İnovatör olmak lider olmanın garantisi midir?
İnovatör olmak lider olmanın garantisi midir?
Lider olmak için innovator olmak şart mı?
Her inovatörlük bir liderlik midir?
İnovasyon olmadan liderlik olmaz mı?
Donald Cooper, MD & Örgütsel Psikolog
Apple’ın Steve Jobs’u, Amazon’un Jeff Bezos’u, eBay’in Pierre Omidyar’ı ve P&G’nin A.G. Lafley’i gibi vizyoner müteşebbislere karşı korkuyla karışık bir saygı duyarız. Bu insanlar, ortalığı kasıp kavuran yeni fikirlerle nasıl ortaya çıkıyor? Eğer bu ustaların zihinlerini okumak ve beyinlerinin çalışma sistemlerini keşfetmek mümkün olsaydı, bizler gibi geride kalanlar, inovasyonun aslında nasıl gerçekleştiği hakkında neler öğrenebilirdi?
İşteki başarının “gizli sırrının” inovasyon yapma yeteneğinde yattığını iyi kavramış üst düzey yöneticilerin odağında, işte bu sorular duruyor. Ancak ne yazık ki çoğumuz, bir insanı diğerinden nelerin daha yaratıcı kıldığına dair çok az şey biliriz.
Başlıktaki sorulara cevap ararken bilhassa inovasyoncu şirketlerde geliştirilen yaratıcı ve çoğunlukla da bozucu olan iş stratejilerinin temelleri üzerindeki örtüyü kaldırmayı amaçlayan 6 yıllık bir çalışma yürüttük. Hedefimiz, inovasyoncu girişimcileri mikroskop altına yatırmak ve kendi şirketlerinin üzerinde yükseldiği fikirlerle nasıl ortaya çıktıklarını incelemekti.
Özellikle de onları diğer üst düzey yöneticiler veya girişimcilerden nelerin ayırdığını öğrenmek istiyorduk: McDonald’s ile bir franchise sözleşmesi imzalayan birisi de girişimci olabilir, ancak ortaya Amazon gibi müthiş bir fikirle çıkmak epeyce farklı yetenekler gerektirir. Bu süreçte 25 inovasyoncu girişimcinin alışkanlıklarını araştırdık ve ayrıca 3 binden fazla üst düzey yönetici ile inovasyoncu şirketler kuran veya yeni ürünler icat eden 500 kişiyle anketler yaptık.
Şirketlerin çoğunda, üst düzey yöneticilerin kendilerini stratejik inovasyonlarla ortaya çıkmak konusunda şahsen hiç sorumlu hissetmediklerini öğrendiğimizde bir hayli şaşırdık. Onlar, onun yerine kendilerini inovasyon sürecine ön ayak olmaktan sorumlu hissediyordu. Araştırmamıza katılanların yüzde15’ini oluşturan ve en inovasyoncu şirketlerin üst düzey yöneticisi olanlar ise tam tersine yaratıcı işleri delege etmiyordu. Onları kendileri yapıyordu.
Ama nasıl yapıyorlar? Araştırmamız bizi, yaratıcı yöneticileri diğerlerinden ayıran beş “keşfetme yeteneği”ni tanımlamaya yönlendirdi: İlişkilendirmek, sorgulamak, gözlemlemek, deney yapmak ve ağlar kurmak. Aynı zamanda CEO da olan inovasyoncu müteşebbislerin, hiçbir inovasyon geçmişi olmayan CEO’lara kıyasla keşfetme etkinliklerine yüzde 50 daha fazla zaman ayırdıklarını bulduk. İşte biz bu becerilerin tümünü birden ortaya çıkarana inovasyoncu DNA’sı diyoruz. Ancak işin iyi tarafı ise bu genlerin, sizde doğuştan olmasa bile onlara kendi kendinize çalışarak sahip olabileceğiniz gerçeği.
Herşeyin anahtarı olan kelime: KEŞİF
İnovasyoncu girişimcilerde, Howard Gardner’ın birden fazla zeka türü teorisinde de ileri sürüldüğü gibi keşfetmeyi, diğer zeka türlerinden ayırt eden yaratıcı zeka denilen bir şeyler vardır. Bu, sağ beyinli olmanın ürünü algılama becerisinin de ötesinde bir yetenektir. İnovasyoncular, yeni fikirler yaratmak için keşfetme becerilerinden birer kaldıraç olarak faydalanırken beyinlerinin her iki tarafını da kullanır.
