“İşiniz eğitim olunca, keşfetmesi çok keyifli olan uçsuz bucaksız bir okyanus çıkıyor önünüze…”
Üniversitede “Erken Çocukluk Dönemi” ve “Film” olmak üzere çift ana daldan mezun olan, şimdilerde yaptığı çalışmalarla Türkiye’deki eğitim sistemine katkıda bulunmayı hedefleyen, “Hepimiz 0 – 6 yaşın izlerini taşıyoruz. O dönemde ne kazandıysak, yetişkin olarak da bunları yükleniyoruz. Bu nedenle bu dönem çok önemli... Bugün yetiştirdiğimiz çocuklar yarının yöneticileri, anne babaları olacak. Onlarla gelecekte aynı restoranda yemek yiyeceğimizi ya da yan yana masalarda çalışacağımızı unutmamak gerek” diyen Sunal, bizlerle kariyer öyküsünü ve çocuklarda hedeflediği olumlu etkilerin yanı sıra, yetişkinlerde de yaratıcılığı artıran Orff yaklaşımını paylaştı. Kısacası önceleri sadece büyük aktör Kemal Sunal’ın kızı olarak tanınan Ezo Sunal, artık kendi çalışmaları ile söz ettiriyor isminden…
Bundan 10 yıl önce annesinin kurduğu Özel Gül Sunal Anaokulu’na gidip gelirken çocukları çok sevdiğini, onlarla oynarken çok mutlu olduğunu fark eden Ezo Sunal, şimdilerde bu okulda İngilizce eğitimi veriyor, eğitim programları hazırlıyor. “Ben şanslıydım” diyor gülümseyerek: “İlgi alanlarımı erken yaşta fark etme fırsatım oldu, bu yönde de eğitim aldım. Ancak Türkiye’deki eğitim sisteminin böyle olmadığını; çoğu kişinin sevdiği değil kazandığı bölümü okuduğunu biliyorum. Üstelik sistem, henüz ilkokulla birlikte çocukların merak ve soru sorma hevesini köreltiyor. İşte ben yaptığım çalışmalarla, okul öncesi eğitimin öneminin farkında olarak, bu alanda eğitim sistemine katkıda bulunmak istiyorum.”
Sunal, haftanın 3 günü okul öncesi eğitim alan çocuklara İngilizce öğretiyor. (Ancak bakış açısı epey farklı; birazdan okuyacaksınız.) Geri kalan zamanında ise, geçen yıl kurduğu Çocuk Atölyesi’nde ekibiyle birlikte farklı eğitim yaklaşımlarına imza atıyor. Bu yaklaşımlardan biri de; Orff çalışmaları… Çalışmalar sayesinde çocukların özgüven kazandığını, hata yapmaktan korkmamayı öğrendiğini ve yaratıcılıklarının geliştiğini söyleyen Sunal, aynı olumlu etkilerin yetişkinlerde de kendini gösterdiğini ifade ediyor.
Sözü daha fazla uzatmadan öykünün biraz daha başına dönüyor ve teybimizi Sunal’a uzatıyoruz.
ORFF YAKLAŞIMINDA
SONUÇ DEĞİL SÜREÇ ÖNEMLİ…
“Orff Schulwerk”, insanın içinde zaten var olan yaratıcılığı ortaya çıkarmasına ortam hazırlayan, temelinde ritim, hareket ve konuşma olan, insanların içlerinden geldiği gibi müzik yapıp, dans etmesine, doğaçlama yapmasına olarak tanıyan, insana bütünsel sanat alanları kombine ederek öğrenme, keşfetme, deneme ve yaratma ortamı sunan bir eğitim yaklaşımı…
Bu eğitim anlayışında geleneksel çalgı ve dans öğreniminden farklı olarak her seviyede ve yetenekteki kişiler, bir grup içerisinde etkileşimli bir yaratıcılık ve kendini ifade etme süreci yaşıyor.
Orff çalışmalarının içeriğinde, bedenin hareketlerle hazırlanmasından konuşmaların kullanılmasına, konuşmaların ritimlendirilmesinden bu ritimlerin müzik haline getirilmesine ve bütün bu araçların bir dizi yaratıcı sürecin sonucunda oluşan sunumuna (paylaşım) kadar geçen her aşamasında vazgeçilmez olan en önemli şey “oyun”…
Çalışmalarda sayısız müzik ve hareket oyunları kullanılıyor. Bu oyunların ders sürecinde ne zaman ve nasıl kullanılacağı dersin o günkü hedeflerine göre Orff Eğitimcisi tarafından belirleniyor.
Bütün bu ders süreçlerinde beynin duygusal olan sağ bölümü ile bilişsel olan sol tarafı birlikte kullanıldığı için öğrenme süreci de daha hızlı oluyor.
