Liderlerin dile getirilmeyen gerçekleri

Liderler söz konusu olduğunda, hep üzerinde konuşulan birkaç unsur vardır: karizmatik, stratejik vizyon, mükemmel güdüleyiciler vs… Bana göre ise, üç çok önemli nokta görmezden geliniyor: ‘efsane ve öyküler’, ‘gerçek bir empati kurma ve başkalarını anlama becerisi’ ve ‘kişilere karşı yanlış yapmama’…

Mükemmel liderler hakkında öyküler, efsaneler ve mitler vardır. Bu öyküler tamamen gerçek olabileceği gibi kimileri “bazı gerçekleri” baz alır, kimileri ise hüsnükuruntuların ürünüdür. Ancak ne olursa olsun, aslında pek de fark etmez. Bu öyküler insanları etkiler. Eğer milyar dolarlık bir şirketin CEO’suysanız fark edilmeniz gerekir. Ekibinizi yönetmek için karizmatik olmanız gerekir. (Her ne demekse…) Çalışanlarınız, sizin hakkınızda anlatacakları öyküler olsun ister. Tanınmayan muhasebeciler tarafından yönetilmeyi istemezler. (Tanınmayan muhasebeciler lütfen alınmasın…)

İş gezisinden dönen çalışanlarla dolu bir uçak ormana düşer. 20 idari çalışan, 3 yönetici ve bir lider uçaktan kurtulur. Ancak lider bir anda ortadan kaybolmuştur. “Tipik bir davranış”, “Zaten ne bekliyorduk ki?” diye homurdanan yöneticiler, vakit kaybetmeden çalışanları ekiplere ayırır. Bir şekilde uçakta bulunan işe yarar araç ve bıçakları dağıtır, ağaç ve otları keserek ormanda kendilerine yol açmaya başlarlar.

Bir ara, keskin bir çığlık duyulur: “Durun!” Bu, liderin sesidir.

Yöneticiler etrafa bakar ama lider ortalarda yoktur. Bunun üzerine yöneticiler, ekipleri motive ve teşvik etmeye devam ederler. Bir süre sonra aynı çığlık tekrar duyulur: “Durun!”

Yöneticilerden biri yukarı bakarak, en yüksek ağaçtaki lideri görür. Yöneticiler ağacın dibine giderek dinlemeye başlar. Tam ters yönü gösteren lider, “Tamamen ters yöne gidiyorsunuz” diye seslenmektedir. Yöneticilerden biri, “Susun, niye uğraşıyorsunuz ki?” der: “Ekipler gerçekten de iyi çalışıyor.”

Bir zamanlar BCC One’ın yöneticilerinden olan Michael Grade’in öyküsüne bakalım… Grade günlerden bir gün, haber merkezini ziyaret ederken yeterli çalışan bulunmadığını fark eder. İşe yeni başlamış bir araştırmacı gibi hareket ederek kolları sıvar. Bir gemi enkazı haberiyle ilgili olarak sahil güvenlik çalışanlarıyla görüşür. BBC’dekiler bugün bile hala o günden söz ediyor.

Her zaman önemli olan, büyük jestler değildir.

İş adamı ve mucit James Dyson, çalışanları için mükemmel bir ortam yaratmıştı: para yardımında bulunulan restoranlar… Electrolux, Hoover, Rowenta gibi beyaz eşya devlerini, kendi buluşu olan elektrik süpürgesi ile yenen Dyson’ın bu uygulaması bana anlamlı geliyor ama asıl merak ettiğim, işe yeni başlayanların ilk günlerinde ne yaptığı… Hangi seviyede olursa olsun, ne kadar maaş alırsa alsın işe yeni başlayan her çalışan kendi başına yeni bir temizleyici yapmak ve daha sonra bunu 5 Sterlin’e almak zorunda çünkü…

Dikkate alınmadığını düşündüğüm ikinci özellik saygı, ilgi ve çalışanlara duyulan sevgi ile ilgilidir.

Bir zamanlar çalıştığım büyük ekibin yöneticisi için, kendimizi o ne istese yapacak durumda hissediyorduk. Neden? Çünkü her zaman bize ayıracak zamanı vardı. Ailelerimizi ve bizim için hayatta önemli olan konuları soruyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinde ofislerimiz olduğu için bazen çalışanlarını haftalarca görmediği oluyordu. Yine de, fırsat bulduğu ilk 30 dakikayı çalışanları ile birebir sohbet etmekle geçiriyordu. Daha önce de söylediğim gibi, onun için ölebilirdik.

