Dışarıdaki acıyı duymayan şirketlerin kapılarını kapatma zamanı! Sosyo-kapitalizmin en güçlü araçları: Kurumsal Vatandaşlık ve Sosyal Sorumluluk
Küreselleşme ve ekonomik kalkınmanın etkisiyle artık şirketler, normal bir bireyin sahip olabileceğinden çok daha fazla güce sahip olarak, dünyadaki sosyal, politik ve ekonomik yapıyı etkileyecek konuma geldi. Öyle ki, günümüzde çok uluslu şirketlerin bazıları dünya genelindeki birçok devletten daha fazla ekonomik ve politik güce sahip. Bu durumda da şirketlerin insan haklarına, çevreye ve topluma karşı sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesini sağlayabilmek oldukça zorlaşıyor.
Kurumsal sorumluluğun önem kazanmasının en büyük nedeni de, artan ihlallere karşı şirketlere yönelik iç ve dış baskılar oluşturulmaya başlanması. Toplumlar son yıllarda; çocuk işçi çalıştırma, insan sağlığını tehdit edici çalışma koşulları, çevreye zarar verici teknolojiler kullanma, kimyasal atıkların doğaya kontrolsüz şekilde bırakılması, sendika kurma hakkının engellemesi, sağlığa zararlı ürün ve hizmetler sunulması, vergi kaçırma ya da vergilerin düşürülmeye zorlanması yoluyla sosyal yardımları azaltma gibi şirketlerin yapabilecekleri her türlü sosyal, politik, ekonomik hak ihlallerine karşı giderek bilinçlenmeye ve tepki göstermeye başladı.
Tüketicinin artan baskısı, şirket çalışanlarının oluşturdukları iç baskılar ve sivil toplum kuruluşlarının düzenledikleri büyük çaplı kampanyalar nedeniyle, şirketler de artık, faaliyetlerinde sosyal sorumluluğa özen göstermeye başladılar...
Çalışma koşulları, insan hakları ve çevreye duyarlılık konusunda uluslararası yasalarla belirlenmiş standartlar olmaması nedeniyle, şirketler sadece faaliyet gösterdikleri ülkelerin yerel yasalarına uymakla yükümlü tutuluyor. Tabii ki çok uluslu şirketler, bu tarzda yasaların olduğu ve katı bir şekilde uygulandığı ülkelerde yatırım yapmaktan çekiniyor. Şirketlerin bu tavrı ise, gelişmekte olan ve yabancı sermayeyi kendilerine çekmek için yarışan ülkelerde yasal düzenlemelerin sınırlayıcılığını azaltmaya yönelik bir “dibe yarış” başlatıyor. Tüm bunlar son yıllarda birçok ülkede şirketlerin, daha fazla kar etmek amacıyla, çevreye zarar vermesine ve insan hakları ihlalleri yapmasına imkan veren faktörler arasında yer alıyor.
Morton Winston’a göre, kurumsal vatandaşlık kavramının şirketler için anlamlı hale gelmeye başlaması, özellikle 1970 sonrasında ortaya çıkan çevreci ayaklanmalar ve insan haklarıyla ilgili skandallarla hızlandı. Bu gibi olaylar nedeniyle birçok şirket, tüketicinin gözündeki itibarını kaybetmesinin yanında, ağır tazminatlar ödemek ve yeni uygulamalar getirmek zorunda kaldı ve kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla, şirketlerin sosyal sorumluluk konusuna yaklaşımı ilk olarak, şirketin imajının zedelenmesinden ve çeşitli cezalar almaktan kaçınmak üzerine kuruldu. Bunu sağlamak için de kurumlar, öncelikle yasa ve yönetmeliklerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmeye, daha sonra ise topluma aktif katılım ile duyarlılık göstermeye çalıştı.
Şirketler bir süre sonra, sosyal sorumluluk davranışıyla hareket etmenin, dolaylı yoldan şirketin karına da olumlu etki yaratacağını fark etmeye başladı. Duyarlı yatırımcıların sosyal sorumluluğu olan şirketlerin hisselerine yönelmeye başlaması, tüketicinin bilinçlenmesi ve hak ihlalleri yapan şirketlerin ürünlerini kullanmaktan kaçınması, boykotların ve şirketlere karşı açılan davaların artması nedeniyle birçok şirket, KSS’yi diğer ana faaliyetleri kadar önemli görmeye başladı.