Merak edenler için unutmadan belirtelim: Orff yaklaşımı her yaştaki insan için uygun… Dünyada on sekiz aylık bebeklerden huzur evindeki yaşlılara kadar pek çok farklı yaş grubu ile çalışma örnekleri mevcut…
Çocuk Atölyesi’ni kurmadan önce neler yapıyordunuz?
Ortaöğretimimi Sainte – Pulcherie Fransız Kız Okulu’nda tamamladım. Ardından da lise eğitimi için İngiltere’ye gittim. Zaten her şey de bir anlamda orada başladı; eğitim sistemine hayran kaldım. Öğrenciler kendi ilgi alanlarına uygun dersleri seçip onlardan sınav olarak üniversiteye giriyor. Son derece medeni ve insanı değerli, iyi hissettiren bir sistem kısacası…
Fransız ortaokulundan mezun olduğum için, o dönemde İngilizcem çok kötüydü. Bu yüzden istediğim dersleri seçemedim ama “Madem dil öğrenmeyi seviyorsun, İngilizce istediğin dersleri seçene kadar bir yandan da İspanyolca öğren” tavsiyesinde bulundular. Ben de Bilgisayar, İşletme, Fransızca, Sanat ve İspanyolca dersi aldım İngilizcemi geliştirene kadar… Zaten orada yaşadığım için gelişmesi de kısa sürdü.
Ardından da çok fazla üniversitede bulunmamasına karşın, istediğim bölüme; Erken Çocukluk Dönemi bölümüne girdim.
Nereden geliyordu bu özel ilgi?
Ben şanslı biriyim. Eğer bundan 10 yıl önce Gül Sunal Anaokulu kurulmamış olsaydı, ben bu alana olan ilgimi, sevgimi asla keşfedemezdim. Burası sayesinde çocukları ne kadar sevdiğimi, onlarla ne kadar mutlu olduğumu fark ettim. Bu alanda profesyonelleşmek istediğime karar verdim. Üniversitede de bölümü araştırdım, çok az seçeneğim olduğunu gördüm ama buldum ve ilk tercihim olan üniversiteye de girdim. Bu arada, eleştirmen yetiştiren bir bölüm olan “film” alanında da eğitimimi tamamladım.
Neden ikinci dal olarak film bölümünü tercih ettiniz?
Aslında bu benim kendimi çok iyi tanımamdan kaynaklanıyor. Ben, tek bir işi yaptığımda dikkatimin dağıldığını biliyorum. Farklı alanlarda bir şey yaparken ise daha çok konsantre olabiliyorum. Bunu keşfettikten sonra ikinci bir bölümü seçmenin daha keyifli olacağını hissettim. Film bölümünü seçmiş olmam da tesadüf değil tabii.
Peki, öyküye geri dönersek… Üniversite bitti, sonra?
İstanbul’da uçaktan indim, o akşam uyudum, sabah kalktım ve anaokulumuzda işe başladım. Kısacası hiç vakit kaybetmek istemiyordum. Çünkü lise ve üniversite yılları benim için çok keyifli geçmişti, yorulmamıştım. Okuduğum şeyi hayata geçirmek için sabırsızlanıyordum.
Etrafımdaki herkes buna çok şaşırmıştı; en az bir iki ay tatil yapmamı bekliyorlardı. Çünkü burada eğitim görenler gerçekten çok bunalıyor. İstedikleri değil kazandıkları bölümlere giriyorlar. Üzerlerinde baskı var. Benim üstümde ise hiçbir zaman böyle bir baskı olmadı. Ben öğrendiğim şeylere ve bana kazandırdıklarına baktım, sonuçta hiçbir şey dinlenerek veya zorluk çekmeden elde edilmiyor.
Şu anda Ezo Sunal Çocuk Atölyesi’nde neler yapıyorsunuz?
Anaokulunda birçok aile ile konuşup paylaşırken özel eğitim veren yerlere yönelik ihtiyacı fark edince burayı kurmaya karar verdik. Bu, elbette çok fazla sorumluluk isteyen bir alan… Ben de bu konuda spesifik bir şeyler yapmayı arzu ettim. Atölye’ de “Özel Eğitim”, “Müzik Terapisi”, “Pediatrik Konuşma ve Dil Terapisi” ve “Fizyoterapi” alanlarında hizmet veriyoruz. Gelişimi farklı olan çocuklar ile bireysel terapi seansları ve normal gelişim gösteren çocuklarla “Anne-bebek Müzik” ve “Ailece Müzik” gruplarımızda Orff yaklaşımıyla hazırlanan eğitim programları uyguluyoruz.
Nedir Orff yaklaşımı?
