Osman markasının yaratıcısı Sedef Çalarkan: “Ben ‘fikir tasarımcısı’yım”
Markanın yaratıcısı Sedef Çalarkan ise, uzun yıllar moda sektöründeki ünlü markaların yöneticiliğini yapmış bir “marka profesyoneli”… Yurtdışında gördüğü turizm eğitiminin ardından Türkiye’ye dönerek kendine farklı bir yol çizen Çalarkan, uzun yıllar Louis Vuitton, Decoriım, Derin gibi mağazalarda edindiği yöneticilik deneyiminin ardından
kendi markası olan Osman’ı oluşturmuş.
Kitaplardan görmeye alışık olduğumuz Osmanlı padişahlarını teknoloji harikaları ile buluşturan Osman’ın öyküsünü dinlemek üzere bu sayımızda Sedef Çalarkan ile bir araya geldik.
Sedef Çalarkan, Osman markasını oluşturup tasarımları rafları süslemeyi başladığından bu yana çok değil, yaklaşık bir yıl geçti. Çalarkan’ın kariyer öyküsünü dinlediğimizde ise markanın kısa zamanda gösterdiği bu gelişmenin aslında bir tesadüf olmadığını anladık.
İngiltere’deki turizm eğitiminin ardından Türkiye’ye döndüğünde, eğitim gördüğü alanda uzmanlaşmak yerine moda alanında kariyer yapmayı seçen Çalarkan, uzun yıllar Derin, Louis Vuitton, Decorium gibi ünlü markaların bünyesinde çeşitli yöneticilik görevlerinde bulunmuş.
Louis Vuitton’daki görevinin ardından bir süre çalışma hayatına ara vermek zorunda kalan Çalarkan, bu dönemin sonrasında Vizyon Dekorasyon Dergisi için prodüksiyonlar yapmaya başlamış. Çalarkan, bu dergi bünyesinde çalıştığı dönemin kariyerinde bir anlamda dönüm noktası olduğunu, çünkü tasarıma olan yeteneğinin bu dönemde keşfedildiğini söylüyor. İşte Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bir şeyler yapma fikri de tam bu sırada ortaya çıkmış…
“Osman bir gecede ortaya çıktı”
Çalarkan’a Osman markasının alt yapı çalışmalarının ne kadar sürdüğünü sorduğumuzda ise “Hiç!” diye cevap veriyor: “Farklı bir şeyler yapma isteği her zaman aklımda vardı. Hem otantik bir şey olmalıydı, hem de içinde teknolojiyi barındırmalıydı. Ama ne ürünlerin ne olacağı, ne de nasıl bir marka olması gerektiği ile ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Derken bir gece evde otururken ‘Osman’ fikri ortaya çıktı. Osmanlı padişahlarını teknoloji ile buluşturacaktım. Fikir oluştuktan sonra zaten arkası çorap söküğü gibi geldi.”
Çalarkan’ın Osman fikrini ilk paylaştığı kişilerden biri grafik tasarımcısı arkadaşı Kemal Edes olmuş. Fikre çok sıcak bakan Edes de kolları sıvamış ve markanın logosunu, motiflerini tasarlamış kısa sürede. Bunun yanı sıra Osman adında bir marka yaratma fikri ortaya çıkar çıkmaz gözünü yurt dışındaki pazarlara diktiğini söylüyor Çalarkan: “Fikir ortaya çıktıktan sonra hiç vakit kaybetmeden Paris’teki Hazır Giyim Fuarı’na başvurdum. Hatta o sırada daha markanın adının ne olacağı bile kesinleşmemişti. Bir ay içinde markadan koleksiyona her ayrıntıyı tamamladık ve Paris’in yolunu tuttuk.”
Çalarkan, Paris Hazır Giyim Fuarı’nda gördükleri ilginin kendileri için ümit verici olmasından sonra Türkiye’ye dönerek tasarımlarını Decorium mağazalarında satışa çıkarmış. Ardından da Osman’ın kendi mağazaları gelmiş. Bu noktada Çalarkan, öncelikli olarak yurt dışı pazarları hedeflediğini ama Türk piyasasının da kendisi için oldukça önemli olduğunu dile getiriyor: “Türkiye’de Osman’ın gördüğü ilgi tabii ki sevindirici... Ama biliyorum ki bu bir moda ve Türkiye’de bazı şeyler ne yazık ki çok çabuk tükeniyor. O yüzden Türkiye’deki mağazalarımızı bile turistlerin en fazla rağbet ettiği noktalarda açmaya çalışıyorum.”