KSS konusunda her ne kadar uluslararası bir yasa bulunmasa da, birçok uluslararası örgütün bu alanda çeşitli düzenlemeler ve anlaşmalar yaptığını da söyleyebiliriz. Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch gibi sivil toplum örgütlerinin önerdikleri standartlar dışında, Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler gibi, söz sahibi sayılabilecek yapıların da bu konuda çeşitli anlaşmalarla belirlemiş oldukları standartlar var. Dünya Ekonomik Forumu çerçevesinde farklı ülke ve sektörlerden 38 önemli kuruluşun başkanları tarafından imzalanan Küresel Kurumsal Vatandaşlık Bildirgesi ve 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerisi üzerine oluşturulan ve ilkeleri dünya genelinde birçok büyük şirket tarafından kabul edilen Birleşmiş Milletler Küresel İlişkiler Sözleşmesi (Global Compact) bu konuda oldukça önemli adımlar olarak gösterilebilir.
Global olmak istiyorsan Global Compact’a da üye olacaksın!
KSS alanındaki gelişmeler, şirketleri belli ilkeleri benimsemeye yönlendirirken, bu konuda oluşturulmuş uluslararası prensipler bulunması da şirketlerin işini kolaylaştırıyor. Bu prensiplerden en yaygın olanı Global Compact prensipleri. Şu ana kadar Global Compact üyesi olarak, bu ilkeleri benimsemiş olduğunu bildiren yaklaşık iki binin üzerinde şirket var.
Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 1999 yılında önerdiği ve dünya liderlerini katılıma davet ettiği Global Compact oluşumu; çevre, işçi hakları, insan hakları ve rüşvet karşıtlığı konusunda ana prensipleri benimsiyor. Üye sayısı ve çalışmalarının önemi giderek artan bu kuruluşun düzenlediği ilk konferans 2004 yılında yapıldı.
‘Toplum Yararı’nı kurumsal stratejiye entegre etmek
Sosyal sorumluluğun ‘toplum yararı’ kavramlarıyla nitelenmesine ve stratejik tartışma konusu olmasına ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk anlayışını benimseyen şirketlerin sayısı gün geçtikçe artmasına rağmen, uluslararası alanda kabul edilen sosyal sorumluluk tanımı hâlâ yetersiz kalıyor. Çünkü bu kavram değişen zaman ve ihtiyaçlar doğrultusunda hep yeniden tanımlanıyor. Bu tanımlama da, her şirketin kendi değerlerini ve prensiplerine dayanıyor.
The Fortune at the Bottom of the Pyramid: Eradicating Poverty Through Profits (Piramidin Tabanındakilerin Kaderi: Yoksulluğu Kar Ederek Yenmek) kitabının yazarı Profesör C.K.Prahalad’ın konferansın ilk gününde yaptığı sunum dinlemeye değerdi. Prahalad, yoksulluğu azaltmak için Hindistan’da yapılan birçok yardım kampanyasından örnekler verdi. Ve Prahalad’ın tezi, piramidin tabanı diye adlandırdığı yoksul kesime, ‘yoksul’ olarak bakmak yerine ‘yeni imkanlar ve buluşlara açık’ şeklinde bir düşünce sistemiyle yaklaşmamız gerektiğiydi. Örneğin bir grup yardımsever, Jaipur şehrinde savaşlarda bacağını kaybetmiş ve bu yüzden aktif olarak sosyal ve ekonomik yaşama yeterince katılamayan insanların çok olduğunu fark ettiklerinde, Jaipur Foot adı verilen bir buluş ile bu bölge insanlarına yardım etmeyi başarmış. Diğer ülkelerde binlerce dolara yapılan protez bacaklar yerine, diz altı bölgesini kaybetmiş insanların normal insanlar gibi yürüyebilmesini ya da koşabilmesini sağlayan bu yapay bacakları, o bölgede sadece 28 dolara satarak, hem bölge insanının verimliliğini arttırmış hem de bu iş üzerinden kar sağlamış oldular.
Sosyal sorumluluk çalışmalarının en zor tarafı finansal boyut...
