Sözleşmeler Hukuku / 2006 İkinci Bölüm
Başlarken:
Toplumun temel ihtiyacı olan haklar arası dengeleri tesis etmek, hukukun, en başından beri üstlendiği birincil görev olmuştur. Hukukun gözetmen olduğu haklar arası dengenin sağlanması gereği, menfaatler çatışmasının önüne geçme zorunluluğunu doğurur. Zira insanlar arası ilişkilerde menfaatler çatışması olması kaçınılmazdır. İşte hukuk tam bu sırada toplumun yardımına koşar.
Geçmişten bu yana ‘güçlü’ kavramı değişe gelmiştir. İlk çağlarda fiziksel olarak güçlü olanın iktidarından bahsederken şu anki toplum yapısında gücü para olarak tanımlamamız yanlış olmaz. Toplumda menfaatler çatışmasının eşitler arasında olması ve bunun hak kaybı yaratmamasının gerekliliği hukuken korunmakla birlikte hukukun çıkış noktası ve asıl amacı, ‘güçlünün üstünlüğünü kendi lehine ve güçsüz üzerinde kullanmasına izin vermemektir’. İşte bu noktada hukuk, tarafın sosyal statü ve durumuna bakmaksızın, kamunun gücünü haklıdan yana kullanarak kaybedilmiş hakkı sahibine teslim eder. Yüzyıllardır adalet kavramını temsil eden Themis’in gözleri işte bu yüzden kapalıdır.
Hukuk, insanlar arası anlaşma yollarında ilişkilerde sınırlayıcı değil ancak belirleyici olmayı tercih etmiş, genel hatları ile aykırılık olmaması gereken halleri belirterek sözleşmelerin yükümlülüklerini yerine getirmeyenler üzerinde varlığını hissettirmiştir.
Hukukun sözleşme yapacak bireye yüklediği görev; sözleşmeyi, emredici kurallara aykırı olmamak kaydı ile iyi niyetli, dürüst ve gerçek iradelerini açıklar biçimde meydana getirmektir.
Bu yazımızda sözleşmelerin yorumu ve tarafların gerçek irade ve amaçlarının meydana çıkartılmasını ele alacağız.
Sözleşmelerin kurulduğu ve sonuçlarını doğurduğu an:
Sözleşmenin kurulması anı iki yönden ele alınmalıdır. Bunlardan birincisi hazır olanlar yönünden sözleşmenin kurulması, ikincisi ise uzakta bulunanlar yönünden sözleşmenin kurulmasıdır.
Hazır bulunanlar arasında yapılan teklife derhal kabul yanıtı verilmesi gerektiğinden, kabul eden kimsenin teklifi kabul ettiği anda sözleşme kurulmuş olur.
Uzakta bulunanlar arasında sözleşmenin kurulmasında ise kabul haberinin varma anı dikkate alınmalıdır. Diğer bir deyişle sözleşme, kabul haberinin teklifte bulunana ulaştığı anda kurulmuş olur. Ancak örtülü kabul durumunda; yani kabul haberinin açıkça yapılmasının şart olmadığı durumlarda, teklif makul bir sürede reddedilmez ise sözleşme, kabul haberinin teklifte bulunana ulaştığı anda kurulmuş olur.
Sözleşmenin kurulması anı ile sözleşmenin sonuçlarını doğurması anı farklıdır. Bu konuda çok önemli bir ayrım vardır. Şöyle ki; sözleşme şayet hazır bulunanlar arasında yapılıyor ise sonuçlarını, kabul iradesinin açıklandığı anda doğurur. Bu durumda sözleşmenin hazır bulunanlar arasında yapılması halinde sözleşmenin kurulması anı ile sözleşmenin sonuçlarını doğurması anı aynı anda olmaktadır. Ancak sözleşme uzakta bulunanlar arasında yapılıyor ise kabul haberinin gönderildiği anda sözleşme sonuçlarını doğurmuş olur. Açık kabulün gerekli olmadığı durumlarda teklifin karşı tarafa ulaşması ile sözleşme, sonuçlarını doğurmaya başlar.
Sözleşmelerin Yorumu:
Sözleşme kavramını ‘iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun iradelerini açığa vurmaları’ olarak daha önceki yazımızda belirtmiştik. Buna bağlı olarak bir sözleşme kurulurken tarafların sözleşmede kullandıkları bir takım deyimlere ve sözcüklere hangi anlamları yükledikleri değil tarafların ortak ve gerçek amaçlarının önemli olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır.
Bir sözleşme kurulurken açığa vurulan irade beyanlarının birbirine uygun olup olmadığı konusunda şüphe duyulan hallerde yoruma başvurmak kaçınılmaz olur. Borçlar Kanunu 18. maddesine göre bir akdin şekil ve şartlarını tayinde iki tarafın gerek sehven gerek sözleşmedeki gerçek maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların gerçek ve ortak maksatlarını aramak lazımdır. Tarafların gerçek ve ortak amaçlarını aydınlatma görevi hakime aittir. Hakim bu görevini güven ilkesine dayanarak yerine getirir. Güven ilkesi sonucu yorum, irade beyanında bulunan tarafın o beyanı nasıl anladığına ya da dürüstlük kuralları gereğince nasıl anlaması gerektiğine bakılarak yapılmalıdır. Sözleşmelerin yorumunda doğruluk ve dürüstlük ön planda olmalıdır.