Ben; hareket, konuşma ve ritimden oluşan bir eğitim yaklaşımı olan Orff ile 2005 yaz döneminde Salzburg Mozarteum Üniversitesi’ndeki sertifika programı aracılığıyla tanıştım. Kendimdeki olağanüstü olumlu etkileri gördükten ve birebir yaşadıktan sonra da bu konuyla ilgili bir şeyler yapmak istedim.Atölye’de Salı ve Cumartesi günleri çocuklar, anne- babalarıyla birlikte Orff çalışmalarına katılıyorlar.. Eylülden itibaren 6 aylık bebekler için de gruplarımız olacak
Bir Orff grubunda neler yaşıyor çocuklar?
Kimi zaman müziğe söz yazıyor, kimi zaman enstrümanlarını kendileri yaratıyor. Ama en önemlisi kendini ifade etme yöntemlerini keşfediyor. Herkesin kendini farklı ifade ettiğini bildiğimiz için bu doğrultuda bir ortam hazırlıyoruz.
Örneğin çalışmaya katılmayan bir çocuğa “Haydi gel sen de yap, arkadaşların yapıyor, sen neden katılmıyorsun?” gibi uyarılarda bulunmuyoruz. Çünkü bu uyarılar aslında çocuğu yaralıyor. Bundan sonra kendini hep yetersiz, beklentiye yanıt veremeyen çocuk olarak görüyor. Bu nedenle etiket yapıştırmak doğru değil çocuklara. Hepsinin farklı yetenek ve ilgileri, öğrenme yöntemleri var. Bu nedenle de Orff yaklaşımı çoklu zekaya da büyük hizmet ediyor ve birebir örtüşüyor.
Bu neden önemli peki?
Çünkü çocukların farklı bireyler olduğunu kabul ediyorsunuz. Orff yaklaşımı aslında çocuğu hayata hazırlıyor. Örneğin 3 yaşındaki bir çocuğa “Şimdi bekle, biraz sabırlı ol” dediğinizde hiçbir anlamı yok. Çünkü ona göre sabırlı olmak soyut bir kavramdır, neden beklemesi gerektiğini anlayamaz. Peki, bu kavramları, onları kırmadan nasıl kazandırabiliriz? Orff çalışması sırasında çocuk eline bir müzik aleti alıyor, ona vuruyor. Ses bitene kadar beklemesini istiyorsunuz. Bunun üzerine alete vuruyor, dikkatini topluyor, o sesi dinliyor, bu arada bekliyor. Kısacası bu çok doğal bir biçimde gelişiyor. Üstelik hem ebeveynler hem de çocuklar çok eğleniyor.
Orff yaklaşımı çocuklar ve yetişkinler üzerinde nasıl bir olumlu etki yaratıyor?
Orff çalışmalarının çocuklar ve yetişkinler üzerinde hedeflenen olumlu etkileri çok, fakat benim en çarpıcı olarak gözlemlediğim burada kazanılan becerilerin ve fikirlerin bir yaşayış biçimi haline gelmesi. Okul öncesi dönemde bu çalışmalara katılan çocukları gözlemlediğimizde çok somut bir şekilde olumlu etkileri görülebiliyor. Çocuklar hata yapmanın ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğreniyor, yaratıcılıkları gelişiyor ve kesinlikle yapılandırılmış bir eğitim ortamının içinde olmadıkları için hem çocukların yetenek ve özelliklerini keşfetmek kolaylaşıyor, hem de bu bir grup çalşması olduğu için grubun bir parçası olarak ortaya bir şey çıkarmak, iş birliği yapmak her yaşta kişinin faydalanabileceği ve becerilerini geliştirebileceği bir ortam sunuyor.Tabii sabırlı olmak gerekiyor, süreç ve devamlılık çok önemli.
Ben çocukların yetişkinlerden en büyük farkının deneyim eksikliği olduğuna inanıyorum. Çocuklar hayata geldiklerinden itibaren deneyim eksikliklerini kapatmaya, beceri kazanmaya, kendilerini geliştirmeye çalışıyor. Her şeyi ilk defa görüyor ve yapıyorlar. Bu gerçekten de ürkütücü bir durum. Bununla ilgili olarak, bir kitapta okuduğum çok anlamlı bir cümle var: “Sizin çocuğunuza katlanmaya çalışmanız, onun büyümeye çalışmasından daha kolaydır”. Bu nedenle onlara bu tip ortamlar yaratarak kendilerini daha iyi ifade etmelerini sağlayabiliriz.
Öte yandan Orff’un özgüven üzerindeki etkisi çok büyük. Anaokulunda, Orff çalışmalarına katılan çocukların sağlıklı gelişim gösteren diğer çocuklardan temel bir farkı olduğunu gözlemliyorum: “Kim yapmak ister?” diye sorduğumda, ilk parmak onlardan kalkıyor. Çünkü çocuk kendine güveniyor.. “Yapamasam da, hata yapsam da sorun değil. Katılmak istiyorum” diye düşünüyor. Bu sonucu görmek çok büyük bir mutluluk..