Özellikle şirketlerin çevre teknolojilerine yönelik yatırımlarının geri dönüşünün hızlı olması ve duyarlı teknolojilerin daha da karlı olduğu örneklerin çok fazla olması bu konuda umut veren gelişmeler arasında sayıldı. Ancak, Michigan Üniversitesi profesörlerinden Thomas P. Lyon, bu konunun tartışıldığı panelde yine de şu noktaya dikkat çekti: “Eğer şirketler, yaptıkları sosyal sorumluluk çalışmalarından doğrudan kar edebilselerdi, şu anda bu konu üzerine bu kadar çok tartışma yapmaya gerek kalmazdı.” Sonuç olarak, bazı durumlarda sosyal duyarlılık faaliyetleri şirketlere doğrudan maddi kazanç sağlasa da, bu faaliyetlerin sağladığı kazanç genellikle dolaylı yollardan olduğu için, şirketlerin bu karı hemen fark etmeleri kolay olmuyor.
Kurumsal vatandaş olmak için ne yapmak gerekiyor?
Başlangıç düzeyinde sorumluluğa sahip şirketlerin ilk yapması gereken, şirket faaliyetlerinin önce var olan yasalara göre, daha sonra da dünya genelinde çeşitli kuruluşlarca belirlenen sosyal sorumluluk ilkelerine göre değerlendirilmesi. Bu değerlendirmeler yapıldıktan sonra, şirketin kendi sosyal sorumluk ilkelerini belirlemesi; insan hakları, çevre, işçi hakları ve rüşvet gibi konularda uluslararası anlaşmalarda benimsenen prensiplere de uyan bu ilkelere ne kadar uyulduğunu raporlama sistemi yoluyla her yıl kontrol etmesi gerekiyor.
Bu aşamadan sonra ise şirketin toplum içinde aktif katılımı aşaması geliyor. Aktif katılım aşamasında, sivil toplum örgütleri ya da uluslararası anlamda kendi standartlarını belirlemiş çeşitli organizasyonlarla iletişime geçilerek, yapılan çalışmaların genişletilmesi, başarılı sonuçlar alınması için önemli. Bu aşamada, şirketin sosyal sorumluluk hedeflerinin netleşmesi ve üst yönetimin bu hedeflerle ilgili görev ve sorumluluklarının belirlenmesi de aynı öneme sahip adımlar olarak sayılabilir.
En son aşamaya gelindiğinde de şirketler artık, toplumun beklentilerini ve ihtiyaçlarını ölçerek, kendi politikalarını bu doğrultuda yönlendirecek seviyeye ulaşmış olur. Bu seviyeden sonra, kontrol mekanizmalarını ve sosyal sorumluluk prensiplerinin işlerliğini geliştirmek üzere çalışmalar yapmak şirketin sosyal sorumluluğunu koruması açısından yeterli olacaktır.
Tüm sosyal sorumluluk süreçlerini aynı pencereden değerlendiremezsiniz.
Kurumsal Vatandaşlık ve sosyal sorumluluğun temel noktaları her yerde aynı olsa da, dünyanın farklı bölgelerinde farklı yaklaşımlar bulunuyor. Tabii bu konuda masaya yatırılan sorunlar da; yapılan işin doğasına ve önemine göre, bir endüstriden ya da lokasyondan diğerine değişim gösteriyor. Tüm bu farklılıkların sebebi aslında evrensel bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk tanımının olmayışından kaynaklanıyor. Hiçbir sosyal sorumluluk göstergesi, tüm şirketler için uyumlu değildir. İşin gerektirdiği değişen ihtiyaçlara olası en esnek yolla cevap vermek için şirketlere sosyal mücadele ve sorunlarında kılavuzluk edecek 12 temel yol gösterici nokta belirlendi. Şirketlere yardımcı olabilecek 12 farklı referans noktasını şöyle sıralayabiliriz:
1. Stratejik iş durumunuzu inşa edin.
2. Bireyler üzerine odaklanın.
3. Politikanızı belirleyin.
4. Çalışanlarınızı ilk sıraya koyun.
