Edip İlkbahar


Hillside City Club ile başlayan işletme zinciriniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

Hillside Etiler’in içinde Pasha’yı, daha sonra yazlık Pasha Kuruçeşme’yi kurduk. İstanbul işletmelerimiz karlılık açısından belli bir noktaya ulaştığında turizme yöneldik ve daha önce Almanlar’la işlettiğimiz Fethiye’deki tatil köyünün işletmesini Hillside Beach Club adıyla başlattık. Parliament Cinema Club sinema salonu zincirlerini açtık ve son olarak Büyükçekmece’de Hillside 2000 devreye girdi. Çok yakında başka yeni projelerimizi hayata geçirmeyi düşünüyoruz.

Bütün bu isimler eğlence sektöründe önde gelen işletmeler. Size göre bu başarının arkasındaki sır nedir?

Eğlence sektöründe başarıyı yaratan faktörler diğer sektörlerden pek farklı değil. Her işte başarı için çok iyi bir analitik yapı ve duyarlılık gerekiyor. Karşınıza çıkan olaylara bunları kullanarak yaklaştıktan sonra doğru yönetim tekniklerini kullanmak gerekli. İçinde bulunduğumuz on yılda kendini ispat etmiş modern yönetim teknikleri var. Biz de işletmelerimizde mümkün olduğu kadar bu teknikleri kullanmaya çalışıyoruz. Dünyayı, yeni trendleri izliyoruz. İnsan psikolojisine büyük bir duyarlılığımız var. Bilhassa eğlence sektöründeki asıl fark buradan ileri geliyor. O duyarlılık, yani insan psikolojisini çok iyi anlamak, onu sindirmiş olmak özellikle bu sektörde çok önemli. Ama bunun yanında her sektörde başarının anahtarları aynı; geniş bir analiz kabiliyeti, katılımcı yönetim, doğru insanları bulmak, o insanları doğru şekilde yönlendirmek ve mutlaka yetkilendirmek. Bunlardan başka insanları doğru şekilde motive etmek ve bir hayalin peşine doğru sürükleyebilmek. Yani konseptin son halini düşünüp hedefleri iyi belirleyip, onlara doğru insanları yönlendirebilmek. Çalışanların kendi işlerinin patronu olmalarını sağlayıp işin sonuçlarını kontrole değil, kendini ibraya ve bu ibranın sonuçlarını değerlendirmeye dayalı bir denetim kurabilmek. İş yapış şekilleriyle ilgili olarak da alışkanlıklarla sınırlı kalmamak, sorgulayıcı olup, olaylara yeni bakış açılarıyla bakabilmek. Zannediyorum ki, bunları yaptıktan sonra başarıya ulaşmak için herhangi bir sorun kalmıyor.

Sizce bir liderin sahip olması gereken özellikler nelerdir?

Dediğim gibi, lider ilk önce çok iyi vizyon sahibi olabilmeli. Bir konsepte doğru ekibe heyecan verebilmeli. Kendi duyduğu heyecanı etrafındakilere hissettirebilmeli. Liderlik konusunda da duyarlılık çok önemli. Sadece analitik olmak yetmiyor, o duyarlılığa sahip olmak, hem müşteri, hem çalışanlar yani iç ve dış müşteriye aynı duyarlılıkla yaklaşıp amaca yönelmek gerekiyor. Aynı zamanda lider, bir yunus gibi denizi yararak hedefe doğru ilerleyebilmeli. Yani engelleri tek tek aşma, hatta aşamadığı zaman bunları aşacağı inancına sahip olma liderliğin en önemli özelliklerinden biri. Ayrıca sorunlara doğru şekilde yaklaşma, yani sorunun önemine göre gereken zamanı ve önemi vermek, dediğim gibi insanlara heyecan aşılayabilmek, hayal edebilmek, sadece gerekeni değil, gerekenin üzerindekileri yapabilmek liderliğin en önemli özelliklerinden sayılabilir. Lider aynı zamanda altındakilerin gelişmelerine, eğitimine büyük önem vermeli. Onların bir hatayı iki kere yapmamalarını sağlamak için gerektiğinde fazla zaman harcamayı göze almalı. Ve bütün bu söylediklerime ek olarak lider, tüm personel için iyi bir örnek olmalı.