Taraflarca kullanılan sözcük ve deyimlerin değerlendirilmesinde şüphe ve anlaşılmayacak bir durum söz konusu değilse irade açıklamalarının yorumu gündeme gelmez. Şayet taraflar iradelerini açığa vurduklarında anlatmak istediklerini tam olarak anlatamamışlar ise ve kullanılan deyim ve sözcüklerin ne anlattığı açıklanamıyorsa bu durumda hakim tarafından tarafların gerçek ve ortak amaçlarının ne olduğunun araştırılması gerekmektedir.
Muvazaa (Danışıklılık):
Taraflar karşılıklı irade ile açıklama arasında bilerek ve isteyerek uygunsuzluk yaratabilirler. Bu durumda danışıklılık söz konusu olur. Danışıklılık (muvazaa) Borçlar Kanunu madde 18’de düzenlenmiştir. Muvazaa esas olarak tarafların üçüncü kişileri aldatmak ve yanıltmak maksadıyla gerçek iradelerine uymayan ve aralarında sonuç meydana getirmeyen bir görünüş yaratmaları durumudur. Diğer bir deyişle görünüşteki açıklamalar ile gerçek amaçların birbirine uymaması halidir. Yargıtay’a göre ise tarafların kastettikleri durumdan başka bir hukuksal ilişkide kendilerini birleşmiş gibi göstermeleridir.
Muvazaa iki şekilde olur: Tarafların akit yapmak gibi bir amaçları olmadığı halde görünüşte akit yapmak üzere irade beyanında bulunmaları veya tarafların yapmak istedikleri sözleşmeyi gizlemek amacıyla başka bir sözleşme yapmak istiyormuş gibi ayrıca bir beyanda bulunmaları.
Bu durumu açıklayacak olursak ortada iki sözleşme bulunmaktadır. Bunlardan ilki görünüşteki sözleşme, diğeri ise gizlenen sözleşmedir.
Görünüşteki sözleşme taraflar için başlangıçtan itibaren geçersizdir. Hiçbir sonuç doğurmaz. Muvazaa sebebi ortadan kalksa bile görünüşteki sözleşme hiçbir zaman geçerli hale gelmez. Ancak gizlenen sözleşme herhangi bir şekle bağlı değil ise geçerli bulunmaktadır. Şayet yapılmak istenen; yani gizlenen sözleşme yasa gereği bir şekle bağlı olmak zorunda ise görünüşteki sözleşme ile gizlenen sözleşme geçersizdir.
Muvazaa hakim tarafından resen göz önünde tutulur. Danışıklı işlemin yaptırımı kesin hükümsüzlüktür.
Kural olarak taraflar danışıklı; yani muvazaalı işlemin geçersizliğini herkese karşı ileri sürebilirler. Üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmamalarının bir önemi yoktur. Ancak iyi niyetli üçüncü kişi yazılı bir borç ikrarına güvenerek alacaklı niteliği kazanmış ise bu kişiye karşı borçlu tarafından muvazaa savı ileri sürülemez.
Danışıklılık nedeniyle geçersizliği ileri süren taraflardan biri genel kural uyarınca ispat yükü altına girer.
Uygulamada muvazaa çoğunlukla sözleşmelerde yapılır. Vasiyetname gibi tek yanlı hukuksal işlemler dışında kamuya yöneltilen irade bildirimlerinde muvazaadan söz etmek mümkün değildir. Örneğin evlat edinme sözleşmelerinde muvazaa mümkün değildir.
Özetlemek gerekirse taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla görünüşte bir işlem yaparlar ve gerçekte kendi iradelerini yansıtan işlemi de bu görünüşteki işlemin arkasına gizlerler. Uygulamada çoğu kez rastlanan bu tür muvazaalı sözleşmelerde üçüncü kişileri aldatma niyetinin varlığı kabul edilir.
Bitirirken…
Hayat hukukun kendisidir, hayatı yaşanır kılabilme adına hukuk ne kadar yaşama hizmet ediyorsa iyiniyet ve dürüstlük de hukuku o kadar işlevsel kılar. Sözleşmesel ilişkilerde de tarafların karşılıklı olarak gösterdikleri iyi niyetli, dürüst irade beyanları; sözleşmenin, her iki tarafın da menfaatlerine azami hizmet etmesini sağlar. Nitekim sözleşmesel ilişkiler kurulurken taraflar arası geleceğe yönelik asıl beklenti de budur.
Seda Akar
Mehmet B. Çalışkan
Hancı & Ortakları Hukuk Bürosu
a-h.lawfirm@sim.net.tr