglione (bademli yılbaşı tatlısı) ya da ciaramicola (Paskalya’da yapılan renkli şekerlemeli kek) gibi geleneksel lezzetler mutlaka denenmelidir.
Günümüzde Umbria
Umbria, bugün hâlâ İtalya’nın en çok saklanan sırlarından biri. Toskana’nın kalabalık meydanlarında selfie çeken turist gruplarını, Roma’nın hızla akan trafiğini burada bulamazsınız. Onun yerine, sabahları pazar yerlerinde taze zeytinyağı tadına bakan yerel halkı, köy kahvesinde gazetesini okuyan yaşlıları ve bağların arasında tek başına yürüyen gezginleri görürsünüz.
Kalabalığın azlığı, buraya gelenlerin adımlarını yavaşlatmasına izin verir. Bir köy meydanında oturup espresso içmek, yan masada oynanan dama oyununu izlemek, zeytin ağaçlarının gölgesinde kitabınızı okumak… Umbria’da zaman acele etmez; sizin de etmenizi istemez.
Doğaseverler için, bölge adeta bir açık hava sahnesidir. Monte Subasio’nun yamaçlarında yürürken karşınıza çıkacak manzaralar, ansızın bir tepenin ardında beliren köy siluetleri ya da Trasimeno Gölü kıyısındaki dinginlik, şehrin karmaşasından uzaklaşmak isteyenlere tam bir nefes alma fırsatı sunar.
Tarih meraklıları ise buradaki köylerde hâlâ “yaşayan bir Orta Çağ” atmosferi bulur. Dar sokaklarda yürürken taş duvarlardan yayılan hafif nem kokusu, pencere önlerindeki sardunyalar ve eski kilise çanlarının sesi, bir anda sizi yüzyıllar öncesine götürür.
Umbria, hızlı tüketilen bir turistik deneyim yerine, yavaş yavaş keşfedilen, her köşesinde yeni bir hikâye saklayan bir dünya sunar. Ve belki de bu yüzden, buraya gelen gezginlerin çoğu bir daha dönmek üzere söz vererek ayrılır.
Sonuç olarak; Umbria, gürültülü bir dünyada yavaşlamanın, durup etrafı izlemenin ve hayatı daha derinden hissetmenin davetini yapan bir yer. Burada zaman, bir köy meydanında oturup kahvenizi yudumlarken, yan masadaki yaşlı çiftin günlük sohbetini dinlerken ağır ağır akar. Dar taş sokaklarda adımlarınız yankılanır, her köşe başında yeni bir manzara, yeni bir koku, yeni bir tat karşınıza çıkar.
Belki bir sabah Assisi’de sisler arasından yükselen bazilikayı görürsünüz, belki akşamüstü Trasimeno Gölü kıyısında suyun üzerinde dans eden gün batımını… Ya da belki Perugia’da bir caz konserinde kendinizi kalabalığın ritmine kaptırır, Spello’nun çiçekli sokaklarında renklerin sarhoşluğuna düşersiniz.
Umbria, abartısız ama derin bir güzelliğe sahip. Onu anlamak için sadece müzelerini gezmek ya da şaraplarını tatmak yetmez; yokuşlu sokaklarında yorulmak, tepelere çıkıp vadileri seyretmek, taze pişmiş ekmeğin kokusunu içine çekmek gerekir.
İtalya’nın bu yeşil kalbi, acele etmeyen, her detayı sindirerek yaşayan gezginleri bekliyor. Ve belki de bu yüzden, buradan ayrıldığınızda aklınızda tek bir düşünce kalıyor: Bir gün geri dönmeliyim.
Bir sonraki aya kadar kalın sağlıcakla...