Tüm yokluklara rağmen kendiyle barışık bir ülke: Mali
“Duydum gidiyormuşsun, nereye?
Mali.
Aaa Bali mi? Ne kadar güzel, her giden çok güzel olduğunu söylüyor.
Bali değil Mali, Afrika’ya gidiyorum.
Güney Afrika mı?
Hayır, Mali şehir adı değil, Batı Afrika’da bir ülke.
Hımmm…”
Mali’ye gelmeden önce yaşadığım anekdotların çoğu yukarıdakilere benzer cümleler içeriyordu. Amerika Birleşik Devletleri Büyük Elçiliği’nin Kasım 2006 başında resmen taşındığı yeni elçilik binasının inşaatında İnce İşler Koordinatörü olarak çalışmaya gelip bu ülke ve insanı ile tanışmış olmasam, turist olarak gelir miydim, bilemiyorum. O zaman, Afrika genelinde halen geleneklerine en bağlı kalmış Dogon kabilesini, Djenne'de bulunan dünyanın en büyük çamur camiini ve Timbuktu’yu görmemiş öğrenmemiş olur ve üzülürdüm.
Burada Batılılar için yaşanabilecek en uygun şehirler Bamako ve Mopti, fakat eğer turist olarak dolaşıyorsanız ve Fas veya Cezayir'den yola çıkıp Trans-Sahra yapmıyorsanız, izlenilecek rota Bamako üzerinden güneyden kuzeye doğru gider.
Yola çıkmadan önce buralarda çalışan bir arkadaşımla konuşup, sorular soruyordum. Sonunda sorularıma dayanamayıp “Buradaki kokular, renkler, algılar anlatmakla pek anlaşılabilecek, fotoğrafla gösterilebilecek değerler değiller, gelip yaşaman gerek” demişti. Anlamamıştım…
Uçaktan adımımı dışarı atıp, motorun pervanesinden geldiğini düşündüğüm sıcak havanın rüzgâr olduğunu hissedene kadar hep tanıdık bir şeyler ile karşılaşacağımı düşünüyordum. Evet, havalimanı küçük köy otogarlarını, bagajımı taşımak için yanımıza gelen yerliler bizim hamalları, pasaportuma bakan memur Antalya havalimanındaki memuru işleyiş olarak andırıyor, ama aslında bambaşka…
Kanalizasyon kenarında yaşam, sağanak altında duş…
İnsanların yaşam mücadelesi alıştığımız, bildiğimiz mücadelelerden çok farklı burada... Kanalizasyonların kenarında yaşıyor olmaları (yemek, uyumak, eşya yıkamak, yıkanmak için) hiçbir şeyi değiştirmiyor onlar için. Sokakta yürürken yanınızdan geçen kişinin selamını almadığınızda ters karşılandığınız sayılı ülkeden biri burası. Türkiye'de özellikle büyük şehirlerde sokakta birine günaydın demeyi düşünmek bile zor...
Bunca yokluğa rağmen hayata karşı garip bir bağlılıkları, belki de kabullenmişlikleri var. Kırk derece güneşin altında, buldukları en ufak gölgede toz toprak olmasına aldırmadan uyumaları, etrafı sel götürürken yağan yağmurun altında duş almaları hala şaşkınlıkla baktığım durumlar ama artık eskisi kadar yadırgamıyorum...
Toplu taşıma henüz yaygınlaşmamış, eğer şanslıysanız şehirde var olan bir veya iki otobüsü ara sıra görüyorsunuz. Taşıma genelde yeşil, minibüse benzer, yanları hava alsın diye baklava şeklinde açılmış, kapı yerleri sökülmüş, muavini sokağa düşmekten koruyan bir tel veya ip gerilmiş, her iki dakikada bir duran soterama denilen araçlar ile yapılıyor.
Bu araçların haricinde ulaşım taksi, bisiklet veya motosiklet ile sağlanabiliyor ancak. Eğer bisiklet veya motosiklet kullanmıyorsanız -özellikle İstanbul’da yaşamış biri için- trafik çok da sorun değil. Ancak erkek, kadın, yaşlı, genç birçok kişinin arabalardan çok daha tehlikeli olduğunu düşündüğüm motosikletleri var. Filmlerde gördüğünüzün ötesinde; bu taşıma araçlarının tümü canlı cansız her şey taşımak için kullanılabiliyor. Kimi zaman koyun keçi, kimi zaman yatak masa, kimi zaman ise anne baba ve iki çocuktan oluşan tüm aileyi motosiklet üzerinde görmek mümkün.
Yağmur bastırdığında tüm motor ve bisikletler, benzin istasyonlarında pompaları korumak için yapılmış sundurmaların altında yağmurun dinmesini beklerken, yer bulamayan veya yetişemeyenler sanki normal havada gidiyorlarmış gibi yollarına devam edebiliyorlar.
Monogami mi, poligami mi?
