Sözleşmeler Hukuku / 2006 Üçüncü Bölüm
Başlarken…
İnsanoğlunun yaradılışı gereği doğasında bulunan rekabet unsuru ve kazanma arzusu; tartışmasız, toplumsal başarı ve gelişme için dinamo işlevi görmekte ancak insanın, en büyük rakibi ve düşmanını da yaratmaktadır, yani kendisini, insanı… Tüm bu ihtiraslarının başarı hedefine ulaşmasında kamçıladığı insanın, iş yaşamı denilen hayat satrancında, sürekli olarak kurallara uygun mücadele etmesine dair beklenti, sonucu imkânsız bir iyimserlik olacaktır. Nitekim Thomas Hobbes’un da günümüzden yaklaşık dört asır önce ifade ettiği gibi; “insan insanın kurdudur”.
Koruyucu olma vasfını kamu gücünü kullanarak güçsüzden ve haklıdan yana koyan hukuk kavramı, yasa koyucunun öngörüsü ile en kötü olasılıklara göre oluşturulmuştur. Bunun içindir ki sözleşmelerde taraflar arası hile ve ikrah hallerini düzenleyerek, kişilerin toplum kuralları dışı tutumları ile uğranabilecek zararları asgari düzeye indirme ve önleme görevi ile kural dışılığı ifade eden bu kavramları açıklamasız bırakmamıştır.
Yazımızda inceleyeceğimiz “hata” kavramı ise insan doğasının kendisine özgü diğer önlenemez olgusudur. Zira tecrübenin öğretmeni de hatadır. Yeni arayışlar peşinde bilmediği denizlerde yüzen insan, ne kadar yol alırsa o kadar da boğulma tehlikesi atlatacak, can simidi ise sadece ihtiyaç duyduğunda varlığını aradığı hukuk olacaktır.
Sözleşmeler Hukukunun üçüncü bölümünde Borçlar Kanunu madde 23 vd. maddelerinde düzenlenmiş bulunan irade fesadı; diğer bir deyişle iradeyi sakatlayan nedenleri ele alacağımızı belirmiştik. İradeyi sakatlayan nedenler iradenin beyan edilmesi veya iradenin oluşması sırasında meydana gelen sakatlıklardır. Borçlar Kanunu iradeyi sakatlayan nedenleri “Rızadaki Fesat”; kısaca sözleşmenin kurulmasındaki sakatlıklar başlığı altında incelemiştir. İradeyi sakatlayan nedenleri ise hata, hile ve ikrah olarak belirtmiştir.
Öncelikle irade ile beyan arasında istenmeyerek meydana gelen uygunsuzluk halini; yani Borçlar Kanunu deyimiyle hata halini inceleyelim.
Borçlar Kanunu madde 23 uyarınca sözleşme, kurulması sırasında esaslı bir hataya düşmüş olan taraf için bağlayıcı değildir. Kanun koyucu söz konusu madde hükmü ile ancak sözleşme kurulurken esaslı bir hataya düşen taraf için sözleşmeyi feshetme hakkı tanımıştır. Hatanın esaslı sayılmayacağı hallerde irade ile beyan arasında istenmeyerek uygunsuzluk olsa dahi beyanda bulunan taraf sözleşme ile bağlı olur.
Hatanın esaslı sayılacağı durumlar Borçlar Kanunu madde 24’de belirtilmiştir. Ancak hatanın esaslı sayılacağı durumlar sınırlayıcı değildir. Söz konusu madde hükmü ile hatanın esaslı sayılacağı durumlar özellikle şunlardır:
• Hataya düşen kimse yapılmasına muvafakat beyan ettiği sözleşmeden başka bir sözleşme yapmak istemiş ise,
• Hataya düşen kimsenin iradesi beyan ettiğinden başka bir şeye veya sözleşmenin muayyen bir şahıs göz önünde tutularak yapılmış olması halinde başka bir şahsa tevcih edilmiş ise,
• Hataya düşen kimse iradesine nazaran ehemmiyetli derecede şümullü bir edimi vaat etmiş veya kendisine ehemmiyetli derecede mahdut bir karşı edim taahhüt olunmuş ise,
• Hata hataya düşen tarafından iş hayatındaki dürüstlük kurallarına göre sözleşmenin zorunlu bir temeli sayılmış olan bir duruma taalluk ediyor ise.