“Osman’ı sadece kendime mal etmem doğru olmaz”
Çalarkan, projenin her ayrıntısının kendisine ait olduğunu fakat tasarımlar konusunda farklı tasarımcılardan yardım almaya devam edeceğini söylüyor. Çalarkan’a göre bir markayı farklı ve yenilikçi tutmanın tek yolu onu farklı bakış açıları ile buluşturmak…
Kendini bir “fikir tasarımcısı” olarak tanımlayan Çalarkan, gelecek dönemlerde farklı projeler ile de gündemde olacağının sinyallerini veriyor: “Osman kafamdaki fikirlerden sadece bir tanesi… Eminim ki, sadece Osman ile tanınmak bir süre sonra beni tatmin etmemeye başlayacaktır. Evet belki ismimi duyurma fırsatını Osman ile buldum. Ama bundan sonraki süreçte kendimi de en az bu marka kadar tanıtmam gerekiyor. Çünkü diğer projelerim yolda… Sanatçı Teoman için hazırladığım özel bir koleksiyon ve bu yılın sonunda gerçekleşecek kişisel defilem bunlardan bir kaçı…”
“Avrupa’daki iş yapış kültürünü
burada uygulamaya çalışıyorum”
Sedef Çalarkan’a kurumsallaşma aşamasında neler yaşandığını sorduğumuzda Louis Vuitton’da çalıştığı sırada Paris’te geçirdiği bir yılın Osman markasını oluştururken en önemli yol göstericisi olduğunu söylüyor: “Marka kültürü, kurumsallık ve lüks tüketimin gerçek anlamda ne olduğunu o yıllarda öğrendim. Kendi şirketimi kurduğumda da bu öğrendiklerimin bana çok büyük katkısı oldu. Fakat ne yazık ki Türkiye’de çok yanlış bir zihniyet var: O da çalışanların kendilerine her işi yakıştıramaması... Oysa Avrupa’da ‘Bu benim işim değil’ cümlesine iş hayatında yer yoktur. Yeri geldiğinde genel müdür bile sizinle birlikte koli taşır… Bu yüzden çalışanlarımın eğitimlerinde ilk önce bu kültürü aşılamaya dikkat ediyorum. Mutlaka benim kafamda olan insanlar çıkacaktır.”
“Türkiye’de markanın başarısı için gerçekçi olmak gerek"
Sedef Çalarkan, Türkiye koşullarında başarılı bir marka yaratabilmenin öncelikli koşulunun gerçekçi düşünmek olduğunu söylüyor. “Bir kere hiçbir zaman bulutlarda uçmamamız gerek. Başarılı ve kalıcı olmak istiyorsanız yaşadığınız ülkenin şartları ne ise ona göre tasarımlar yapmamız gerekiyor. Bunun yanı sıra bir tasarımın kullanılabilirliği ve çoğaltılabilirliği benim için çok önemli. Modada yaptığınız tasarım insanlar ile buluşmazsa bana göre onun hiçbir anlamı yok.”
Çalarkan, Osman markası ile Osmanlı tarzını biraz daha basitleştirmek ve kullanılabilir hale getirmeyi amaçladığını da sözlerine ekliyor: “Osman, Osmanlı’ya ait öğelerle günümüz trendlerinin bir karışımı diyebiliriz. İnsanların günlük hayatlarının içinde olacak bir marka yaratmaktı hedefim ve tasarımlar da öncelikli olarak gençlerin ihtiyaçlarına göre hazırlanıyor. Bu dönemde kimseden kaftanlarla işe gitmesini bekleyemezsiniz. Ben de herşeyi mümkün olduğu kadar basite indirgemek istedim. Zaten ortada üzerine çok fazla anlam yüklenecek bir şey de yok. Bu da bir moda ve belki birkaç sene sonra unutulmuş olacak…”