İşletmelerinizde toplam kalite yönetimi ve insan kaynakları başlıkları altında değerlendirilebilecek ne gibi uygulamalar yapılıyor? Bazı örnekler verebilir misiniz?

Uygulamadan önce biz insanları seviyoruz ve gerçekten saygı duyuyoruz. Biraz önceki liderlik özelliklerini sayarken belki bunu da saymak gerekiyordu. Bir liderde mutlaka bulunması gereken bir vasıf bu. Bunu yaptıktan sonra ve personelimize de hissettirdikten sonra çağdaş yönetim tekniklerinin taşıdığı felsefelerle yeni tekniklerimizi yarattık. Özellikle turizmde çok istisnai olduğunu düşündüğümüz uygulamalarımız var. Ayrıca, iç müşteri dediğimiz personelimize büyük bir önem veriyoruz. Onların global olarak iş ortamlarında, hatta özel hayatlarında mutlu olmaları için elimizden geleni yapıyoruz. Onlarla bütünleşiyoruz. Biz her zaman şuna inandık ve ilk önce şunu personelimize anlattık: Mutlu personel müşteriyi mutlu eder, mutlu müşteri şirketi mutlu eder çünkü şirketin amacı kar ve de müşteri mutlu olursa bunun kar açısından ne anlama geldiği belli mutlu şirket de personelin mutlu olmasını sağlayabilir. Buna devamlı bir mutluluk döngüsü diyebiliriz. Hemen hemen bütün personelimiz bu konuya vakıf. Bunun yanında, kalite yarışmalarımız var. Sadece kitabi olarak Toplam Kalite’nin gerektirdiği boyutları yerine getirmek için değil, her açıdan yaptığımız analizler sonucunda en doğru motivasyonları bulmaya çalıştık. Kalite konusunu personelimize anlattık, bunun heyecanını taşımalarını sağladık. Müşteri odaklı yönetime çok inanıyoruz. Adeta müşterinin beyninden geçenleri sağıyoruz. Bunun için onları sıkmadan çok sistematik bir anket ve izleme metodumuz var. Dolayısıyla, özellikle sahip olduğumuz ürünler insan psikolojisine dayalı ürünler olduğu için, bunu çok dikkatlice yapıyor ve buna göre ürünlerimizi şekillendiriyoruz. Anketler yapıyoruz. Bu anketler sonucunda departmanlar kendi başarılarını ölçülebilir olarak görebiliyorlar. Departmanlar için hedefler veriyoruz. Örnek olarak; Hillside Beach Club’ta, kantinde “Geçen haftanın sonuçlarına göre biz kalite hedefini 4 puan aştık, siz geçen hafta 2 puan aşmıştınız” gibi konuşmalar olabiliyor. Bu çok önemli. Bütün personel bu heyecanı taşıyor. Ayrıca personele belli aralıklarla aynen müşteriye uyguladığımız gibi anketler gerçekleştiriyoruz. Böylece onlara maddi, manevi tüm konularda memnuniyetlerini soruyoruz. Sonuçları bir önem sırasına göre diziyor, ilk önce en çok tatmin olmadıkları noktalara konsantre oluyoruz ve mutlaka önlemlerini alıp onların sorunlarına duyarlı olduğumuzu, gerçekten sorunlarını çözmek için bu anketleri yaptığımızı göstermeye çalışıyoruz. Çok kısa sürede sorunlar üzerine eğilerek onların inancını, güvenini kazanıyor ve gerçekten düzeltiyoruz. Her sene hem iç müşteri, hem dış müşteri tatminimizi daha ileriye götürüyoruz. Bunun yanında personelin önerilerini toplayan ve hem hizmetin, hem iş yapış şekillerinin gelişmesinde büyük faydasını gördüğümüz öneri sistemlerimiz var.

