Kullanamadığımız beyinlerimiz ipotek altında olabilir mi?


Beyin konusunda tıp kökenli olmayan bir yazar, olan Daniel Goleman’ın “Emotional Intelligence” adlı kitabında okuduklarımı; dünyanın önde gelen zihin ve öğrenme gurularından olan Tony Buzan’ın Ünilever in daveti ile Türkiye’de yaptığı konuşmasını; Zaman Gazetesi yazarlarından Aydoğan Vatandaş’ın “Beynim İpotek Altında”, isimli bir yazısında öne sürülen iddiaları, ve Radikal Değişim Projesi, lideri Erhan Eker’le Türkiye’nin “En Zayıf Halkası” üzerine olan fikir alışverişimizin sonucunda Türkiye’de toplumumuzun neden mutsuz ve umutsuz olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tony Buzan, insanların beyninin sadece yüzde birini kullandığını söylerken, araştırmalar, öğrenmenin ana karnından başlayıp, ölüm anına kadar devam ettiğini gösteriyor. Yani insan beyni neredeyse sonsuz bir öğrenme kapasitesine sahip. Bu da her insanı potansiyel bir dahi kılıyor! Türkiye’nin de böyle bir dönemde beynini iyi kullanan insanlara ihtiyacı yokmu? Bunun cevabı çok açık. Evet var. Fakat beyni iyi kullanabilmek için, ona bilgi yüklemek gerekir. Bilgiyi de hem aile içinde, hem okullarda eğitilerek ve daha sonrada kendimizi bireysel olarak geliştirerek elde edebiliriz. Bilgi sahibi olmadan bir fikir veya düşünce sahibi olamayız. Ama maalesef, ülkemizde bilgi sahibi olmayan insanların vermiş oldukları yanlış kararlar sonucunda pekçok maddi ve manevi sıkıntılarla karşı karşıya kalmakta ve bunlarla yaşamak, son zamanlarda ki intihar olayları göz önüne alındığında, veya yaşamamak seçimini yapmak zorunda kalıyoruz.

İzmir’de işçi olarak çalışan bir kişinin iddiası da kendisine telkin ile beyin tahribatının yapıldığı, elektromanyetik dalgalar yolu ile yeme, içme, gülme, ağlama, rüya görme gibi hareketlerin isteği dışında yaşattırıldığıdır. Bu kişiye göre, insan sinir ve düşünceden ibarettir ve insan beyninin inceliklerini bilenler onun zaaflarından güç elde edebilirler. Bilim adamlarına göre, beyin elektronik bir sistem olarak değerlendirilebilir ve beyne dışarıdan yönlendirilen elektromanyetik dalgalarla müdahale yapılabilmeside mümkündür. Bu teşhis beni şöyle düşündürüyor: Yüzde birini ancak kullanabildiğimiz ve bilim dünyasının bile henüz yüzde yüzünü çözemediği insan beynini birileri etkileyip kontrol mu ediyor? Çok azını kullandığımız ve kontrol edemediğimiz beyinlerimiz Türkiye’nin aslında “en zayıf halkası” değil mi? Toplumsal gelişimimizi engelleyen, bizlerin iyiye gitmesine lokomotif olacak değişimin önünü kesen, sebep bu değil mi?

RADEP’in lideri Erhan Eker’e göre Türkiye’nin en zayıf halkası, yetersiz olan anayasası. RADEP Türkiye başarılı olacaksa, performans odaklı şeffaf bir yönetim sistemine, sağlam bir bürokrasiye, bağımsız bir yargı sistemine, rekabetçi bir ekonomik yapıya, ve (bence belkide en önemli olan) insanlarımızı düşünmeye yönlendirecek bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. İnsanlar düşünmeden var olamayacakları, doğru ile yanlışın farkını ayırt edemeyecekleri için eğitim bugün Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede en önemli meselesidir. Eğitimin de beynin gelişimi ve kullanımı açısından önemi göz önüne alındığında, Türkiye’nin “ en zayıf halkası’nın” aslında, düşünmeleri engellenmiş, ipotekli beyinlerin olduğuna inanıyorum.

Tekrar beynin gizemli gücüne geri dönmek ve sizlerle davranışlarımızı ve düşüncelerimizi nasıl etkilediğini paylaşmak istiyorum. Duygularımız düşüncelerimizi, düşüncelerimiz davranışlarımızı, davranışlarımız inançlarımızı, inançlarımızda toplum içindeki konumumuzu ve dolayısı ile tüm yaşamımızı etkilemektedir. Bu duygular nelerdir ? Kızgınlık, korku, mutluluk, aşk, şaşırmak, iğrenmek, üzülmek. Bu duygularla hergün yaşıyoruz. Beynimizin bu duygusal boyutu dışında, birde rasyonel (akıl sahibi, mantıklı, makul) boyutu var. Burada akıl, düşünmek ve muhakeme etmek ön plana çıkıyor. Bizleri ise hayatlarımız boyunca duygusal/rasyonel ikilemi ile beraber yaşıyoruz. Bu da toplumumuz da aklı ile hareket etmek veya kalbi ile hareket etmek olarak tanımlanıyor. Bir olayın aklımızı doğru veya yanlış olup olmadığını değerlendirmeye çalışırken aklımızı kullanıyor, fakat kalbimizi de dinlemeyi ihmal etmiyoruz. Duygularımız az olduğunda aklımızı kullanırken, yoğun duygular içindeyken de kalbimizi kullanmayı tercih ediyoruz. Duygularımız kanalı ile rasyonel beynimize yüklediğimiz düşünceler, rasyonel tarafın mantık muhakemesinden geçtikden sonra davranışa dönüşmektedir. Birbirlerinden yarı bağımsız olan bu iki boyut, kimyasal ve elektromanyetik devrelerle birbirlerini tamamlayıcı özelliklere sahipdir. Sorun bu denge bozulduğunda ortaya çıkıyor. Doğru eğitim almamış bir birey, yeterli bilgiye sahip olmadığı için rasyonel boyutu ile muhakeme edebilme becerisine sahip olmayacağından, duygusal boyutu ile karar verecek ve hareket edecektir. İşte, Türkiye’de senelerdir neden aynı siyasetçilerin seçildiğine bir bakın. İnsanlarımız eğitim eksiklikleri yüzünden tamamı ile iç güdüsel duyguları ile seçimlerini yapmaktadırlar.

Çok azını kullanabildiğimiz ve en değerli varlığımız olan beyinlerimize, yetersiz, çağ dışı kalmış, belirli ideolojileri aşılamak için hazırlanmış olan bir eğitim sistemi ile, dolaylı olarak ipotek konulmuş ve “düşünme engelli” bir toplum modeli yaratılmıştır. Eğer biz bu modeli değiştirmezsek, Türkiye’de ne devlet yönetiminde, ne özel sektörde, ne de sivil toplumda istediğimiz değişiklikler olmayacaktır.

Ali Midillili
GYİAD Başkanı





Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)