5. Komşunuzu, toplumunuzu ve kültürünüzü tanıyın.
6. Tartışın, konuşun.
7. Toplumsal itibarı önemseyin.
8. Ne yapmanız gerektiğini ölçün / hesap edin.
9. Bilgiyi ve teknolojiyi dikkate alın.
Sosyal Sorumluluk ve itibar yönetimi, şirket içinde sosyal harcamaların kâr olarak geri dönmesini sağlayacak arayışların yer aldığı uzun dönemli bir motivasyonu temsil eder. Kurumsal itibar ile şirketlerin ürünleri ve hisse arzları için daha yüksek pazar fiyatları talep etmeleri, daha fazla iş başvurusunu kendilerine çekmeleri, tedarikçiler ile etkinlik artışları ve kriz yaşama risklerinin azalması arasında giderek büyüyen bir bağ vardır.
Bunun yanı sıra küresel seviyede iyi bir şirket vatandaşlığı olarak ticari davranışlar, küreselleşme ile gelen değişimlere ayak uydurmayı kolaylaştırır. Giderek küreselleşen ve şeffaflaşan dünyada, bir şirketin itibar yönetimi, şirketin yönetiminde merkezi bir rol oynamaktadır.
Bir sosyal sorumluluk projesinde kâr/zarar hesaplamak ayıp olur mu?
Bir şirketin sosyal sorumluluk konusunda sosyal arenada neler yaptığının ölçülmesi ve hesaplanması; hem şirketin bu konudaki net kâr ve zarar profilini görmek isteyen yatırımcılar için, hem de sadece kelimeleri değil, faaliyetleri de görmek isteyen diğer pay sahipleri için giderek önem kazanmaktadır.
Sürdürülebilir gelişmede temel olmaya başlayan bu öncü finansal oyuncular; sosyal sorumluluğunun bilincindeki şirketin elde ettiği ortalama üstü finansal getirileri olan mevcut indeks kanıtlarına tanıklık etmektedir. Diğer bir deyişle, şirketin sosyal ve çevresel sorunlarla başarılı bir şekilde başa çıkma yeteneği yönetim kalitesini ölçmede ikna edici bir araçtır.
Bir şirketin Kurumsal Vatandaşlık konusundaki tartışmalarının ana sorusu, bu sorumluluğun kapsamı ve sınırlarıdır.
Şirketin ne ve kim için sorumlu olduğunu belirlemek pek de kolay değildir. Kurumsal Vatandaşlık Danışmanı Richard Holme, bu konuda doğru dengeyi kurmak adına seçici olunması gerektiğini bir keresinde şöyle ifade etmişti: “Ne kanunların gerektirdiği yapmakla yetinen ‘minimalist’ bir anlayışla; ne de şirketin kapasitesini aşan sorumlulukların yüklenilmesini getiren ‘maksimalist’ bir anlayışla hareket edilmedir.”
Bu doğrultuda düşündüğümüzde hemen kilit sorular ortaya çıkar. Sosyal, eğitim ve sağlık hizmetleri konusunda şirketlerin hükümetine karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu temel görevler nedir? Tedarik zinciri şirketin sorumluluk alanını ne derecede genişletebilir? Ve bu yerel kültürlere nasıl adapte edilmelidir? Şirket planlaması ne kadar uzağa gitmelidir?
Bir fırsat ve aynı zamanda mücadele olarak KSS, açıkça şirketlerin çözmesi gereken temel sorunlardan biri haline geldi. Hatta bu konu şirketin faaliyetlerinin etkilediği herkes için ilgilenilmesi gereken bir konuyu oluşturuyor. KSS kavramının giderek yayılmasının bir kanıtı olarak, bu kavramın tüm pay sahipleri için, ki bunlar müşteriler, çalışanlar, tedarikçiler, hükümetler ve topluluklardır, getirisi olduğunun kabul edilmesi gösterilebilir.
Sonuç olarak etik ve temel değerler üzerine kurulmuş tutarlı bir sosyal sorumluluk ve itibar yönetimi stratejisi, açık ve hakkaniyetli kârlar sunacaktır. Bu küresel bakışın benimsenmesi, çalışma planlarındaki sosyal beklentilere olan bakışın değişmesini, pazar fırsatlarını tanımlama ve de riskleri kontrol etme kolaylığını getirecektir.