Cansu Akbel
Kariyerinde hızla ilerleyen Cansu Akbel’i yakından tanıyabilir miyiz?
9 yaşında, Küçük Ev dizisindeki Laura’yı seslendiriyordum. Seslendirme çalışmalarım iki yıllık bir aradan sonra 10 yıl kadar sürdü. Boğaziçi Üniversitesi felsefe bölümünü bitirdim. Master öncesinde 2 yıl televizyon deneyimim oldu. TRT 2’de “İyi Akşamlar”; Uğur Dündar ve ekibiyle “Hodri Meydan” programları benim için bir okul gibiydi. ABD UCLA’daki master eğitimim film ve televizyon yapımcılığı konusundaydı. Film endüstrisinin merkezinde olmak ve stüdyolarda asistanlık yapma olanağı bulmak benim için çok yararlı oldu. Meslek hayatıma profesyonel anlamda eğitimimi tamamladıktan sonra başladım.
Felsefe eğitiminiz mesleğinize katkı sağlıyor mu?
Felsefe özellikle seçtiğim ve severek okuduğum bir bölümdü. Pek çok alanda felsefe eğitimimin faydası olduğuna inanıyorum. İnsanın sahip olduğu fakat farkında olmadığı değerleri bulmasına yardımcı oluyor. Her konuda, daha hızlı düşünme ve olaylara daha akılcı yaklaşmak olanağı buluyorsunuz.
Felsefeyi konu alan ve güncelleştiren bir program düşünüyor musunuz?
Felsefeye, bir belgeselde tarihsel yelpaze içinde insanı anlatacak ve antropolojik çalışmalarla desteklenecek bir programda yer vermeyi düşünebilirim. Belgesel çalışması genç yaşlardan beri istediğim; daha ileriki dönemlerde kendime dört beş yıl ayırarak yapmayı planladığım bir proje.
Bu konuda ön eğitim almayı bile düşünebilirim.
Türkiye ve ABD’deki televizyonculuğu kısaca karşılaştırır mısınız?
Her konuda olduğu gibi televizyon sektöründe de ABD örnek alındı. Ama onların 10 yılda tükettiğini biz 1 yılda tükettik. Bu durum insan kaynağı olarak da pek çok yeteneğin acımasızca elenmesine yol açtı. Sürekli değişen tecrübesiz kadrolar oluştu. Örneğin, akılcı ve beceriye yönelik yarışma programları yerine sahne üstü performansa yönelik daha az yaratıcı çalışmalar yapıldı. İnsan kaynağı yaratılmadı. İş tecrübesi kazanılmadı. Şimdi bu yüzden bir tıkanıklık yaşıyoruz. Bu, ABD’de yapılan televizyonculuğun çok doğru olduğu anlamına gelmiyor ama orada iyi ve kötü; en uç noktaları bulmak mümkün.
Case Production’ın kurulma fikri nasıl gelişti? Yeni proje ve hedefleriniz neler?
Meslek hayatımla ilgili hedefim baştan beri kendi işimi kurmaktı. Sponsorlarla çalışmak kendi programımızı yapmak daha mantıklı geldi. Ortağım Selim Kemahlı aynı zamanda çok yakın arkadaşım; onun pazarlama yönüyle benim televizyonculuk ve yapımcılık birikimimi birleştirmeye karar verdik. Ocak 1995’te Case Production’ı kurduk. Alanya’da Dünya Beach Volley şampiyonasının yapımcılığını gerçekleştirdik. Interstar’da üç gün boyunca canlı yayın yaptık ve çekimleri 156 ülkeye gönderdik. Vamel Trphy belgesellerini, Streetball dizisini ve şirketlere kurum kimliği tanıtım filmleri hazırladık. İlk yardım konulu bir program projemiz var. “Pamuk İpliği” adını verdiğimiz programda, sade bir dille anlatacağımız ilk yardım konusunda izleyiciyi bilinçlendirmek istiyoruz. International Hospital ve AKUT (Dağcıların kurduğu araştırma ve kurtarma ekibi) bu programı destekliyor. Bu sene televizyon programları yerine reklam ve klip çekimlerine ağırlık vermeye karar verdik. Reklam çalışması maddi kazancın yanı sıra yaratıcılığı da destekleyen bir şey.
Kendinizi bir lider olarak nasıl tanımlarsınız?
Benim hırslı bir yapım var, rekabeti seviyorum. Diğer prodüksiyon şirketlerinin çalışmalarını hayranlıkla izliyorum.
Ekibim ve ben birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Başarıların iyi bir ekip çalışması ile gerçekleşeceğine inanıyorum. Çekirdek kadromuz 7 kişi ama, proje aşamasında 20 – 30 kişiyi buluyoruz. Benim tercihim, 10 kişiyle çalışıp daha fazla kazanç sağlamak yerine; 25 – 30 kişiyle daha iyi sonuçlar almak. Bir kişi, üç kişinin işini yapar mantığı çok yanlış ve yıpratıcı bir şey. Reklam filmlerinde 80 – 100 kişilik ekipler dünya çapında çalışmalar çıkartıyor. Maalesef televizyon programlarında 10 – 15 kişilik gruplar bütün işi yürütmek zorundalar.
Ekibinizi seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Ekibimi seçerken önce özgeçmişine bakıyorum. İş tecrübesinden çok kendini nasıl geliştirdiği önemli. Ne tür kitaplar okuduğunu, hangi yönetmenleri beğendiğine bakıyorum. Sabırlı olması, mesleği sevmesi de çok önemli. Çünkü bizim işimizde çok yoğun bir tempo var ve çalışma saatleri belli değil. Proje aşamasında saatler boyu beyin fırtınası yapıyoruz. Herkesin bir katkısı olsun istiyorum.
Başarılı gençler kariyer basamaklarında hızla yükseliyor. Bu durum iş dünyasına neler kazandırıyor?
Rekabet ortamının yükselmesi gerekiyor. Nitelik ve nicelik açısından İstanbul’da ufak bir zümre de olsa, herkes birbirini tanıyor. Okul arkadaşlarım bir bankanın genel müdür yardımcısı ya da bir derginin editörü oluyor. Aynı sektörde bile olsak, birbirimizden etkilenerek rekabet ortamı yaşıyoruz. Bu bana umut veriyor.
İş dünyasında ön plana çıkan insan faktörü televizyon sektörüne nasıl yansıyor?
Birkaç çok uluslu şirket dışında özellikle emekçilerin sosyal garantisi yok. Hem formasyona hem kariyere yönelik bir takım yatırımlar yapılması gerekiyor. Az kişiyle çok iş mantığından kurtulmamız lazım. Bu biraz da sektöre bağlı bir şey. Bankacılık sektörü dünyayla eşdeğer gidiyor ama bizim sektör için aynı şey söylenemez. Çalışma koşulları ve şirket içi eğitim geliştirme diğer sektörlere göre daha arka planda kalıyor.
Hazırlayan: Merve BAYER