Ayhan Sicimoğlu öykülü ve şenlikli çalışmasını anlatıyor: “Bu albümü ağır ateşte karıştırarak yaptık”
“İstanbul’da bir köşkteyiz. 1800’lerin ortaları. İmparatorluk güçsüz ama zor bir değişim için çabalıyor. Geçmiş gölgelerin üzerine yeni güneş getirmekte zorlanıyor. Haremlikte büyüyen Ayşe, annesi gibi ud çalmayacak operaya istidadı var. Paşa Babası ile birkaç kez İtalyan Sefareti’ndeki opera konserlerine yalvar yakar katılmış. Paşa’nın en nazlı kızı olmayaymış evlenene kadar köşkten dışarı çıkmasına bile izin verilmezmiş.
Gene böyle bir sefaret davetinde, tüm yürekleri alt üst edecek ‘Tanzimat gibi bir kadın’ giriyor hayatlara. Elana mı? Eleni mi? Tam bir Pera kızı. Piyanonun fildişi tuşlarının okşadığı uzun ince parmakları, hür kızıl saçları, incecik beli, uzun kuğu boynu ve kocaman inci gülüşü ile Eleni.
Haftada üç kez köşke fayton ile gelen Eleni’yi sadece Ayşe beklemiyor. Paşa’nın gümüş bastonu parlatılıyor, gümüş düğmeli ceketler fırçalanıyor, kırçıl sakallar Paris kolonyaları ile ferahlatılıyor.
Chant ve solfege derslerinin imtiyazlı tek seyircisi Paşa, altın varaklı koltuğunda dimdik ayakta otururken gönül yangınını gümüş tepsilerdeki karlı su ve rakı söndürüyor.
Faytoncu Ahmet de atlar gibi huysuz; Pera’ya dönme zamanı yaklaştı… Ayşe’nin billur sesi Boğaz’ın loş serinliğinde yankılanırken Eleni mermer merdivenlerde göründü işte… Kısa bir an da olsa Ahmet’e uzun beyaz ve serin elini teslim edecek.
İstanbul köpeklerinin kovaladığı fayton, karanlıklar içinde şose yoldan kaybolurken kamçılar Paşa, Eleni ve Ahmet’in gönlünde şaklıyor.
1800’lerin İstanbul’unda üç bilinmeyenli çözümsüz sevda denklemleri…” Ayhan Sicimoğlu ile program hazırladığı radyo istasyonundayız… Bir taraftan piyasaya yeni çıkan albümünü dinliyor, diğer taraftan şarkılara ilham veren öyküleri dinliyoruz. Yukarıda okuduğunuz hikaye de bunlardan sadece biri. Ayhan Sicimoğlu kızı Ayşe Sicimoğlu ile Verona’da gittiği bir operada Roma devrinden kalmış devasa bir amfi tiyatroda çok şık hanım efendilerin arasında Verdi ve Puccini’nin ruhlarına büründükleri bir gecede “Pasa Baba”nın melodisinin kaynağını bulduğunu söylüyor.
Pasa Baba albümdeki ilk şarkı... (Paşa Baba’daki “ş” harfi son anda Özkan Uğur tarafından “s”yapılmış) Daha ilk şarkıdan insanı büyüleyen bir albüm zaten... Her bir şarkının nakış gibi işlendiği, ince ince örüldüğü o kadar belli ki… Ayşe Sicimoğlu’nun İtalyanca aryası ve Fahir Atakoğlu’nun alaturka piyanosu ise bizi bambaşka bir zamana götürüveriyor bizleri oracıkta.
Artık söyleşimize başlama zamanı… Fakat konuşacak o kadar çok şey var ki Sicimoğlu ile, hangisinden başlayacağımızı şaşırıyoruz; şarkıların öykülerini mi dinlesek, albümün arkasındaki muhteşem ekibi mi? Üstüne üstlük karşımızda hiperaktif bir insan olduğunu da biliyoruz. Sicimoğlu tam “on parmağında on marifet” denilenlerden…
“Az uyur, çok yaşarım”
“Son zamanlarda albüm dolayısı ile müzik daha öne geçti” diye başlıyor Sicimoğlu söze, son zamanlarda neler yaptığını anlatırken: “Bunun yanı sıra televizyon – radyo programlarım, dergi yazılarım, fotoğraf çalışmalarım, All Star grubu ile yaptığımız çalışmalar devam ediyor.” Bu durumda hemen aklımıza “zaman yönetimi” konusu geliyor ve: “Nasıl yetişebiliyorsunuz hepsine?” diyoruz. “Ben az uyuyup çok çalışanlardanım... Gece kaçta yatarsam yatayım sabah yedide ayakta olurum. Ancak böyle yetişebilirim bu kadar çok şeye zaten” diyor.