Dilerseniz bir başka örnekle kıyaslama yapalım… Bir eğitim programında konuşma yapmaya hazırlanan üst düzey yönetici ile, sunumu başlamadan önce sohbet ediyorduk. “Burada çalışanlarımdan kimse var mı?” diye sormuştu bana.

“Sanırım iki” yanıtı vermiştim.

“Oh, öyle mi? Kim onlar?”

Ona, kim olduklarını söylemiştim. Yüzüme boş boş bakmasından, çalışanların kim olduğu hakkında hiçbir fikri olmadığını anladım.

Yönetici, bu çalışanların tam olarak nerede oturduğunu öğrendikten sonra doğruca yanlarına gitti: “Merhaba Annie. Merhaba Rita. Sizi tekrar görmek ne kadar güzel…”

Annie ve Rita’nın yüzü aydınlanmıştı. Kendilerinden on kat daha fazla maaş alan üst düzey bir yöneticinin onları isimleriyle hatırlaması karşısında heyecandan titrer hale gelmişlerdi.

Tüm çalışanlara tam bir saygı anlayışı ile yaklaşmak ve onlara karşı hata yapmamak

Birkaç yıl önce yapılan bir ankette çalışanlara, liderlerinin en çok hangi özelliğine hayran olduğu sorulmuştu. Sonuçlar şaşırtıcıydı; en azından bana göre… Çünkü çalışanların en değer verdiği özellik “dürüstlük” çıkmıştı. İlginç, öyle değil mi?

Bugüne kadar karşı karşıya kaldığım en başarılı liderlerin, o zamanlar benim pek de fark edemediğim şaşırtıcı bir özelliği vardı. Bu özelliğin önemi, daha farklı liderlerle çalıştıkça daha çok su yüzüne çıkıyordu. Sözünü ettiğim nitelik herkese, ama özellikle tüm çalışanlara tam bir saygı anlayışı ile yaklaşmak ve onlara karşı asla hata yapmamak ile ilgiliydi.

İzin verin açıklayayım. Hatta belki de bunu olumsuz bir durumla zihninizde canlandırmak daha kolay olabilir. Kamu hizmetinde çalışan çok çok üst düzey bir yöneticinin, multi-milyon sterlin’lik bilgisayar bölümünün başındaki kişiye laptop’ını fırlatarak, “Ben bu berbat parça ile ne yapabilirim ki? Bana geçen hafta tamir ettiğinizi söylemiştiniz ama hiçbir şey değişmemiş. Alın şunu!” diye bağırdığını hatırlıyorum. (Tabii bu konuşmada geçen küfürleri çıkardığımı bilmenizi isterim…) Yöneticinin yaşadığı gerginliği anlayabiliyorum. Ofisteki pek çok kişi için o bir kahramandı; hiçbir saçmalığı kabullenmeyecek biri…

“Kimseye yanlış yapma. Eğer yaparsan, sana geri döner.”

Oysa birileri bir zamanlar şunu söylemiş: “Kimseye yanlış yapma. Eğer yaparsan, sana geri döner.” İnsanoğlu, diğer canlılardan farklı olarak hata yapmaktan nefret eder. Bu durumu bana, fare ve insanların kullanıldığı bir deneyle anlatmışlardı.

Fare, T şeklinde bir kutuda T’nin altına konur. T’nin sol köşesine ise biraz peynir bırakılır. Peynire giden fare onu yer. Fare fikri anlayana kadar da deney birkaç kez tekrarlanır. Ardından, peynir sağ köşeye konur. İlk önce sol köşeye giden fare, orada peyniri bulamayınca sağa yönelir. Anlamlı ve son derece mantıklı, değil mi?

Gelelim insana… Kişi, peynirin nerede olacağı (sol köşe) fikrini anlayana kadar deney tekrarlanır. Ardından peynir sağ köşeye getirilir. Kişi sağ köşeye yönelir, orada peynir göremeyince oturur. Bekler, bekler ve şöyle düşünmeye başlar: “Birileri bu işi mahvetti, ama o kişi ben değilim…”

İnsanoğlu hatalı olmaktan nefret eder. Bu yüzden, Bilgisayar Bölümü’nün başındaki yöneticinin geri döneceğine eminim: bir gün, bir yerde… Yaşam, pek de sizin tahmin etmediğiniz biçimde gider çünkü…

En iyi liderler bunu yapmaz. Onlar, insanlara karşı hatalı davranmazlar. İnsanların saygınlıkla “kaybetmesi” için onların yolundan çekilir. Onlar için yollar yaratır. Çünkü onlarla tekrar ne zaman karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz. 

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)