“Hayat tek kariyer için çok uzun” dedi, çalışan kadınlar için moda markası yarattı
Birazdan sizi, bir çocukluk hayaline 49 yaşında yelken açma öyküsü ile baş başa bırakacağız. Farklı sektörleri deneyimleyerek, farklı şirketlerde çalışarak kurumsal hayatın içinde yer alan, ardından kendi işini kurarak dijital eğitim ve içerik yaratımı üzerine yoğunlaşan, sonra da yıllarca kurumsal hayatta giydiği, kendini çok da rahat hissetmediği kıyafetlerden çok sıkıldığını fark ederek Jean and Ginger markasını yaratan Özlem Sökmen’in öyküsü bu. Gündüz çalışırken akşamları İstanbul Moda Akademisi Moda Yönetimi Programı’na devam eden, şimdi koleksiyonu Beymen’de satılan Sökmen, “Hiçbir zaman tek bir işle anılmak istemedim ve bir emeklilik hayali de kurmadım” diyor. Hazırsanız, içinde sürdürülebilirlik ve otantiklik gibi kavramları da barındıran bir yolculuğa çıkıyoruz.
Jean and Ginger’ın hikayesiyle başlayalım. Sizi eğitmen kimliğinizle tanıyoruz; bu ikili kariyer yolculuğu nasıl başladı?
Uzun yıllar farklı sektörleri deneyimleyerek ve farklı şirketlerde çalışarak kurumsal hayatın içinde yer aldım ama hiçbir zaman tek bir yerle, tek bir işle anılmak istemedim ve emeklilik hayali de kurmadım.
Kurumsal hayat sonrası kendi işimi kurduğumda yine bildiğim, sevdiğim ve güvenli limanım olan İnsan Kaynakları’nı seçsem de yine de şimdiye kadar hiç denemediğim dijital eğitim ve içerik yaratımı üzerine yoğunlaşmayı tercih ettim. Günün sonunda bilgi ve deneyim sattığım bir iş yapıyorum yıllardır, Ankaralı memur bir anne babanın kızı olunca haliyle hiç ticaret deneyiminiz olamıyor. Hani bazı insanların annesinin, babasının, dedesinin dükkanında yazın çalışma hikayeleri falan vardır ya, benim böyle bir öyküm yok. Muhtemelen bu sebeple elle tutulan bir ürünü üretmeyi ve satmayı deneyimlemeyi içten içe istemiş olabilirim.
Kalbimin bir tarafı her zaman modadaydı. Senelerdir algı, imaj eğitimleri veriyordum ama marka yaratmak için gereken yol haritasını da bir türlü çizememiştim. İşler, güçler devam ederken 2021’de kendimi sık sık bu konuyu düşünürken bulur oldum. İçten içe bir moda markası yaratmak istediğimi biliyor ama asla cesaret edemiyordum. “Taş yerinde ağırdır” ve “Bildiğin işi yap” cümlesini kendime motto belirlemiştim.
Yine de rahat durmayıp İstanbul Moda Akademisi Moda Yönetimi programına kaydoldum. Gündüz çalışıyor, akşamları da okula gidiyordum. En sonunda bir jean pantolon ve birkaç ceket üreterek yola çıktım. Sonrası nasıl hızla geldi ben bile anlamıyorum. Koleksiyonun büyümesi, Beymen’in koleksiyonu satmak istemesi, hala hayal gibi geliyor bana. Sözün özü, zihnimin “Tasarımcı değilsin, ailende tekstilci yok. Başarman çok zor” gibi yönlendirmelerini 50 yaşıma 1 yıl kala susturmayı başardım ve böylece Jean and Ginger hayatıma girmiş oldu.
Jean and Ginger’ı farklı kılan nedir?
Birçok insana belki sıradan gelebilecek ürünlerin çıkış noktası yıllarca kurumsal hayatta giydiğim, kendimi çok da rahat hissetmediğim ve üstüne üstlük birçok insanın üzerinde de benzerlerini gördüğüm kıyafetlerden çok sıkılmış olmam oldu. Biraz daha renkli, rahat kalıplı, birbiriyle de kombinlenebilen, dolayısıyla dolabı açtığımızda ne giyeceğimize daha çabuk karar verebildiğimiz bir koleksiyon hayal ettim. Pandemiyle birlikte tarzlar da biraz daha rahatladı. Neyse ki artık benim gibi düşünen birçok tasarımcı olduğu için çalışan kadının bu anlamda seçenekleri çoğaldı.
