Sonbaharda Gidilecek En Güzel Rota… Medeniyetler Beşiği; Mardin

Nilay Karagülmez Abamor 

Eylül ayında rotama Mardin’i alarak yola çıktım ve her anı dolu dolu üç günümü bu güzel ve kadim şehirde geçirdim. Mardin’e gitmeden önce bu kadar etkileneceğimi, böylesine seveceğimi ve tekrar tekrar gitmek isteyeceğimi söyleseler asla inanmazdım ancak insan gidince öylesine etkileniyor ve büyüleniyor ki şimdi yine yeniden Mardin’e giden tüm dostlarımı gerçekten çok iyi anladığımı söyleyebilirim. 

Mardin siz farkında olmadan bağımlılık yapan bir şehir. Mistik sokakları, yüzyıllar öncesinden kalan nefis minareleri, kıvrımlı yollardan meydana gelmiş labirent gibi sokakları, eski Mardin’in tamamına tepeden hakim olmuş Mardin Kalesi, sarı taşlardan yapılma eski Mezopotamya evleri, farklı kültürden insanların dostluklarını sürdürerek yaşadığı büyüleyici kültürel karışımı, güler yüzlü ve yardımsever halkı, tertemiz caddeleri ve ne tarafa baksanız tarih kokan köşeleri ile beni kendine hayran bıraktı. 

Mardin’e ulaşmak çok kolay. Her gün İstanbul, Ankara, Antalya ve İzmir’den kalkan uçaklar var. Bunların dışında Türkiye’nin belirli büyük şehirlerinden de haftada birkaç gün uçak kalkıyor. Havaalanı şehre çok yakın ve ister Havaş’la ister taksiyle Eski Mardin’e ulaşmanız en fazla 30 dakikanızı alıyor. Benim size tavsiyem Eski Tarihi Mardin’de, 1. Cadde üzerinde bir otelde kalmanız olur. Mardin malum eski taş evleri ile meşhur. Bu eski taş evlere kasır deniyor. Genelde 2-3 katlı olan bu konakları otel olarak kullanılıyor. Eski şehir içinde bu konakların en lüksünden orta hallisine kadar pek çok alternatifini bulabilirsiniz. Konaklar bana göre değil derseniz pek çok otel zincirine ait otelleri yeni şehir tarafında bulabilirsiniz. Benim önerim bütçenize uygun bir seçenek bularak kasırlarda kalmanız olur. Biz bir kasır da kaldık. Kaldığımız otelde İspanyol, Rus, Alman ve daha birçok milletten insan vardı. Mardin’in öyle güzel bir kültür mozaiği var ki dünyanın her yerinden insanın bir şey bulması hem çok kolay hem de çok mümkün. 

Mardin’de evler öyle güzel yapılmış ki, tepeden aşağıya doğru yapılan hiçbir ev bir başkasının manzarasının önüne geçmiyor, gece olduğunda Mezopotamya ovasına doğru baktığınızda sanki bir denize doğru bakıyor gibi hissediyorsunuz ve öylesine derin bir sessizlik ve huzur var ki, gece hiç bitmesin bu sessizlik hiç bozulmasın istiyorsunuz. Evlerin neredeyse tamamının terası var. Terasların birçoğu gündüz café – restaurant olarak kullanılıyor, gece ise bir kısmı belirli saate kadar canlı müzik yapılan yerlere dönüşüyor. Kültürel çeşitlilik müziğe de yansımış durumda. Gittiğiniz mekanlarda asla sıkılmıyorsunuz, müzik size alıp götürüyor. Kendinizi farklı kültürlerden gelen seslere bırakıyor ve değişik müzik aletlerinin çıkardığı sesler ile bambaşka diyarlarda buluyorsunuz. 

Günümüzde büyük bir şehir haline gelen Mardin, Eski Mardin ve Yeni Mardin olarak ikiye ayrılıyor. Yeni Mardin düzenli bir Anadolu şehri gibi görünürken, tarihin dokusunu koruyan Eski Mardin, geçmişten gelen masallar şehri gibi. Eğer Eski Mardin’de kalacaksanız, ki ben mutlaka orada kalmanızı tavsiye ederim. Araba kiralamanıza gerek yok çünkü Eski Mardin’i ancak yürüyerek keşfedebilirsiniz. Biz Mardin gezimize Ulu Camii’yi gezerek başladık. Şehrin en büyük ibadethanesi olan Mardin Ulu Camii, halk arasında Cami-i Kebir olarak da biliniyor. 800 yıldan daha uzun süredir ayakta duran camii, günümüze kadar birçok restorasyon çalışmasından geçmiş. Tarih boyunca çıkan yangınlar ve gerçekleşen depremlerle bir minaresini kaybetmiş ve zarar görmüş camii bu kadar darbeye rağmen hala göz kamaştırmaya devam ediyor. Mimari yapısındaki izler sebebiyle ilk yapılış tarihini Artuklu Devletine kadar gittiği tahmin ediliyor. 