İş hayatınızda karşınıza çıkan karmaşık sorunlara nasıl tepki veriyorsunuz?

Ayırmam gereken vakit ve enerjiyi belirliyebilmek için önce o sorunun önemini irdeliyorum, sonra mümkün olduğu kadar analitik davranıp onları çözüyorum. Eskiden bu dengeyi o kadar iyi kuramıyordum. Basit bir soruna gereğinden fazla zaman ayırdığım veya bir sorunu çözülmesi için gereken sürenin çok üstünde bir zamanda çözdüğüm oluyordu. Şimdi ise her sorunu biraz daha sakin ele alıp hemen analiz edip çözme aşamasına geçiyorum.

Bir röportajınızda dolu dolu yaşamaktan bahsediyorsunuz. Dolu dolu bir yaşam sürmek ne anlama geliyor sizce? Bu dolu dolu yaşamın içinde işin ve özel yaşamın yeri nedir?

İnsanlar hayatlarını hep birşeylere daha fazla konsantre olarak geçirme çabasında; ya çok eğlenirim, ya çok çalışırım, ya çok okurum, ya entellektüel olurum, ya duyarlı olurum, ya romantik olurum, ya realist olurum, v.s. Ben bu “ya”lara katılmıyorum, daha doğrusu bunlardan birini seçmenin diğerlerini yapmaya engel olduğuna inanmıyorum. Dolu dolu yaşamak insanın bir denge içinde, ama istediği her şeyi yaşayabilmesi demek, vakitsizliğe sığınmamak demek. Zaman zaman ben de vakitsizlikten yakınıyorum, ama bana vakit kazandırıcı önlemler almaya, vakti satın almaya çalışarak bunun çaresini de buluyorum. Gerek iş hayatında, gerek özel hayatta satın alabileceğiniz önemli bir zaman dilimi var. O vakitleri kullanarak hem daha verimli çalışıyorum, hem de özel hayatıma daha çok zaman ayırabiliyorum. Hayata bu felsefeyle bakmaya başladıktan sonra hem daha çok spor yapmaya, hem daha çok okumaya başladım. Hiçbir şeyi belki istediğim kadar çok yapamıyorum, sonuçta insanın sabit bir vakti var; ama yine de çok yönlü yaşamaya özen gösteriyorum, bir tür denge sağlıyorum. Bunun yanında insanın yaşamında dün – bugün yarın dengesini iyi kurması gerektiğini, hep geçmiş veya gelecek için ya da ikisini de boşverip sadece içinde bulunulan günü yaşamasının yanlış olduğunu düşünüyorum; ancak ağırlık yine de “bugün”de olmalı. Dolu dolu yaşamaktan biraz da derinlemesine yaşamayı kastediyorum tabii. Sadece birşeyleri yapmış olmak için değil, kişisel felsefelerin ışığı altında birşeylerin farkına varıp, zevk alarak, o konuda yaşanabileceklerin tümünü yaşamaya ‘dolu dolu yaşamak’ diyorum.

Futurizmle ilgileniyorsunuz. Geleceğin iş ve toplumsal yaşamı üzerine kurgularınız nelerdir?

