Çalıştığımız Mekanlar
Bir örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için, geleceğini planlaması ne kadar önemli ise çalışma mekanlarını planlaması da aynı derecede önemlidir.
Hayatımızı sınırlayan ve biçimlendiren mekanlar konut, okul, fabrika, hastane, otel, kültür merkezi gibi yerleşmeler somut ürünlere dönüşerek karşımıza çıkıyor. Ofislerin bütün bu mekanlardan farkı, insan eylemlerinin pek çoğunun bir arada gerçekleştiği sosyal yapı özelliğini taşıması ve konut dahil tüm diğer yapıların da içine sızması.
Yazıhane, kalem, idare, daire, iş yeri, çalışma odası, büro, ofis, kelimeleri ile anlatılan mekanlar yaşantımızın büyük bir kısmına egemen olmakta. Daha çok yönetsel fonksiyonları hatırlatan bu mekanlarda; hesaplar yapılmakta, projeler, tasarılar, fikirler üretilmekte, teoriler geliştirilmekte. İnsan yaşantısının büyük bir bölümüyle ilgili kararlar bu hacimlerde oluşturulmakta ve temelde “düşünsel” üretim sistemlerini belirlemekte.
Çalıştığımız mekanların gelişimine baktığımızda; sanayi, ticaret, teknoloji, sosyal, kültürel ve ekonomik konjonktürden etkilendiğini, globalleşme ile bambaşka bir kavramsal boyuta ulaştığını görüyoruz.
Yarını yorumlayabilmek, planlayabilmek için düne biraz daha detaylı eğilmek, hangi aşamalardan gelindiğini bilmek gerekir. Yani zamanları “oyuncularıyla” ve onları şekillendiren “ortamlarla” değerlendirmek daima yararlı olmaktadır.
Çalışma mekanlarında da her dönem farklı ihtiyaç ve yönetim sistemlerinde görülen paralellik farklı planlamalarla karşılanmıştır.
Loca, bedesten, yapılanmalarını ilk “iş” üretim mekanları olarak kabul etmek mümkündür. Bir meydan çevresinde konumlanmış bu hücresel, lineer mekanlara Anadolu mimarisinde bedesten, Antik Yunan’da loca denilmektedir. Localar, başlangıçta prestijli yüksek meslek grupları tarafından kullanıldığı için günümüzdeki sosyal statü farklılığının ve otoritenin binalara yansımasını temsil eder.
Tarihsel gelişmeler
Endüstri devrimi ile makinelerin insan hayatına girişi ve iş ortamının atölyelere, ardından fabrikalara dönüşümü; iş bölümü, organizasyonel yapılanma, işçi hakları gibi yeni talepleri gündeme getirdi. Sanayi patronları fabrikalardan kendilerine ait “bürolara” taşındılar. Gelişen teknoloji kadar, değişen yönetim süreçleri de mekanları etkiledi. Bu bağlamda, yönetim süreçlerini geliştiren dedeleri ve babaları değişime katkılarıyla anmak sanırım yerinde olur.
Programlama ve zamanlama çalışmalarıyla bilgisayarların dedesi sayılan İngiliz matematikçi Charles Babbage (1792–1871), fabrikalarda insanca şartların sağlanmasını savunmuş, fiziksel ve zihinsel emeğin ayrılması gerektiğini ortaya atmıştı. Aynı tarihlerde bir Fransız matematikçi Charles Dupin (1784–1873) karmaşık insan yapısının dikkate alınarak, iş ve üretim planlamasını istatistiklerle takip edilmesinin önemine değinmişti. Bilimsel yöntemlerin babası Frederick Taylor (1865–1915) verimliliğin uzmanlıkla sağlanacağını, demiryolu endüstrisi ile birlikte hiyerarşik organizasyon (yetki ve sorumlulukların dağıtılması) yapılarını önerdi. Fabrikalardaki kalabalık işçi sınıfını yönetmek üzere planlı organizasyonlar gereğini ortaya koydu.
Kendisi de maden mühendisi olan Henri Fayol (1841–1925) planlama, örgütleme, emir verme, koordinasyon, kontrol etme fonksiyonlarını iş üretimine kattı.
1900’lü yıllarda, idarede statüleşme ve birimler arası iletişim hiyerarşi matrisleri oluşturulmuş ve bu düzen fabrikalardaki ızgara (grid) plan sistemi ofis mekanlarına uygulanarak modern büroların temelini atılmıştır. Böylelikle 20.yüzyılın işçisinin de tanımı ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın başında, pek de talepkâr olmayan işçi, basit işleri yürütebilecek kişilerdi. Onları da, ustalar ve ustabaşları ile yönetmekte, işler usta çırak ilişkisi içinde yürümekte idi. Bu yapının yönetim kademelerine yansımasıyla müdür, müdür yardımcısı, şef, başmühendis gibi kontrol ve karar organlarının yanı sıra, yazı işleri, sekreterlik, santral hizmetleri, posta dağıtımı gibi fonksiyonlar oluştu.