Ülkenin yüzde 90’ı Müslüman, dört eş ile evlenmek ise yasal… Dolayısı ile nikâhlarda “Monogami mi, poligami mi?” sorusu ile karşılaşmanız çok normal. Genç nüfusun oranı yüksek olmasına rağmen, menenjit, sıtma, AIDS ve pis su kullanımı kaynaklı birçok hastalığın zamanında ve yeterli tedavi edilememesinden dolayı ölüm oranı, doğum oranını dengeliyor. Bir hafta içinde, “amcam, küçük oğlum, babam öldü” cümlelerini rahatlıkla duyabiliyorsunuz ve ne yazık ki hiçbiri mazeret değil, gerçek. Ve ölüm, özellikle birçok modern kültür ile kıyaslandığında daha sakin ve doğal olarak kabul görmekte…
Uluslararası ulaşım biraz zor; Afrika içi uçaklar belli günlerde başkent Bamako’ya uçarken, Paris üzerinden bir tek havayolunun her gün uçuşu bulunmakta. Ocak ayına mahsus olmak üzere, Timbuktu’da düzenlenen Çöl Festivali öncesi ve sonrasında Paris’ten Mopti’ye charter seferleri düzenlenmekte.
Bamako, belki de ülkede bildiğimiz anlamda şehirleşmiş, Nijer nehrinin iki tarafına yayılmış, yolları asfalt, geceleri aydınlık olan tek yerleşimi ve Mali'nin başkenti. Birinde başkanlık sarayı, diğerinde üniversite olan iki tepesine çıkarak, aşağıdan fark edilmeyen yeşilliği ve Nijer Nehri'nin havza havza nasıl ilerlediğini görebilirsiniz.
Hele bir de çamaşırlar yıkanmış ve kurutulmaya bırakılmışsa, nehir kenarındaki her düzlük veya alçak yeşillik alan rengârenk çiçek tarlalarını andırır. Ulusal müzesi ve ülkedeki en büyük turistik pazarı haricinde turiste çok cazip olmadığı için kuzeye gitmeden önceki ilk durak noktası olmanın ötesine geçmez.
Mopti, Mali'nin ana liman kenti ve bugünkü ticari başkenti. Ayrıca Djenne ve Bandiagara'ya olan yakınlığı yüzünden birçok turist kafilesi tarafından merkez olarak tercih edilmekte. Eğer Nijer Nehri'nde yolculuk yapmayacaksanız, günbatımında pinasse denilen ufak kayıklarla nehirde bir tur yapıp, ufak adacıklara kurulmuş olan Bozo Kabilesi'nin (nehir insanları) yerleşimlerini görebilirsiniz. Djenne’den önce Mopti’ye geldiyseniz çamur camiinin bir örneğini önceden görme şansınızda olacaktır.
13. yüzyılda yapılmış olan Djenne Camii ve etrafındaki yerleşimleri şehrin uzun süre Afrika’daki İslam merkezi olarak kalmasını sağlamış. 1830’da yıkılan camii yerine birebir aynısı olduğu söylenen yenisi 1907’de inşa edilmiş ve her çamur camii gibi, yağmur sezonu sonrası tamir görmeye devam ediyor.
Dekoratif gibi gözüken, cephesindeki ahşap destekler aslında çamur briketler arasındaki boşluları doldurmak için tamirler sırasında merdiven gibi kullanılıyor. Hoparlör sistemine geçmeden önce ise her ezan zamanında imamın bu destekleri kullanarak minareye çıktığı söylentiler arasında...
Pazartesi günleri camiinin önündeki geniş alanda kurulan pazarı bizler için çok iç açıcı olmamasına rağmen Mali’nin en hareketli iç pazarı. Fulani’ler yetiştirdikleri meyve sebzelerin, Tuareg’ler tuz ve deri/metal işlerinin, Dogon’lar soğanlarının, ahşap işlerinin ticaretini halen burada yapıyorlar.
Yirminci yüzyıl başlarında, Fransız gezginlerinden biri Badiagara yarını, "Ansızın topraktan fırlarmışçasına çıkıp, ufuk görüntüsünü büyük bir sur gibi kesip, saplanır ovanın çıplak düzlüğüne yar. Avrupalılar istila etmeden önce bölge genelindeki hiçbir güç tarafından ele geçirilemeyen, Dogon kabilesinin mağara dönemi hayatı sürdürdüğü, hem dağ hem de hisar kaya evleri” olarak tanımlamış.
Yerlisinin Bandiagara, günümüz gezgininin ise Dogon eyaleti olarak bildiği bu bölge, 200 kilometrelik yarın üstündeki platolara, dikey yüzeyine ve alt ovaya yayılmış olan Dogon kabilesinin yerleşim bölgesidir. Sayısı bilinmeyen köylerinden sadece ikisini görebildim: Platoda13 ayrı köyün toplanmış olduğu Sangha köyü ve artık yarın eteklerine kaymış olan ufak Banini köyü… Dogonlar genel olarak; ahşap kapıları/maskları, seremonileri, mudcloth denilen (pamuklu kumaş üzerine indigo veya toprak rengi boyalı) örtüleri/yaygıları ve Sirius takımyıldızı ile olan alakaları ile biliniyorlar.
