Size “İyi Yıllar” demeyeceğim...
Aralık, neredeyse bütünüyle bir geceye endekslenmiştir. Batı’nın sevgili Noel’ine dokunmuyoruz, peki bize ne oluyor? Dünya’nın şablonları olur da, biz geri kalır mıyız? O gece için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı! Mutlu yıllar dileriz! Matbu tebrik kartları çuvalla postalanmalı. Bir kartvizit, bir imza tamam. Her mikrofonu eline alan da bunu söylemek zorunda. Kimbilir ya dilekler tutarsa? Malum gece için günler öncesinden bir yemek cinneti başlar. Ramazanın marazi geçmiş takıntısı gibi, yılbaşının da yemek ve içki fetişini aşamıyoruz. Tamam, bu bir tüketim oyunu, sosyal sübap, sanal yenilenme...
O zaman şu oyunun kurallarını bir daha konuşsak mı diyorum. Bu bedensel yemek içki işkencesine, eğlenme stresine kapılmadan alternatif yılbaşılar yaratmalıyız. Bu kadar kitlesel histeri yeter. O sadece bir gece. Diğer 364 tane benzeri gibi. Ve bizim kendi tercihimiz olan duygularımız var. Önce yeni bir bakış oluşmalı: isterseniz “yılbaşı düşüncesine karşı soğukkanlılığını kaybetmeme” trendi diyelim! İlk adım, duygularımızı farketmek olmalı. Ben, dışımda olup bitenlere tepki olarak düşünce yaratmak istemiyorum. Hepimiz farklı ve bağımsız bir varlığız. Herkesin düşünceleri kendisi için gerçektir, asıl gerçek! Herkesin cesareti kadar. İnsan ne hissediyorsa odur. İçinizdeki sesi biraz yükseltebilir misiniz? O sesi inkar etmeyin. O bizden çok çekti. Çünkü, gücümüz ona yettiği için hep ezdik. Ne diyor? Bir yılbaşını yalnız geçirmek mi? Sadece sevdiğiniz insanlarla olmak mı? Yatıp uyumak mı? Loş ışıklı bir odada sevdiğiniz CD’yi dinlemek mi? Hafif bir yemek yiyip sevilen bir dostla geçen yılın hatalarının ve başarılarının nedenlerini tartışmak mı? O zaman izin verin kendinize. Asıl duygularınızı farketmeyi başardıysanız, gelelim şimdi onları yapma cesaretine. İşte burada ödenecek bedeller var. Ne ayıplar, ne anlaşılmamalar sizi bekliyor. Üzerinizde toplumsal şablon kabusları var. Sosyal rolünüzü kendinize rağmen iyi oynamanız beklenir. En basitinden, bir göbek atmayı istememenize bile izin vermezler; kolunuzdan çekiştirilir. Sizin de eğlenmeniz için! Artık yeter. Hayatınıza tecavüz ettirmeyin. Ama unutmayın en büyük düşman içimizde; endişe! Bazen altında ezildiğimiz, bazen arkasına saklandığımız endişelerimiz. Buda’nın 4 gerçeğinden birisini hatırlatırım: “hayat acı çekmektir”. Ama insan doğası acı çekmeyi kabul edemez. Ondan hep kaçmak ister. Kaçmanın bir yolu da içinde yaşadığımız değerlere teslim olmaktır, bilinenin rahatlığına sığınmaktır, başkalarına benzeyerek onaylanmama rizikosunu bertaraf etmektir. O zaman buyrun hindili, göbekli yılbaşına!
Bugünlerde “in” olan bir eğitim, Stephen Covey’in “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı”. Covey’in söylediği şu: Hayatımızda iç ve dış başarılar var. Önce biri, sonra öteki olmak şartıyla. İçimizde halledeceğimiz üç iş var: yaşadığımız ortamın üzerimizdeki etkisiyle kendi gerçeklerimizin farkında olmak, hayatımızın amacının bilincinde olmak ve kendi amacımızı gerçekleştirmek için hayatımızı yönetmek. Dışımızda da yapacaklarımız var: kendi hayatımızla diğer insanların varlığını dengelemek, diğer insanları anlamayı istemek ve insan ilişkilerinin sinerjisini kullanmak.
Ben, yılbaşıları nasıl geçireceğimi Covey’in önerdiği gibi düşünmek istiyorum. Onun için size iyi yıllar demeyeceğim. Çünkü iyi olan bir şey durup dururken gelip sizi bulmaz. Onu istersiniz, elde etmek için çalışırsınız ve belki yakalarsınız. Kolay gelsin!
Ahmet ERYILMAZ