Çalışanların disiplinini sağlama ve gizlilik ön planda olduğundan iletişim kurmalarını önlemek için odalar ve bölme duvarları ortaya çıkmıştı.
İlerleyen zaman içinde Mayo, Maslow, Herzberg’in geliştirdiği teorilerle iş dünyasında “grup psikolojisi”, “insan faktörleri” ve “organizasyonların ihtiyaçları” dikkatlere sunuldu. Davranış bilimlerindeki değişimler, işçilerin sosyal haklar kazanımları ofis binalarına farklı fonksiyonların eklenmesine neden oldu.
Yemekhaneler, dinlenme, giyinme / soyunma, duş ve rekreasyon alanları, iş yeri hekimliği, revir, lojmanlar gibi mekanlar ofislerin tamamlayıcıları haline geldi. Yani servis alanları olmaksızın “ofis” düşünülemez bir anlayış ortaya çıktı. Binalar hareketli ve renkli görünüşler kazandı.
Son 50 yılda insan faktörlerinin temel konularında kazanılan deneyimler, iş yaşamında rol alanların görevlerini daha etkili, daha verimli, daha güvenli, daha az stresle ve kısaca daha iyi yapabilmeleri için ciddi çabalar gösterilmekte.
İlk anlamlı çalışma, 2.Dünya Savaşı sırasında ekipman tasarımı ve insan performansı üzerinde yapılmıştır. İnsanın yapısal ve zihinsel esnekliği ve uyum yetenekleri, mobilya tasarımlarında ana rehber olmuştur. Teknolojik limitler ve insan limitleri, insanın kapasitesi arasındaki ilişkiler bilimsel olarak ele alınmaya başlanmıştır.
İnsanın ürettikleri ile olan ilişkisinin düşünüldüğünden çok daha karmaşık olduğu görülmüştür.
Ölçülerin,
Formların,
Malzemelerin,
Kontrol sistemlerinin,
Makinelerin kullanım kolaylıklarının, kurulacakları yerlerinin vb.
psikolojik ve fizyolojik olarak insan performansını etkilediği kesin olarak görülmüştür.
Öte yandan;
Işık,
Gürültü,
Vibrasyon,
Hava koşulları (ısı, sıcak, soğuk, basınç, nem, yağış),
Hava kirliliği gibi koşulların da insan performansıyla direk ilgisi bulunmaktadır.
Gelişmeleri insan performansına bakış açısından değerlendirdiğimizde: 1900’lü yıllarda daha çok tıbbi faktörlerin birinci planda yer aldığını, 1930’lı yıllarda ofis mobilyalarının, araç ve gereçlerinin tasarımının ön plana çıktığını görüyoruz.
Bir diğer önemli konu da kadınların mavi ve beyaz yakalılar arasına girmesi ile yaşandı. Doğal olarak, ev ortamının konforunun çalışılan mekanlara yansıtılma içgüdüsü, renkli ofis araçlarını, bitki peyzajını ofis dekorasyona taşıdı. Çalışılan alanlar renklendi, canlandı.
1900’lü yılların başından itibaren, telefon ve daktilonun ofis araçlarına katılması, mobilya tasarımına ve ofis planlama anlayışına farklı yaklaşımlar getirmiş, birim çalışma alanı, modüler planlama tekniği başlamıştı.
1949’da Ergonomi (*) Cemiyetinin kurulmasıyla “insanın boyutu ve eylemleri” planlama sistemlerinin hareket noktası oldu. İnsanların ve makinelerin birlikte çalışması, emniyet konusundaki zayıflıkları, insan yaşamına ve maddi varlıklara gelebilecek zararları; risk faktörlerini minumuma, hatta “0” a indirmeyi hedeflenmesi öncelik kazandı.
Ergonomi Cemiyetinden sonra, 1957’de Human Factors Society kuruldu. 60’lı yıllara gelindiğinde insan/makine ilişkileri üzerinde daha yoğun çalışmalara girişiliyor. 70’li yıllarda insan/makine ilişkilerine çevre boyutu katılıyor. Modüler ofis mobilyaları, kullanıcı ergonomisine göre tasarlanmaya başlandı.
Aynı zamanda, emek ve fikir işçilerinin çalışma koşullarındaki farklar ve benzerlikler; sanayi ve ofis yapılarının şehir içindeki / dışındaki yerleşiminin ve çevrelerinin, ekonomik, sosyal ve yapısal dokusunu da etkiledi. Eğlence, alışveriş, ticaret, ulaşım sistemleri, yeşil alanlar, otoparklar şehir planlamalarının birlikte düşünülen fonksiyonları haline geldi. Yapı malzemelerinin teknolojisindeki gelişmeler ve şehir arsalarının değer kazanması ile ofis binaları da düşey büyümeye başladı. Organizasyon piramiti de giderek yükseldi!