Ana geçim kaynakları; gün boyunca ağaç gölgesinde bekledikleri turistlere verdikleri rehberlik servisi, sattıkları hediyelik eşyalar ve Fransız bir etnograf tarafından kurulmuş olan ufacık baraj/set sayesinde yetiştirebildikleri soğan… Köyler kendi içlerinde Müslüman, Hıristiyan ve animist haneleri olmak üzere ayrılıyor. Kabilenin doğasını anlayabilmek için 4 veya 10 günlük, köylerde konaklayıp, şefin evinin çatısında, yıldızlar altında uyuyabileceğiniz yürüyüş rotaları mevcut.
Örf ve adetleri hala eski günlerdeki gibi kaldığı için mesela; uzatılan eli sıkmamak gibi bir şey söz konusu olamaz. Ayrıca rehberinizin her gördüğü kişi ile 5 ila 15 dakika arası selamlaşmasını yadırgamamalısınız. Afrika genelinde fotoğrafın ruhu çaldığına dair olan inançtan dolayı gittiğiniz her yerde binaların veya çevrenin fotoğrafını çekebilirsiniz ama insanlarınkini ancak izin verirlerse ve büyük ihtimalle para veya hediye karşılığı.
“Her şeyin başladığı ve bittiği yer” olarak geçer Tom Robbins’in bir romanında Timbuktu ve bence doğrudur. Sahra Çölü’nün ortasında bulunan Taoudenni Tuz Madenlerinden çıkan karavanların 36 günlük yolculukları sonrasında, tuzun altın ile aynı değer üzerinden satıldığı zamanlarda, Timbuktu hem ticaret hem de ilim merkezi olarak ülkenin kalbi olmuş. Ama bugün çöl tarafından yutulmaya terk edilmiş, “dünyanın sonundaki şehir” mitleri ile turistleri çeken, Sahra Çölünün mavi insanları Tuareg’lerin şehri. Gündüzleri kumunda, geceleri yıldızında, genelinde sessizliğinde ve insanlarında huzuru yaşatan, hissettiren sayılı yerleşimden biri…
Sözün kısası modern hayatın stresinden, kargaşasından, endişelerinden uzak, naifliğini hala koruyabilmiş bir ülke Mali... Sokaklarda hala herkesin birbiri ile selamlaştığı, yokluğun ve pisliğin içinde yaşayan ama kendi içinde barışık bir toplum...
OFF-ROAD TUTKUNLARI İÇİN TURLAR DÜZENLENİYOR
• Batı Afrika’nın ortasında, Nijer Nehri’nin beslediği, yüzölçümü Türkiye’nin 1,5 katı olan, Nijerya’dan sonra ikinci büyük ülkesidir.
• Resmi dili Fransızca’dır ama birçok yerel lisan konuşulur.
• 1 ABD Doları 525 CFA’dır ve oran son iki sene içinde 10 – 20 CFA haricinde değişmemiştir.
• Gölgede rahatlıkla 45–50 derecelerin görüldüğü Mart-Mayıs ayları haricinde, yağmur sezonu dâhil olmak üzere gezilebilir. Ancak en rahat dolaşılabilen dönemi, yağmur sezonu sonrası, etraf yeşilliğini kaybetmeden Ekim – Ocak ayları arasıdır.
• Asya, Avrupa ve Amerika’dan ulaşımı Paris üzerinden her gün düzenlenen Air France seferleridir. Eğer off-road merakınız var ise; özellikle Cezayir ve Fas’ta başlayan Sahra Çölünü 4 X 4 araçlar ile geçen birçok tur bulabilirsiniz.
BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYİN
• Nehirde pinasse ile yapılan günbatımı gezileri harika oluyor.
• Djenne’de dünyanın en büyük çamur camii mutlaka görülmeli.
• Bandiagara yarında Dogon köylerinde 3–4 günlük yürüyüş, eğer grup olarak gidiyorsanız masklar ve geleneksel kıyafetler ile yaptıkları Dogon seromonisi izlenmeye değer.
• Halen Unesco tarafından koruma altında bulunan Timbuktu’da, Tuareg’lerin misafirperverliğiyle çölde 2 gün geçirmelisiniz (her sene Ocak ayının ikinci hafta sonu düzenlenen Çöl Festivali çok güzel bir zamanlama olabilir.)
• Aslı beyaz olup, renklendirmesi ev avlularındaki kazanlarda yapılan, Afrika kadınlarında gördüğümüz renk cümbüşünün sahibi boubou ların kumaşı pazenlerden (Göze sentetiği bol gözüken ama o görüntüyü sopayla döverek verdikleri, sert, giymesi zor ama rengârenk pamuklu kumaş) mutlaka edinin.
• Farklı kabilelere ait ahşap masklar, abanoz ağacından mala ile oyulan incecik ahşap heykeller, timsah veya yılan derisi cüzdanlar/çantalar, Dogon’ların mudcloth ları, Tuareg’lerin deri işli kutuları/okları/bıçakları yanınızda götürebileceğiniz hatıralar.
Ebru Kefeli