İş hayatının gerçekleri (1) Pozisyon değil kendin ol...
Berna Büyükutku Boragan
Abdi İbrahim İlaç – İnsan Kaynakları Müdürü
Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok...
Mevlana
Kimi deneyimler okuyarak, kimi deneyimler dinleyerek, kimi deneyimler de yaşanarak ediniliyor. Özellikle hayatımın son 10 yılı içinde yaşayarak edindiğim deneyimlerin okunarak ve dinlenerek başkaları için de deneyim olmasını arzu ettim. Çünkü ileriye gitmek, daha da iyi olmak için “Bugün ne öğrendim?”, “Bu olaydan nasıl bir ders çıkardım?”, “Şimdiki aklım olsaydı farklı ne yapabilirdim?” veya “Hangi farklı yaklaşımları sergileyebilirdim?” gibi soruları öncelikle kendimize sormayı bilmemiz gerektiğine inanıyorum.
Ben bu soruları sıklıkla kendime soruyorum. Sanıyorum sordukça da bulduğum cevaplarla birlikte iş hayatına, işime, kendime, kariyerime ve geleceğe dair bakış açım yeniden şekilleniyor, değişiyor, farklılaşıyor... Bunu da şuradan fark ediyorum: Etrafımda gördüğüm insansız elbiselerden…
Kültürümüzün esprili, zeki ve bir o kadar da eğitici hocası Nasreddin Hoca ne demiş? “Ye kürküm ye”. Dolayısıyla insansız elbiseler gördüğüme şaşırmıyorum artık. Pozisyonu gereği üzerine giydikleri ile bilgelik taslayan, kendi doğrularını tek ve koşulsuz tek doğru olarak savunan ve daha da kötüsü buna canı gönülden inanan kişilerin iş hayatındaki sayılarının gittikçe arttığı ile ilgili bir gözlemim var. Ve üstelik şu anda çok moda olan ve sürekli her çeşit ortamda, her çeşit eğitim platformunda ele alınan kuşak farklılıklarını ifade eden “x kuşağı”, “y kuşağı” konularında da bunu görüyorum.
Yaş ne olursa olsun, kuşak ne olursa olsun bireylerden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu yaklaşım genç kuşağı temsil eden bireylerde sabırsızlık ve biraz da kendini bilmezlikten gelirken, deneyimli bireylerde ise fazla bilmenin getirdiği özgüvenden kaynaklanıyor. Özetle, sonuç değişmiyor: İnsansız elbiseler ortada dolaşıyor.
Geçenlerde yaptığımız bir toplantıda tartışırken, İnsan Kaynakları kimliğinde olan bir sosyal psikolog olarak kendimi şunu savunurken buldum: “Kariyer planlama diye bir şey yoktur. Organizasyon imkan tanımadığı sürece, kişinin kendini göstereceği ve potansiyelini ortaya koyacağı ortamlar yaratılmadığı sürece ve en önemlisi ise kişinin kendisi ve bu durumla ilgili farkındalığı olmadığı sürece kariyer planlama diye bir şey olmaz.” Yalan mı? Bence değil.
İstediğiniz kadar sistemler kurun, prosedürler yazın, kişisel gelişim programları oluşturun, gelişim planlamalar, 360 derece yetkinlik değerlendirmeler yapın, performans yönetim sistemleri ile objektif hedeflere göre kişilerin performanslarını değerlendirin, vs, vs. olmaz. Siz de biliyorsunuz neden olmadığını: “İnsansız elbiseler”.
2009 yılı yapımı, Clint Eastwood’un yönetmenliğini yaptığı “Yenilmezler” (Invictus) filmini bir kez daha seyrettim geçen gün. Nelson Mandela’nın 27 yıllık hapis hayatının üzerine Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanlığına seçildiğinde ırkçılık ve ekonomik nedenlerden dolayı ülkenin yaşamakta olduğu ayrımcılığa son vermek üzere verdiği çabayı izlemek çok etkileyiciydi.