Tam da bu sırada “İstanbul pas Constantinapole” çalınıyor kulaklarımıza. Hani şu yıllarca Dario Moreno’dan dinlemeye alışık olduğumuza “matrak” şarkı... “Bu şarkıyı hayata geçirmek istediğimde bir mambo rüyası gördüm. Amik (Pantera) mükemmel bir nefesli düzenlemesi yaptı. Ayşe’ye yalvar yakar söylettik. Bodrum’da güneşli bir günde de bir İstanbul şiiri yazdım Ayşe’ye. Toygun (Sözen) saksafonda İstanbul’un Asya ve Avrupa’sı arasında mekik dokudu. Rodrigo da (Rodriguez) İstanbul tecrübelerini rap’leyince ortaya nefis bir mambo shuffle çıktı.” diyor Sicimoğlu şarkı için. Gerçekten de şarkı -tıpkı İstanbul gibi- bir doğuya götürüyor insanı, bir batıya…
Sohbetimize biraz da ekip hakkında konuşarak devam ediyoruz. Kimler yok ki Sicimoğlu’nun son albümü “Friends&Family”de… Sicimoğlu’nun “Koleksiyoncu Albümü” olarak nitelendirdiği bu çalışma adından anlaşılacağı üzere sanatçının ailesi ve arkadaşları ile yarattığı bir albüm. Kolombiyalı Rodrigo Rodriguez, Kübalı trompetçi Amik Abdel Guerra Ling Long; Perulu Cesar Correa, Fahir Atakoğlu, Aydın Esen, Özkan Uğur, Uğur Yücel, Mirkelam, Ayhan Sicimoğlu’nun kızı soprano Ayşe Sicimoğlu albümün bazı konuklarından...
Albümde Fahir Atakoğlu nefis aranjeleri ve piyanosu ile, dünya çapındaki caz piyanisti Aydın Esen enteresan armonileri ve tekniği ile albüme renk katıyor. Özkan Uğur “Ahi Nama Kaynana”da İspanyolca söylerken, Balık Ayhan ve Ayhan Sicimoğlu düello yapıyor. Rodrigo Rodriguez’in raplerini ve Amik Guerra’nın nefesli aranjelerini, Balık Ayhan ve Ekibi ile Türk Sanat Müziği sanatçısı Nurcan’ı “Samba Batuca”da buluşturan Friends &Family, dinleyicileri Güney Amerika’dan İstanbul’a bir yolculuğa çıkarıyor.
Herkes objektif karşısına!
“Friends&Family”de emeği geçen ünlü sanatçılar sadece müzisyenler ile de sınırlı değil üstelik. Ayhan Sicimoğlu’nun arkadaşları ve ailesi “Friends & Family”nin kapak çekimi için ünlü Fransız moda fotoğrafçısı Andy Julia’nın objektifinin karşısına geçmiş. Bunun yanı sıra albümün 16 sayfalık kitapçığında da Pasa Baba’nın hikayesi Ergün Gündüz’ün çizimleriyle hayat bulmuş. “Friends& Family” albümünün grafik tasarımı Ayşe Çelem’e ait... Bizlere rengarenk bir müzik yelpazesi sunan “Friends& Family” farklı grafik tasarımı ile de bu yılın en çok konuşulacak albümü olacak gibi görünüyor.
“Nasıl bir araya geldi böyle bir ekip?” dediğimizde “Albümde hepsi kendi alanında oldukça ünlü yirmi beş sanatçı ile birlikte çalıştım” diye yanıtlıyor Sicimoğlu: “Bir kısmı tanınmış, bir kısmı da tanınmamış ama kendi alanlarında çok başarılı isimler. Bu albümde herkes bir araya gelip ‘hadi bakalım bir şarkı çıkaralım’ diye bir şey olmadı açıkçası. Müzisyenlerin hepsinin ayrı zamanda fakat birbirini görmeden yaptıkları bir albüm oldu bu. Çok kanallı bir çalışma o yüzden.
Zaten bu tam iki senede ortaya çıkmış bir albüm… Yavaş yavaş, ocağın altını kısarak ağır ateşte yaptık. Şarkılar tam anlamıyla içimize sinene kadar üzerinde çalıştık. Aradan zaman geçti; şarkıları tekrar dinledik, baktık ki bir şey eksik kalmış, onu ekledik ve karıştırmaya devam ettik.”
On bir parçanın yer aldığı albümde rengarenk özgün bestelerin yanı sıra “Istanbul Pas Constantinople”, “Historia de Un Amor”, “Esperare” gibi bilindik parçalar da Ayhan Sicimoğlu ve yirmi beş konuk müzisyenin elinden bambaşka tatlara bürünüyor. Historia de un Amor belki de bunlardan en güzeli.