Teleksin, faksın ve bilgisayarların kullanımının yaygınlaşması, sistemleri, modern ofis anlayışına taşıdı. Eşitlik ve demokratik haklar, iletişim özgürlüğü, şeffaf yönetim, takım çalışması gibi yeni kavramlarla “açık ofis” yerleşimleri, eş zamanlı olarak uygulandı.
80’li yıllarda iletişimin iş ortamına kazandırdığı hareketlilik ve hız taşınabilirlik özelliğini getirdi. Taşınabilirliğin devrimi kuşkusuz internet dünyasındaki gelişmelerle doruğa erişti.
90’lı yıllar ise ileri teknoloji ile birlikte sosyo-teknolojik sistem kavramını tasarımcıların ve karar vericilerin gündemine geliyor.
Artık bu dönemde, bireylerin çalışma veriminin, sürekli öğrenmesinin, algılarının, duygularının;
İnsan / makine uyumuna,
Çevreden biyolojik ve fizyolojik etkileşimine,
İletişim ortamına,
bağlı olduğu tartışma götürmemektedir. Bu nedenle, iş tasarımı ve tesis tasarımları; insan faktörleri dikkate alınarak gerçekleştirilmektedir. Çünkü, çalışanların motivasyonun artırılması, daha canlı, daha istekli kılınması ve harekete geçirilmesi için öncelikle eylemlerin geleceğe yönelik tasarlanması gerekmektedir.
Sanal ortamlarda iletişimin kolaylaşması, uydular, fiber optik kablolar, hiyerarşi matrislerinde önemli bir değişimin yaşanmasına neden oldu. Mekandan bağımsız iş ortamları oluşmaya başladı. Gelişen kablosuz iletişim, kullanımı basit bilgisayar programları esneklik sağlarken, çalışanlardan uzmanlıklarının yanı sıra çoklu beceriler beklenmeye başlandı. Bu beklentilere karşılık rekreaktif mekanlar, kitaplık, televizyon, kafe, bilgisayara dayalı öğrenme olanakları, spor olanakları yeni ofis tasarımlarında öne çıktı.
21. yüzyılda çalışma mekanları
Teknoloji, mekan ve insan ilişkisi disiplinler arası yaklaşım gerektiren çok yönlü profesyonellik isteyen bir durum arz etmektedir. Yakın geleceğin çalışanı; işinin gereksinimlerini analiz ederek, esnek, hızlı, kendi programını oluşturabilen, bireysel patronlara dönüşecek. Ofis mekanları da çalışan kimliğindeki değişime paralel olarak bazı farklılıklara uğrayacak. Bireysel patronlar, sadece evden değil ( ), arabadan, başka bir kentten hatta ülkeden çalıştıkları firmaya katkıda bulunabileceklerdir. Nitekim, bugün bile birçok şirket pazarlama ve satış fonksiyonunu yüklediği elemanlarına, ofislerde oda yada bölme vermek yerine; araba, diz üstü bilgisayar ve cep telefonu ile donatarak hareketli hale getirmiştir. Bu kişilerin firma ile mekansal bağıntıları, ortak bir mahalli kullanmak şekline dönüştürülmüştür. Böylelikle işgal edilen alan ihtiyacı da azalmaktadır. Sosyal kazanımlar ve mekanizasyonun çalışma yaşamına kattığı, diğer bir değişiklik de çalışma sürelerinin giderek kısalmasıdır. Bir başka deyişle ofislerde geçen süreler azalmaktadır.
21. yüzyılın ofislerinin daha minimalist yaklaşımlar içinde, süslemelerden ve kalabalıktan arındırılmış mekanlar olarak tasarlanması söz konusudur. Bu bağlamda, ofis araç ve gereçleri de pek çok işlevi olan teknolojik donanımlara dönüşecektir. Ofisler, hareketli iş yaşamının sağlayacağı bağımsızlık ortamı, her türlü karmaşa ve engellemeden uzak yalınlık içinde enformatik mekanlar olacağı düşünülmektedir.
Dr. Oya Torum - Eğitim Danışmanı
(*) Ergonomi Yunanca bir sözcük olup; ERGON ( i ş ) + NOMOS ( y a s a ) sözcüklerinden meydana gelmektedir. Antropometrik, biyolojik, fiziksel, tıbbi tüm özellikleri ile insan ve çevresini ele almaktadır. Ergonomi ve insan faktörleri birbirleriyle içiçe kavramlardır.