Yukarıda belirtilen durumları “sözleşmenin niteliğinde hata”, “sözleşmenin konusu olan şeyde hata”, “şahısta hata” ve “miktarda hata” olarak nitelendirebiliriz.
Kanun koyucuya göre saikte hata mevcut ise söz konusu hata esaslı değildir. Diğer bir anlatımla sözleşmenin geçerliliğine etki etmezler.
Ayrıca adi hesap yanlışlığı da sözleşmenin geçerliliğine etki etmez. Bunlar tashih edilir; yani düzeltilir.
Borçlar Kanunu madde 25 uyarınca hatayı ileri sürme, dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil ediyorsa, kabul olunmaz. Özellikle diğer tarafın sözleşmeyi hataya düşenin anladığı manada anlamaya hazır olduğunu beyan etmesi halinde hataya düşen yapmak istemiş olduğu şekildeki sözleşmeyle bağlı kalır. Yani sözleşmenin geçerliliğini kabule mecburdur.
Burada Medeni Kanun’un 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına da değinilmiştir. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
Borçlar Kanunu madde 23 hükmünde daha önce de ifade ettiğimiz üzere “sözleşme kurulurken esaslı hataya düşen taraf sözleşme ile bağlı değildir” ifadesi yer almaktadır. Kanun koyucu bu madde ile hatayı düşen tarafı korumuştur. Ancak Borçlar Kanunu madde 26 ise sözleşmeye güvenerek hak ve yarar sağlamış olan diğer tarafı korumaktadır. Bu madde uyarınca sözleşme ile bağlı olmak istemeyen tarafın hatası, kendi ihmalinden ileri gelmişse bu kimse sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı tazminle mükelleftir; meğer ki diğer taraf hatayı bilmiş veya bilmesi lazım gelmiş olsun. Hakim hakkaniyete uygun düşen hallerde başkaca zararın tazminine de hükmedebilir.
Bu madde ile kanun koyucu sözleşmenin feshinde diğer tarafa tazminat ödenmesini hata edenin kusurlu olmasına ve diğer tarafın hataya düşüldüğünü bilmemesi esaslarına bağlamıştır. Bir kimsenin hataya düşmekte kusurunun olması sözleşmenin feshine engel teşkil etmez ancak diğer tarafın uğradığı zararı ödeme yükümlülüğü altına girer. Burada söz konusu zarar geçerliliğine güvenilen sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle uğranılan zarardır. Diğer bir deyişle menfi zarardır. Sözleşme hiç yapılmasa idi uğranılmayacak zarardır. Ancak hakim hakkaniyete uygun olan hallerde müspet zararın tazminine de karar verebilir.
Borçlar Kanunu’nun 28. maddesi hile konusunu ele alır. Sözleşme yapanlardan biri diğerinin hilesi ile sözleşme yapmaya sevk edilmiş ise düştüğü hata esaslı olmasa bile sözleşme kendisini bağlamaz. Üçüncü bir kişinin hilesi sebebi ile hataya düşenin sözleşme ile bağlı olmaması diğer tarafın sözleşmenin yapılması sırasında hileyi bilmesi veya bilmesinin gerekli bulunması halinde mümkündür.
Hile hata halinde olduğu gibi tarafların irade ve beyanları arasındaki uygunsuzluk değil iradenin oluşması sırasında meydana gelen sakatlıktır.
Hile kasten bir kişinin saik hatasına düşürülmesidir. Hile hükümlerine başvurabilmek için sözleşmenin yapılmasında hilenin rolü bulunmalıdır. Hile sözleşmenin tamamında etkili olabileceği gibi sözleşmenin belli şartlarını da etkilemiş olabilir.
Hile sözleşmenin tarafı olan kimse dışında bir üçüncü şahıs tarafından da yapılabilir.
Karşı tarafın hilesi ile sözleşme yapan kimse hileyi öğrendikten sonra menfi zararını karşı tarafa ödettirebilir. Ayrıca sözleşmenin iptalini de isteyebilir. Sözleşmeyi iptal etmemek zararın tazminine engel teşkil etmez.