Bir de çok takıntılı olduğum takı meselesi vardı. Çok eskiden beri, Vogue Dergisi’nin efsanevi editörü Anna Wintour’un tarzını beğenir, renkli kristal kolyelerine hep özenirdim. Önce yurtdışında beğenip takip ettiğim markalardan birini Türkiye’ye getirtmeyi, isim hakkını almayı düşündüm. Ardından ülkemizdeki müthiş gümüş ve döküm ustalarına odaklandım ve harika ustalarla tanıştım. Çalıştık, uğraştık, didindik, aylar süren denemeler, yanılmalar ve birçok numune sonrası sonunda istediğim sonuca ulaştık. Ben senelerce siyah ve lacivert giydim. İstedim ki ofiste belki çok renk tercih etmek istemeyen kadınlar takılarıyla renklensinler, ışıldasınlar, kendilerini iyi hissetsinler. Çünkü kristalin kesinlikle böyle bir gücü var.
Bu vesileyle “sürdürülebilirlik” ve “otantiklik” gibi, iş yaşamında da öne çıkan bazı kavramlara değinmek isteriz. Sizin bu konulardaki bakış açınız nasıl?
Senelerdir dünyamızı, duygularımızı ve bütçemizi tüketen hızlı moda anlayışına karşı zamansız ve sürdürülebilir bir moda anlayışını savunmaya çalışıyorum. Benim için emek hakkı kırmızı çizgi bir konu. Tüm ürünler herkesin hakkının hukukunun ödendiği, sahibini iyi tanıdığım, kalbinden, vicdanından emin olduğum geleneksel bir atölyede el emeğiyle dikiliyor. Her bir ceketten en fazla 25 adet üretiyoruz. Yılda dört koleksiyon yapmıyoruz. Bu kıyafetleri satın alan insanlar el emeğini ve ustalığı ödüllendiriyor, ürüne ödenen paralar uzaklarda çocukları büyütüyor.
Sektörde az bilinen bir konu da otantiklik... Evet bir çoğumuz sevdiğimiz insanları takip ediyoruz ama gerçekten de kaçının hayatıyla kendimizi özdeşleştirebiliyoruz? Bir gün Venezuelalı modelimizle bir pantolon çekimi yaptık ve fotoğrafı kendi hikayemde paylaştım. O kadar çok “Biz bu kadar ince ve uzun değiliz, bize yakışmaz bu pantolon” yorumları geldi ki hemen aynı pantolonu giydiğim kendi fotoğrafımı paylaştım ve inanılmaz güzel tepkiler aldım. Koleksiyonumu kendi yaş grubum da giysin istiyorum. O anlamda da sosyal medyada benim görüntümü kullanmak fikrine başta çok itiraz etmiş olsam da şimdi çok da mantıksız gelmiyor. Ceketler benim tarzımın kendimi bildim bileli vazgeçilmez bir parçası. Bu sebeple benim ceketli bir fotoğrafım beni tanıyan kimseye tuhaf gelmiyor zaten.
Personal Best bünyesinde de eğitimler veriyor, koçluk ve mentorluk yapıyorsunuz. Uzun zamandır imaj eğitimi veriyorsunuz. Kurumsal hayatın içinde olan okurlarımıza bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bunca yıl insanların kariyer yolculuklarına eşlik ederken en çok yeni mezunların ve kadınların zorlandığına şahit olmuş ve Personal Best’i de onlara destek olmak niyetimle kurmuştum. Yeni mezun, MT ve oryantasyon gruplarında “Profesyonel hayatta kişisel imaj” içerikleri veriyorum. Yine en çok inandığım konulardan biri olan tersine mentorluk konusunda danışmanlık veriyorum. Z jenerasyonu özel ilgi alanım.