Sicimoğlu albümün kapağında şöyle anlatıyor bu şarkının öyküsünü: “Hani insanın beynine nereden geldiği bilinmeyen bir melodi yapışır kalır ya, New York metrosundayım. Ürkütücü graffitilerle boyanmış takırtılı Bronx hattı her istasyonda hızla Harlem’e doğru yaklaşırken, inip binen yolcularla vagon yavaş yavaş kararıyor. Hani mezarlıktan geçerken korkudan bir türkü tutturursun ya, New York’da yerin metrelerce altında ölülerin karanlık dehlizleri arasında beynime yapışan melodi ‘Historia de Un Amor’.
Bir Aşk Hikayesi’ni kovalıyorum bir türlü vücudumdan ve o külüstür ‘Subway’ vagonu takırtıları hızında ‘Merengue’ oluveriyor şarkı. O anda –ki hiç dışımdan şarkı söylemediğime yemin ederim- iri memeli ‘Hispanic’ bir ‘Mamacita’ aynı melodiyi kara gözlerini bana dikerek mırıldanmaya başlıyor. Hayatımda çok korktuğum anlardan birisi. İstanbul dönüşü parça yeniden Santa Domingo Adası’nın hızlı ritmi ‘Merengue’ tarzında aranje edildi. Nefeslileri de gönül rahatlığı ile Amik Guerra’ya teslim ettim. Rodrigo ve Banu Kunt vokallerde”
Bu şarkının bir de Türkçe versiyonunu yapmış Sicimoğlu. O da albümün bizlere en güzel “bonus”u oluvermiş. Güncel ve iğneli aslında hepimizin etrafında görmeye çok alışık olduğumuz bir aşk hikâyesini anlatmış Süha Kurultay ve Zeynep Özbilen şarkının sözlerinde, Mirkelam’ın tenor sesiyle de bizlere ulaşmış bize bu neşeli şarkı...
En zoru kızımla çalışmaktı
Ayhan Sicimoğlu albümde Paris’te opera bölümünde okuyan kızı soprano Ayşe Sicimoğlu ile de çalışmış. Albümde yer alan üç şarkıyı billur sesiyle ayrı bir noktaya taşıyor Ayşe Sicimoğlu. “Baba-kız yapılan bu ilk albüm çalışması nasıl bir deneyimdi sizin için?” diyoruz: “Tahmin ettiğimden çok daha zor oldu aslında Ayşe ile çalışmak. Müzik zevklerimiz çok farklı. Benim dediğim herşeye müdahale ediyor. Tartışma çıkıyor. Bir gün en sonunda stüdyoyu terk ettim. Çalışmaya Özkan (Uğur) ile devam ettiler. Bir daha seninle değil Özkan ağabey ile çalışacağım dedi bana.”
Bu arada Özkan Uğur’dan söz etmişken albümde seslendirdiği “Ahi Na Ma Kaynana”dan bahsetmemek olmaz. Sicimoğlu, “Özkan oldum olası İspanyolca şarkı söylemek ister. Özkan’ın İspanyolca şarkı söyleme, benim de Özkan Uğur ile şarkı söyleme rüyalarımız ‘Ahi Na’Ma Kaynana’da gerçekleşti.” diyor. Bu şarkının öyküsü ise şöyle canlanmış sanatçının zihninde: “Uçar kaçar ama çok kabiliyetli, incecik bir İstanbul çocuğunu hikayesi bu. Varsa yoksa dans, müzik ve şarkı. Türkçe popta üstüne yok. Michael Jackson ve Tarkan taklitleri ile çok meşhur. TV programlarının hemen hemen hepsine katılmak için müracaat etmiş. Ancak kızın anasından rahat yok. ‘Kaynana’ devamlı bir şekilde nokta gibi evlilikle bitiriyor her cümleyi…” diye tasvir etmiş bu şarkıya ilham veren karakterin öyküsünü.
Şarkının perde arkasını ise şöyle anlatıyor Sicimoğlu: “Özkan Uğur’u dizi setinden aldım attım stüdyoya. İspanyolca şarkı söylemeye hasta zaten, ilaç gibi geldi bu şarkı. Darbukada Balık Ayhan, Congaz ve Bongos’da ben tahta kılıçlar ile düello yaptık. Balık, şişirdiği gerdan ve yanaklarında parmakları ile öyle nefis bir solo yaptı ki kayda eklemeden yapamadım.”
Aslında daha konuşacak öyle çok şey vardı ki Sicimoğlu ve albüm hakkında ama zaman dar, programı ise başlamak üzereydi. Hem herşeyi anlatmayalım; sizlere de keşfedecek bir şeyler kalsın istedik. En iyisi mi siz biran önce bu albümden edinin deriz. Gerçekten “her derde deva” bir albüm olmuş.