Borçlar Kanunu’nun 29. maddesi ikrah; yani korkutmayı ele almıştır. Bu maddeye göre eğer iki taraftan biri diğer tarafın veya üçüncü bir kişinin ikrahiyle bir sözleşme yapmış olursa kendi hakkında lüzum ifade etmez. Korkutan bir üçüncü kişi ise ve diğer taraf korkutmayı bilmez veya bilmesi gerekli bulunmazsa sözleşme ile bağlı kalmak istemeyen korkutulan hakkaniyete uygun düşen hallerde diğer tarafa tazminat ödemeye mecburdur.
İkrah halinde de hile halinde olduğu gibi irade beyanının meydana gelmesinde bir sakatlık söz konusudur. İkrahın şartları Borçlar Kanunu madde 30’da düzenlenmiştir. Bu madde hükmüne göre korkutma yani ikrah içinde bulunduğu duruma göre bir kimsenin kendisinin veya kendisine yakın bağlı bulunan kimsenin vücudunun ve canının, şerefinin veya malının yakın ve önemli bir tehlike ile tehdit edildiğini kabul etmesinin gerekli bulunması halinde esaslıdır. Bir hakkın dermeyan edilmesinden korkmuş bulunmanın kabul edilmesi, ancak korkutulan kimsenin zaruret içinde bulunmasından yararlanılarak karşı tarafa aşırı bir menfaat sağlaması takdirinde mümkündür.
Kanun koyucu ikrah nedeniyle sözleşmenin feshedilmesi halini belli şartlara bağlamıştır. Yukarıda belirtilen şartlar bulunmadığı takdirde sözleşmenin ikrah nedeniyle feshi mümkün olmaz.
İkrah nedeniyle sözleşmeyi fesheden korkutulan taraf menfi zararını korkutan karşı tarafa ödettirebilir.
Yukarıda anlatılan irade fesadı hallerini; diğer bir deyişle hata, hile ve ikrahı özetlemek gerekirse, irade fesadı hallerinde sözleşme batıl bir sözleşme değildir. Sözleşme iptal edilebilir bir sözleşmedir. Yargılama açısından irade fesadı halleri (hata, hile ve ikrah) hakim tarafından resen dikkate alınmaz.
Hata hile veya ikrah tesiri altında kalan taraf bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya yerine getirdiği edimini geri istemez ise sözleşmeye icazet vermiş sayılır. Sözleşmeye icazet vermek tazminat hakkını bertaraf etmez.
Bitirirken…
Yukarıdaki açıklamalar sonunda elbette ki hukukun sağladığı korumanın yetersiz olduğu ya da uygulanabilir olmadığı savında bulunulabilir. Ancak unutulmaması gereken teorik olarak hukukun, sözleşmeye taraf olan kişinin bu derdine şifa olma amacıyla yasal düzenlemeye vakıf olmasıdır.
Kişiler arası ilişkilerde iradelerin, iyi niyet ve dürüstlük temeline oturmasının gerekliliğini önceki sayılarımızda da çoğu kez belirttik. İş yaşamında taraflar arası yazılı olmayan kurallar olan iyi niyet, güven, dürüstlük yasal yaptırımlardan önce taraflara asıl güvenceyi sağlar. Zaten bu olgulara sahip bir sözleşmesel ilişki hile ve ikrah ile sekteye uğramayacağı gibi, hata ile iradeye ters düşen amacı da istenilen hale en az zararla getirir. Kişiye düşen birincil görev oyunu kurallarına göre oynamak, ikincil görev ise hata, hile ve ikrah ile karşılaşıldığında hukukun kendisine sağladığı teminat ve hakları bilmektir.
Gün geçtikçe şartları ağırlaşan, daha fazla özveri ve kişisel beceri isteyen ticari hayatta bu yazımızda kısaca değindiğimiz sorunlarla karşılaşmamanız, yine de hukukun sağladığı güvence ve verdiği hakları da aklınızdan çıkarmamanız dileği ile iyi çalışmalar.
Seda Akar - Mehmet B. Çalışkan
Hancı & Ortakları Hukuk Bürosu
a-h.lawfirm@sim.net.tr