Geleceğin toplumsal yaşamı hakkında çok iyimser değilim. Kompüterlerden, teknolojiden çok yüksek düzeyde yararlanıldığı için insanlar gitgide yalnızlaşıyor. Bir yandan doğayı yokediyor, diğer yandan yalnızlaşıyoruz ve televizyonlar, internetler gibi sahte zevklere yöneliyoruz. Oysa bunlar yaşamı dışarıdan seyredip ondan dolayı zevk almaya yönelik araçlar. Bunların kullanımı gitgide artıyor. Çocukların çoğu televizyonkolik. Hayatı ve pek çok duyguyu bir takım araçlar aracılığıyla yaşamaya çalışıyorlar. Çevre şartları gittikçe kötüleşiyor, insanların üzerindeki stres artıyor. Dolayısıyla, toplumsal yaşamın gidişatı pek hoşuma gitmiyor. Belki bir uyanış olur diye ümit ediyorum. İş hayatında ise, gittikçe hayal edebilmenin, duyarlılığın ve insanların sanat yönünün, yaratıcılıklarının daha ağır basacağına inanıyorum. Artık üretmek çok kolay ve herkes birşeyler üretiyor. Pazarlama zor diye biliniyordu, ama pazarlamanın da yaratıcılık gerektiren boyutları dışında çok temel kuralları var. Bundan sonra yapılması gereken, ürünü müşteri odaklı bir biçimde şekillendirmekten ziyade müşterinin dahi düşünmediği bazı hizmetlerin konseptlerini geliştirebilmek, hayallerini yaratabilmek ve ürünleri bu hayaller doğrultusunda üretebilmek olmalı. Zaten 21. yüzyılın en önemli mesleklerinden bir tanesi de, futuristlere yani gelecek bilimcilere göre, hikaye anlatıcıları olacak. Çünkü hikaye anlatıcıları hem müşterinin psikolojisini gözönünde tutarak ürünlerin nasıl şekillenmesi gerektiğini gösterebilir, hem de mevcut bir ürünü örneğin bir bluejeani, bir saati, bir arabayı bir hikayeyle bezeyip bir hayat tarzı içerisinde satmayı sağlayabilir. Bir yandan ürünü, üretim sürecinden bağımsız, yepyeni bir platforma oturtmak; bir yandan da yaratıcı bir pazarlamayla onu insanların hoşlanacakları bir hikaye içerisinde sunmak. Bir cep telefonunu sadece daha küçük boyda veya 50 gram daha hafif üretmekten ileri boyutlar bunlar.

İş hayatına atılmayı düşünen gençlere ne gibi önerileriniz var?

Gençlere mümkün olduğu kadar iş hayatını erken tanımalarını tavsiye ediyorum. Bunun için de hiç olmazsa yazlarının belli bir bölümünü iş hayatına yakın çalışarak, staj yaparak değerlendirmelerini öneriyorum. Bu arada gençliklerini de yaşasınlar, kendilerine zaman ayırsınlar ama iş hayatını da bir şekilde tanımaya çalışsınlar. İş hayatında olaylar üniversitede düşünüldüğü gibi olmuyor. Öncelikle insanlar Türkiye’de üniversitede hangi dalı okuyacaklarını bilmiyorlar. Bu önemli tabii, ama herşey demek değil. Çünkü ben endüstri mühendisiyim; ama şu anda bambaşka bir sektördeyim ve bundan çok mutluyum. Sektörden, okunan konudan v.s. den çok, üniversiteyi bir formasyon olarak görmek lazım. Çok zevkli uzmanlık alanları olan, yani kimyayı seven veya konservatuarda okumayı seçen insanlar var. Buna gerçekten büyük saygı duyuyorum. Ancak böyle bir uzmanlık konusu seçmemiş insanların tümünün özellikle yöneticiliği çok iyi öğrenebilecekleri bir yapı içine girmelerini öneriyorum. Yöneticilik ve liderlik kavramları bugün iş hayatında, bu bahsettiğim uzmanlık alanları hariç, en önemli kavramlar. Liderlik, tabii insanın kendi sahip olduğu özelliklerle sonradan bütünleşiyor. İlk önce yöneticiliği öğrenmek gerekiyor. Bunun için de bu tip bir yapının içine girmek, amirini çok çok iyi seçmek, amirinin öğretici, besleyici, işinde başarılı bir insan olmasına dikkat etmek, hatta karakterine dahi dikkat etmek gerekiyor. Çok çalışmak gerekiyor. Hayatı bir öğrenme prosesi olarak ele alıp kısa vadeli çıkarları gözetmek yerine çok neler öğrenebilirim, kaslarımı nasıl güçlendirebilirim ve 5 6 sene sonra nasıl kasları güçlü bir adam olurum diye düşünüp ilk yılları bir güçlenme, evrenselleşme, yöneticiliği öğrenme yılları olarak değerlendirmelerini öneriyorum.

Hazırlayan: Tuba İŞLEK

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)