Hayatın İçinden


Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldunuz. Fotoğrafla tanışmanız nasıl oldu?

Boğaziçi Üniversitesi'ne girdiğimde fotoğrafla çoktan tanışmıştım. Okulda ilk işim BÜFOK'a (B.Ü. Fotoğraf Kulübü) yazılmak olmuştu. Kulüpte aktif bir üyeydim. Fotoğrafla tanışmam çok daha eskilere, ilkokul dönemime rastlıyor. 10 yaşında teyzemin bana sünnet hediyesi olarak Diana marka, plastik bir fotoğraf makinesi almasıyla başladı herşey. Delice bir merakın sonucunda, ailemin de memur koşullarında bana büyük fedakarlıklarla olanak sağlamasıyla kısa sürede kendi karanlık odama sahip oldum. O gün bu gündür, fotoğraf hayatıma hakim oldu. Yani neredeyse kendimi bildim bileli fotoğrafın içindeyim.

1988 yılında gerçekleştirdiğiniz “Tanıdık Şeyler” isimli ilk serginiz deneysel fotoğraf çalışmalarından oluşuyordu. Elle renklendirilmiş kağıt negatiflerden oluşan bu fotoğraflar o dönemde izleyici tarafından nasıl değerlendirildi?

İlk solo sergim “Tanıdık Şeyler”, 1988 yılında Refo Fotoğraf Galerisi'nde açılmıştı. O tarihler için, hatta bugün için bile biraz farklı bir görselliği vardı o serinin. Kendi buluşum olan bir teknik kullanmıştım. Siyah-beyaz kağıt negatif baskılar renkli saydam boyalarla, negatif renklerle boyanıp, renkli kağıda kontakt baskı yapılıyordu. Çok yadırgandı. Genel olarak beğenildi, ama sergiyi izleyenlerin çoğu bu işlerin fotoğraftan çok resim olduğunu söylüyordu. Bunu da ben yadırgıyordum zira resim yapma iddiam yoktu. Kendimi bir fotoğrafçı olarak tanımlıyordum. Ancak “Tanıdık Şeyler” serisi, fazlasıyla dekoratif fotoğraflardan oluşuyordu. Herhangi bir tema ya da düşünsel bir arkaplan yoktu. Sadece görüntülerden oluşuyordu. Bunlar; tekniği iyi gösterecek, fazla ayrıntı taşımayan, büyük lekelerden oluşan görünüşlerdi.

İlk sergilerimin aynı şekilde nispeten dekoratif olduğunu düşünüyorum. Bugüne doğru geldikçe, “güzel”den ziyade, ya da yanı sıra, “anlamlı” seriler oluşturmaya gayret ediyorum. Bugün, fotoğraf yoluyla söyleyecek bir sözüm yoksa, tek bir kare fotoğraf çekmem söz konusu değil. Meslek hayatımdan bahsetmiyorum tabii ki.

Deneysel ve kavramsal yönü ağar basan çalışmalar yapmanızda, almış olduğunuz psikoloji eğitiminin bir etkisi var mı?

Psikoloji eğitimi almış olmam sadece fotoğrafçılığımı değil tabii ki bütün yaşamımı etkiledi. Deneysel yöntemler kullanmam, fotoğrafı bir teknik olarak yıllardır her yönüyle bizzat deneyerek, uygulayarak araştırıyor olmamdan kaynaklanıyor. Fotoğraflarla ne söylediğim; yani fotoğrafa ne taşıttığım ise içerikle ilgili bir konu ve bunu aldığım eğitim mutlaka etkiliyor. Ne söylediğimi ve tabii nasıl söylediğimi de. Sanat büyük ölçüde bir algı süreci. Sanatçının hayatı algılayışından başlıyor, izleyicinin eseri algılayışıyla tamamlanıyor. Bu nedenle, izleyiciye ne geçeceğini iyi kestirebilmek gerekiyor. Sanat bir ifade çabası ise, bu ifadenin temiz ve algılanabilir olması için insanın hem kendisini, hem de izleyicisini, mevcut imge sözlüklerini, izleme / okuma alışkanlıklarını iyi bilmesi, bu bilgiyi güncel tutması gerekiyor.