Bu becerilerin birlikte nasıl çalıştıklarına kafa yorarken DNA örneğinin kullanılmasının faydalı olacağına karar verdik. İlişkilendirmek, tıpkı çift sarmallı bir DNA yapısının bel kemiği gibidir; sorgulama, gözlemleme, deney yapma ve ağlar kurmak gibi diğer dört davranış kalıbı, yeni öngörülerin geliştirilmesine yardımcı olacak şekilde bu bel kemiğinin etrafında kümelenmiştir. Zaten her insanın fiziksel DNA’sı birbirinden farklı olduğundan araştırdığımız her bireyde çığır açıcı iş fikirleri üretmek için hepsinde de birbirinden farklı inovasyoncu DNA’lar olduğunu gördük.
Bir an için sizinle tıpa tıp aynı doğal yeteneklere sahip ve aynı beynin bahşedildiği, kendinizin kopyası gibi bir ikize sahip olduğunuzu düşünün. Her ikinize de yaratıcı bir yeni iş girişimi kurma fikriyle ortaya çıkmanız için bir hafta mühlet verilmiş olsun. Bu bir hafta boyunca sizin yalnız başınıza odanıza kapanıp sonra birtakım fikirlerle ortaya çıktığınızı varsayalım.
İkiziniz ise aksine
(1) aralarında mühendislerin, müzisyenlerin, yatılı kalan dadısının ve tasarımcıların da bulunduğu 10 kişiyle konuşmuş,
(2) ne yaptıklarını görmek için teknoloji odaklı yeni kurulmuş üç şirketi ziyaret etmiş,
(3) “pazara yeni girmiş” beş farklı ürün örneği toplamış,
(4) yaptığı bir prototipi beş ayrı insana göstermiş ve
(5) bu ağlar kurma, gözlemleme ve deney yapma etkinlikleri boyunca her gün kendisine en az 10 kere “Eğer şunu deneseydim ne olurdu” ve “Bunu niçin yapıyorlar” sorularını sormuştu. Siz olsanız kimin daha inovasyoncu ve yapılabilir bir fikirle ortaya çıkacağı üzerine bahse girerdiniz?
Doğumdan hemen sonra birbirlerinden ayrılan tek yumurta ikizleri üzerine yapılan araştırmalar, yaratıcı düşünme yeteneğimizin sadece üçte birini genlerimize borçlu olduğunu gösteriyor; ancak inovasyon yeteneğinin üçte ikisi ise önce bahşedilen bir yeteneğin farkına varmak, sonra onun üzerinde pratik yapmak, deneyler gerçekleştirmek ve nihayetinde yaratma kapasitesinde uzmanlık kazanmak olarak özetlenilebilecek öğrenme sürecinden gelmektedir. Araştırmamızdaki inovasyoncu girişimciler de kendi inovasyon becerilerini tıpkı bu yolu izleyerek kazanmış ve bilemişti.
İlişkisiz soruları kafalarındaki ilişkilendiren adamlar
‘’Yaratıcılık, ilişkisiz şeyler arasında ilişki kurmaktır’’
İlişkilendirme veya başka bir ifadeyle farklı alanlardaki ilişkisiz soruları, sorunları veya fikirleri başarılı bir şekilde pürüzsüzce bağdaştırabilme yeteneği, inovasyoncuların DNA’sında merkezi bir rol oynar. Girişimci Frans Johansson, Medici Ailesi’nin heykeltıraşlar, bilim insanları, şairler, filozoflar, ressamlar ve mimarlar gibi geniş bir yelpazeden farklı insanları Floransa’da bir araya toplayarak ortaya çıkardığı ‘yaratıcı patlama’ya istinaden bu fenomeni “Medici etkisi” olarak tanımlar. Bu insanlar, kendi aralarında güçlü bağlar kurduktan sonra her birinin kendi alanındaki kesişmeler sayesinde yepyeni fikirler doğmuş ve tarihin icatlarla dolu en önemli çağlarından biri olan Rönesans Devri başlamıştı.
İlişkilendirmenin nasıl işe yaradığını anlamak için beynin nasıl çalıştığını anlamak fevkalade önemlidir. Beyin, bilgileri tıpkı bir sözlükmüş gibi kaydetmez, yani “Tiyatro” kelimesini “T” harfinin altında bulamazsınız. Onun yerine “Tiyatro” kelimesini, kendi yaşamımızdaki deneyimlerle bağdaştırarak kaydeder. Bunlardan bazıları mantıksal olabilirken (“Batı Yakası” veya “antrakt”), bazıları ise o kadar da net olmayabilir (lisedeyken yüze göze bulaştırılmış bir performanstan kaynaklanan “endişeli olma hali” gibi). Deneyimlerimiz ve bilgi dağarcığımız ne kadar fazla çeşitlenirse beyin de kavramlar arasında o kadar fazla ilişki kurabilir. Yeni girdiler, yeni ilişkileri tetikler ve bazılarında bu durum yepyeni fikirlere yol açar. Steve Jobs’ın da sık sık gözlemlediği gibi “yaratıcılık, ilişkisiz şeyler arasında ilişki kurmak”tan başka bir şey değildir.