Yüzlerce yıldır İslam medeniyetine ev sahipliği yapan Mardin'de Ulu Camii dışında da çok sayıda tarihi cami bulunuyor. Bu camilerin tamamı taş işçiliğinin güzel örneklerini sunarken, Abdüllatif (Latifiye) Cami, Şehidiye Cami, Hatuniye Medresesi ve Cami eski şehrin en önemli camileri olarak öne çıkıyor. 

Ulu Camii sonrasında tavsiyem hemen ana yolun karşısında bulunan nefis taş merdivenlerden çıkarak Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi’ne gitmeniz yönünde olur. Bu medresenin mimarisi de büyüleyici ve ayrıca tepeden Mardin'in daha harika manzarasını sunuyor. Medreseye özellikle akşam saatlerinde ve güneşin batış zamanına doğru giderseniz, hayatınızda sadece birkaç kere görebileceğiniz güzellikte bir manzara ile karşılaşacağınızdan emin olabilirsiniz. Artuklu Devleti’nin son sultanı olan Melik Necmeddin İsa tarafından 1385 yılında yaptırılan medresenin eski adı, Sultan İsa Medresesi ancak Mardin halkı Zinciriye adını kullanmayı tercih etmiş. 2 katlı eski yapının içerisinde gezilecek yerler arasında türbe, cami ve geniş bir avlu bulunuyor. Geçmişte eğitim verilen dershaneler, günümüze kadar sağlam şekilde ulaşabilmiş ve ses akustiği o kadar güzel ki, hala ilk günkü orijinal halini koruyor. Zinciriye Medresesi’nin merdivenlerinden inerken Mardin Olgunlaşma Enstitüsü’ne girmenizi ve buradaki tarihi yapıyı görmenizi ve enstitünün içindeki eserleri de incelemenizi tavsiye ederim. 

Biz Zinciriye Medresesi sonrasında küçük bir kahve molası verdik. Küçük bir kahve molası dediğime bakmayın Mardin’de kahve içmek ayrı bir sanat, hangi kahveyi içeceğinize kadar vermek ise oldukça zor. 10’dan fazla kahve çeşidinin bulunduğu şehirde, seyahatiniz boyunca hepsini denemenizi öneriyorum. Mardin’de günümüze kadar onlarca farklı medeniyet ve kültür yaşama fırsatı bulduğu için, kahve kültürü de buna paralel olarak gelişmiş. Ben en çok 7 farklı malzemenin karıştırılarak elde edildiği kahveyi çok sevdim. Aslında adı Dibek Kahvesi olarak geçmekle beraber, özel karışım dedikleri bir kahve ve tabii ki içinde neler olduğunu çok da söylemiyorlar ancak içimi oldukça hoş ve mideyi gerçekten çok rahatlatan bir tadı var. 1. Cadde’de sağlı sollu pek çok kahve satan yer var, hangisinden alacağınızı, neyi içeceğinizi şaşırıyorsunuz, en iyisi hepsini deneyin derim. Süryani kahvesi, mırra ve menengiç kahveleri de oldukça güzel. 

Bu arada hazır mola vermekten ve bir şeyler içmekten bahsederken Mardin’e özel Zafaran çayını da mutlaka denemenizi tavsiye ederim. Bu çay da ana madde safran; safran çayı sahip olduğu zengin sarı rengini içinde barındığı krosin ve kimyasal bileşenlerinden; safran çiçeğinin sahip olduğu yoğun antioksidanlardan alıyor. Krosin maddesi güçlü anti kanser etkisi sayesinde kansere neden olan hücrelerle savaştığından virüslere karşı vücudu koruyor. Zafaran çayının ayrıca sindirime destek olduğu, kalp sağlığını desteklediği ve yüksek kan basıncını düşürmeye de yardımcı olduğu söylenenler arasında. Ben tadını çok beğendim ve hatta İstanbul’a dönüşte birkaç kutu aldım, artık bu kış bol bol içeceğim

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)