Ayrıca sanat özgürlük demektir. Fotoğrafta, sanatsal üretimimde hiçbir zaman sınır tanımadım. Bu da zaman zaman yadırgandı. Fotoğrafın klasik değerlerine, bir reklam fotoğrafçısı olarak meslek hayatımda tabii ki uyuyorum ama sanat hayatımda kuralları hep kendim koydum. Zira bu benim son derece kişisel, “kendi” ifadem. Neyi, neden, nasıl söyleyeceğime ben karar veririm. Muhatabım da diğer fotoğrafçılar ya da otoriteler değil, izleyicimdir.

Geçen sene Yapı Kredi etkinlikleri bünyesinde gerçekleşen ve Murat Germen’le birlikte ortaklaşa gerçekleştirdiğiniz “Çağdaş Fotoğraf Serileri” söyleşileri nasıl ortaya çıktı?

Sürekli aynı fotoğrafçıların gündeme gelmesinden sıkılmıştık. Murat Germen, Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Dersleri için araştırma yaparken çok sayıda yeni, az bilinen ancak dikkate değer projeler gerçekleştiren fotoğrafçı ile karşılaşıyor. Bu insanları gündeme getirelim istedik. Teklif Murat'tan geldi. Fotoğrafçıları o seçiyor. Bir tür forum gibi gerçekleşiyor oturumlar. Fotoğrafçıyı anlatıyoruz. İşlerinden örnekler gösteriyoruz. Varsa manifestosunu, kendi gerekçelerini ve hakkında yapılan yorumları aktarıp, tamamen tarafsız olarak tartışmaya açıyoruz. Zamanla; fotoğrafçı belli bir sergisinde izleyiciye neyi vaat ediyor ve bunu ne kadar başarıyor gibi bazı kriterlerimiz de oluştu. Oldukça sadık bir izleyici grubu var.

Bir yazışma grubu da oluşturduk (soyle@yahoogroups.com). Aslında, sanata, sanatın işlevine, fotoğrafın olanak ve olanaksızlıklarına dair hemen hersey konusuluyor. Fotoğrafçıyı bunları konuşabilmek için bahane ediyoruz adeta. Belki zaman içinde bir üretime de dönüşebilir. Ama bizim için oldukça anlamlı bir buluşmaya dönüştü. Söyleşilerin artık Fotoğraf Vakfı Girişimi'nde sürdürülmesi de, buranın bağımsız bir fotoğraf mekanı olması bakımından anlamlı.

Seminerlerdeki konulardan biri de “Fotoğrafçının günümüz disiplinler arası ortamındaki konumunu”... Bundan da biraz bahseder misiniz?

Vakfa geçişimiz sırasında bir kopukluk yaşandı. Duyuru sorunları oldu. Biz de sıradaki fotoğrafçıyı bir ay erteleyip, sadece bir kereye mahsus olmak üzere daha genel bir konu hakkında konuşalım istedik. Son yıllarda çağdaş sanatta giderek daha fazla fotoğraf kullanılıyor. Ama, fotoğrafçılardan çok, başka disiplinlerden gelen sanatçılar tarafından. Örneğin resim ya da heykel kökenli sanatçılar, fotoğraf üretiyorlar. Bu eserler, fotoğrafçılık açısından acemilik taşısalar bile galeriler, kuratörler tarafından kabul görürken, fotoğraf kökenli sanatçılar plastik sanatlar dünyasında genel olarak dışlanıyor, ciddiye alınmıyorlar. Bunu tartışmaya açmak istedik. Yani, acaba biz fotoğrafçılar mesleğin ölçüleri ile sanatın ölçülerini karıştırıyor muyuz? Düşünceyi ikinci plana atıp daha çok şekil mi üretiyoruz? Dışlanmamızın haklı gerekçeleri olabilir mi? Bir fotoğraf ne zaman sanat değeri taşır? Bir ressam, bir heykeltraş ya da bir koreograf gibi düşünmeyi başarabilirsek, fotoğraf tekniklerini de daha iyi bildiğimizden, daha başarılı, daha “anlamlı” işler üretebilir miyiz acaba, diye konuştuk. Söyleşiler herkese açık. En sevindirici tarafı, sadece fotoğrafçılar ya da fotoğraf izleyicileri değil, genel olarak sanatla ilgilenen, fotoğrafla özel ilgisi olmayanların da geliyor olması.