Bu konuyla ilgili bir örnek vermek istiyorum: Hataları ile hiç barışık olmayan ve hata yaptığında kendini çok mutsuz hisseden bir çocuğumuz vardı. Çok mükemmeliyetçiydi. Hata yapmaktan çok korkuyordu. Oysa her şeyin başı hata yapmak... O yüzden o yaşlarda kendileri ve hatalarıyla barışık olmayı öğrenmeleri çok önemli. Bu nedenle her dersin sonunda, ondan yaptığı bir hatayı anlatması istendi. Hatalarını aklında tutup gelip anlatıyordu. Bu çok hoş bir paylaşımdı. Sonuç olarak şu anda aynı çocuk son derece rahat; hata yapıyor, buna gülebiliyor ama hemen tekrar deniyor. Bunu görmek o kadar özel ki. Çocuğun yapısını bozmaya çalışarak değil ama kendi özelliklerinin farkına vadırarak bu sürecin gelişmesine dikkat etmek gerekiyor tabii ki. Çünkü o yaşlarda alışkanlıklar kemikleşmeye başlıyor. Hata yapmaktan korkmamak da yetişkinlik dönemi için çok önemli.
Gelelim yetişkinler üzerindeki etkisine… Her şeyden önce Orff, yaratıcılığı ön plana çıkaran bir grup; ekip çalışması… Çok paslaşmalı olduğu için ekip olarak çalışan kişilerin birbiriyle iletişimi, ve problem çözme yeteneklerinin gelişmesi için çok yararlı. Sadece problem değil, bir konuya farklı bakış açılarıyla yaklaşabilmek ve farklı yöntemler üretebilmek hem özel hayatımızda hem iş hayatında oldukça önemli.
Yine çocuk eğitimine geri dönersek, okul öncesi eğitiminde gözlemlediğiniz ortak hatalar var mı?
Kesinlikle var. Okul öncesi dönemde bale, enstrüman ve dil eğitiminin neye hizmet ettiğini anlayabilmiş değilim ve bu konuda gerçekten çok üzülüyorum. Bir yaşında çocukların özel dil kurslarına gittiğini veya sadece İngilizce eğitim verilen anaokullarına gönderildiklerini görüyorum. Her şeyden önce sorulması gereken bir soru var; İngilizce eğitimini kim veriyor? Her yabancı dil bilen kişi, okul öncesi çocuklara eğitim veremez. Bu konuda çeşitli argümanlara ilişkin çok şey okudum ancak bakış açım çok net: Bana göre çocuğu gereksiz hırslar içine sokmamak ve fazla bilgi yüklememek gerek. Çünkü çocuklar o yaşta kalmıyor. Bunların etkileri büyüyünce yaşanıyor. Bir İngilizce öğretmeni olarak elbette dil eğitimine karşı değilim ama bunun bir mantığı olmalı. Okul öncesi kurumların amacı öğrenmeyi sevdirmek olmalı, bilgi yüklemek değil. Bizim amacımız çocuğu okula hazırlamak, meraklı yapmak, soru sormaya teşvik etmek… Bizim sistemimizde bu zaten ilkokuldan itibaren çok körelecek bir alışkanlık olduğu için okul öncesinde biraz destek vermek ve soru soran çocuklar yetiştirmek gerektiğini düşünüyorum.
Peki, özellikle çalışan anne-babalara çocuk eğitimi konusunda neler öneriyorsunuz?
Çalışan anne babanın aslında düşünüldüğü gibi çocukla az zaman geçirdiklerini ve bunun olumsuz bir durum olduğunu düşünmüyorum. Hatta bir çok örnekte çocukla çok vakit geçirmek yerine kaliteli vakit geçirmenin çok daha etkili olduğu görülüyor. Çocuk, bu sayede okul öncesi eğitimine erken başlayabiliyor. Yürümeye ve kendini ifade etmeye başladığında haftada iki gün 1 er saat okula giderek anaokuluna hazırlanabilir. Çalışan anne-babaların akşamları iş dönüşü 1 saat de olsa başka hiçbir işle uğraşmayarak çocukla oyun oynaması, bütün gün birlikte olup kaliteli zaman geçirememekten daha faydalıdır.
Son olarak gelecekle ilgili hangi hedefler var ajandanızda?
Öncelikli hedefim Orff yaklaşımını mümkün olduğunca ve doğru olarak yaygınlaştırmak. Öte yandan, gelecekte de eğitimi bırakmayacağım kesin. Hem emek vermekten hoşlanıyorum, hem de beni tatmin ediyor. Bu nedenle bu alanda kendimi geliştirebildiğim kadar geliştirmek istiyorum. İşiniz eğitim olunca keşfetmesi çok keyifli olan uçsuz bucaksız bir okyanus var önünüzde…