Ülkenin bir bütün olarak hissetmesi için insanların kalplerine hitap eden, ortak aklı ve ortak değerleri ortaya koyan ve bunları yaşatan bir ortam, iklim, kültür ihtiyacı olduğunu bilen Mandela, Güney Afrika Rugby Takımını bu amaç için destekliyor ve takımın 1995 Dünya Kupasında şampiyon olmasını sağlatarak ülke için ortak bir hedef, ortak bir amaç ve ortak bir değer yaratıyor. Her bir bireyin aslında değerli olduğunu, din, dil ve ırk ayrımına girmeden ortak sevinçler ve de üzüntüler yaşanabileceğini, önce insan olarak herkese yaklaşılması gerekliliğini gösteriyor. Dünya tarihindeki sayılı liderlerden biri olan Nelson Mandela; önce kalbe, sonra beyine ve en sonunda da iş gücüne hitap ederek ülkesinde bütünlük sağlamak üzere farklı bir yol deniyor.
Günümüz iş hayatında da buna ne kadar ihtiyaç olduğunu görmezden gelemeyiz. Önce kalp geliyor; çünkü insanız. İçinde bulunduğumuz organizasyonda kim olduğumuzu ve nerede durduğumuzu bilmeye, değerlerimizi korumaya ve değer görülmeye ihtiyacımız var. Üzerimize yapışan unvanlardan ve pozisyonlardan bağımsız olarak algılanmaya ihtiyacımız var ve temsil ettiğimiz masanın gereği yaptığımız işlere de ruhumuzu katmaya ihtiyacımız var. Aksi takdirde “insansız elbiselerden” farkımız kalmaz.
İş hayatının hızla değişen şartları ile birlikte rekabetin getirdiği baskı, liderlerin kazanma hırsları ve ego savaşlarının içerisinde kaybedilen “minik dokunuşların” eksikliği; koca koca şirketleri bir anda ters yüz edebilir, kültürünü kaybeden şirketler kimlik arayışına girebilir ve en üzücüsü de bu olaylar olup biterken ruhu olanlar, kalbinde değerlerini yaşatanlar, beyin güçlerini ortaya koyanlar ezilir gider. Şunu duymak ister: “Her şey iyi olacak çünkü biz bir ekibiz” ama duyamaz çünkü “insansız elbiseler” bunu anlamaz.
Şu anda biz İnsan Kaynakları profesyonellerinin öncelikli olarak üzerinde durduğu ve gündemimizin önemli bir kısmını oluşturan “Yetenek yönetimi” (Talent Management) ve “Çalışan Bağlılığı” (Employee Engagement) konuları da ruh olmadan olmuyor maalesef. Hani sistemleri kurmanın yeterli olmadığını söylerken bunu ifade etmeye çalışıyordum:
1. Doğru ve yetenek diye tanımladığımız adayı şirkete kazandırmakla başlıyor her şey, kurum imajı ve kimliği önemli,
2. İşe alınan kişinin kendini ve değerlerini o kurum içinde bulması gerekiyor, kurum kültürü önemli,
3. Kendisi için o kurum içinde bir gelecek görmesi gerekiyor ki uzun vadeli bir çalışan olsun, karşılıklı duyulan güven ve inanç önemli,
4. Var olan tüm potansiyelini fazlasıyla ortaya koyması bekleniyor, kurum içi yaşanan iklim ve ortam önemli.
5. Ortaya koyduklarının karşılığını aldığına inanması gerekiyor, takdir ve farkındalık önemli.
Olaya bu açıdan baktığımızda; sanıyorum kendimi net olarak ifade edebiliyorum. İnsan faktörünü öncelikli konunuz yapmadığınız sürece kısa vadeli başarılara ve uzun vadeli hüsranlara hazır olmanız gerekir.
William Ernest Henley (1849–1903) “Invictus” şiirinin son iki mısrasında şöyle ifade ediyor: “I am the master of my fate, I am the captain of my soul.” (Kaderimin sahibi, Ruhumun kaptanıyım.)
Dolayısıyla, liderlerin, şirket sahiplerinin, üst düzey yöneticilerin hem kendileri için hem de ekiplerinde ya da firmalarında yer alan çalışma arkadaşları için yukarıda önemli olarak ifade ettiğim 5 maddenin her birine ayrı ayrı önemsenmelidir, yok sayılmamalı veya öncelikleri arasına almamazlık yapmamalıdır.
Kazan kazan ilişkisi ancak böyle yakalanabilir. Üretken ve tutku ile işine sahip çıkan, diğer bir deyişle, kalbini ve beynini aynı anda işine vermiş bireylerin olduğu ortamlarda ne rekabet, ne ticari zorluklar, ne de değişim sancıları yaralayıcı, zorlayıcı ve yıpratıcı olur. Çünkü kurumlar için en tehlikeli olan “insansız elbiselerdir.