Okuyan Us yayınlarından “Gözlere şenlik, akıllara seza! Böyle bir kitap görmediniz” sloganıyla çıkan “Bedava Gergedan” isimli kitabınız nasıl ortaya çıktı?

Bedava Gergedan, toplam 12 yıllık malzeme içeriyor. Kitabın büyük bir bölümü, Hayalet Gemi Dergisi’nde 1995 - 2001 yıllarında “Düşdeğirmeni” başlığı altında yayınlanmış fotoğraflı işler ile, yine yaklaşık aynı yıllarda bir internet dergisi olan Alt.zine'de “Kurşunsuz Asker” başlığı altında yayınlanmış metinlerdir. Yani bir derleme... Birbirinden çok farklı türlerde metinler, çok farklı tarzlarda fotoğraflar var. Ancak fotoğraflara her zaman metinler eşlik ediyor. Hatta kitabın bir bölümünde metinler fotoğrafların yerini alıyor. Ben özellikle Hayalet Gemi'deki işlerimi bir albüm haline getirmeyi çok istedim. Ancak Okuyan Us Yayınevi'nin yöneticilerinden, kendisi de psikiyatr, yazar ve zamanla akıl arkadaşım olan Cem Mumcu, Kurşunsuz Asker metinlerini fark etti ve bir kitap haline getirmeyi önerdi. Sonra diğer malzemeleri de içine kattık. Tabii daha önce hiç yayınlanmamış metinler de vardı. Böylece “Bedava Gergedan” oluştu. Bu kadar paramparça bir malzemeyi biraraya getirmek, sıralamak, bir kitaba dönüştürmek hiç kolay olmadı. Kitabın editörü Hande Şarman'a özellikle teşekkürü borç biliyorum.

Kitabın arka kapağındaki metinde ‘’baştan sona, sondan başa ya da ortadan iki yana okunabilecek bir kitap olarak düşündüm.’’ diyorsunuz. Bunun sizin için özel bir anlamı var mı?

Kitapta en uzun bölüm 4 sayfa sürüyor. Hepsi birbirinden bağımsız, belli bir kronoloji izlemeyen, sadece bir tür duygu şemasına göre sıralanmış parçalar. Bu nedenle, kitabı eline alan istediği yerden okumaya başlayabilir. İstediği yerde bırakabilir. Çok sürprizli, eğlenceli ama yer yer de hüzünlü bir kitap oldu. Yazarlığımı bilmeyenler için (ki daha çok fotoğrafçı olarak tanındığımdan, yazarlığımı bilmeyenlerin sayısı hiç az değil) şaşırtıcı tabii. “Yazarlığa özenmiş bir fotoğrafçı” diye bakılmasından endişeleniyorum biraz. İnsanlar bu tanımları yapmaya, sizi tek bir kalıba sokmaya ve üretiminize de oradan bakmaya ihtiyaç duyuyorlar. Fotoğrafçı kimliğimden bu anlamda kimi zaman zarar gördüğümü söyleyebilirim. Epeydir adımın altına “Fotoğrafçı vs.” yazıyorum.

Gelecekteki projelerinizden de söz eder misiniz?

Son dönemde, fotoğrafın gündelik hayattaki yeri, hatıra fotoğrafları ve fotoğrafın belleği tazeleme, teyit etme işlevi üzerinde çok düşünüyorum. Son İstanbul Sanat Bienali sırasında Kuledibi'nde mahalleli ile birlikte gerçekleştirdiğim, Belmin Söylemez'in de benimle birlikte bir kısa belgesel çektiği “Hayatımın Fotoğrafı” projesi böyle bir çalışmaydı. Orada yaşıyan insanlara, hayatlarında en çok çektirmek istedikleri fotoğrafları karşılıksız olarak çekip armağan ettim. Çok güzel bir süreç yaşadık. Sergilenme şartı da koymadık. Şimdilerde yine böyle birşeyler aklımda dolaşıyor. Sanat değeri olan hatıra fotoğrafları. Ama ortaya nasıl birşey çıkar, ya da çıkmaz bilemem. Ama rahat duramayacağımı biliyorum. 1988'den bu yana boş geçen yılım olmadı.

Gökben Şıkrak
gokbenss@superonline.com

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)