Bu konuda çıkan makaleleri, araştırmaları düzenli olarak takip ediyorum. Kariyerimin başlarında topluluk önünde konuşamayan bir kişi olarak özellikle topluluk önünde konuşma ve sunum benim çok hassas olduğum bir konu. Konuşamadığımın farkında olduğum için de devamlı geliştirme peşindeydim. Okuyor, eğitimler alıyor ve her fırsatta sunum yaparak kendimi geliştirmeye çalışıyordum ancak benim bu konudaki gelişimim iki önemli kişi ve yaşadığım deneyim sayesinde oldu: Prenses Diana’nın bir gün BBC’ye çıkıp evliliklerini üç kişi yaşadıklarını itiraf ettiği o meşhur konuşmasını mutlaka hatırlarsınız. O gün şok olmuştum. Normalde çok utangaç olan bu kadın nasıl olmuştu da böyle konuşabilmişti? Kendisinin mutlaka bir koçu ya da mentoru olmalıydı. Araştırdım. Prenses Diana, “Master of Charisma” diye bilinen Richard Greene’den konuşma konusunda koçluk almıştı. Kendisi aynı zamanda Dalai Lama’nın ve birçok ülke başkanının da konuşma koçuydu.
Acaba ben de kendisinden eğitim alabilir miydim diye düşünüp kendisine mesaj attım. Bir ay sonra kendisi bana döndü, telefonda konuştuk ve eğitim almak istiyorsam şirketinin ve faaliyetlerinin büyük çoğunluğunun Amerika’da olduğunu ve Amerika’ya gelirsem beni sınıflardan birine dahil edebileceğini söyledi. Şimdilik gelme ihtimalimin olmadığını söyleyerek kendisine bana geri dönüş yapma nezaketinden dolayı teşekkür ettim. Telefonu kapatacakken mucizevi bir şey oldu ve bana doğum günümün ne zaman olduğunu sordu.
O günü kendisine ayırmamı ve bana doğum günü hediyesi olarak Skype üzerinden mini bir eğitim vermek istediğini söyledi. Özetle Richard Greene’den böylece eğitim almış oldum. Eğitimlerimde de kendisinden tüm öğrendiklerimi aktarıyorum. Ve bu vesileyle de belki zaman zaman cüret etmenin hiç de fena bir şey olmadığını düşünebiliriz. "Richard kim ben kim?" diyerek kendimi limitlemiş olsaydım asla böyle güzel bir tecrübe edinemezdim.
Ek olarak kurumların youtube kanalları için öğretici videolar çekiyorum. Birinin prodüksiyonu bana ait olmak üzere 3 e-learning eğitimim var. Her ay da mutlaka bir üniversite kulübüyle ücretsiz etkinlik düzenliyor ve gençlere hayat amacı bulma, özgeçmiş hazırlama, mülakat tavsiyeleri veriyorum. Kurumsal hayatın içindeki okurlarımıza da bir iki şey söylemek isterim: Jean and Ginger, bir çocukluk hayali üzerine 49 yaşında yola çıkma hikayesi...
Küçükken yapmaktan keyif aldığımız konuların güçlü yanlarımızla ilişkisi olduğuna inananlardanım. Ne yazık ki hayat ve bence eğitim sistemimiz çocukluk hayallerimizi, yeteneklerimizi ve güçlü alanlarımızı unutturmak için programlanmış adeta. Hayat tek bir kariyer için uzun aslında. Bize para kaynağı olan ana işimizin desteğiyle küçük de olsa ruhumuzu besleyebilecek alternatif bir iş yaparak kendimizi mutlu ve tatmin olmuş hissedebiliriz. Bu röportajı okurken insanların çocukluk hayallerini düşünmelerini isterim.
Ve son olarak: Ceket tasarımında kullandığımız numunelerin nasıl değerlendirilebileceğini düşünürken bir fikir geliştirdik. Koleksiyon hazırlama aşamasında dikilen tüm numune ceketler İhtiyaç Haritası aracılığıyla ÇYDD bursu ile eğitim alan, iş dünyasına adım atmaya hazırlanan genç kızlarımıza teslim ediliyor. Bu vesileyle, iş dünyasına da yaptıkları her faaliyette toplumsal bir fayda yaratmayı düşünme çağrısında bulunuyorum.
Haberi pdf olarak okumak için görsele tıklayın.