Çalışanlar İş’te Amaç Ararken…
İşin, kişi için önemli bir doyum kaynağı haline geldiği bir dönem yaşıyoruz. Çalışma ihtiyacının karşılanması; her birey için farklı öncelikler doğrultusunda gerçekleşse de bugün gelinen nokta, bu ihtiyacın daha çok, kişinin sosyal ve psikolojik tatminine erişmesi anlamında önem taşıdığıdır. İş, bugüne kadar olmadığı ölçüde kişiselleşti ve artık yapılan iş sadece bireyi tanımlamıyor, kişinin bütün yaşamını biçimlendiriyor.
Aslında bu durumun en temel nedeni, işgücünün niteliğindeki ve çalışanların işten ve işyerinden beklentilerindeki önemli değişikler... Çalışanlar artık; verimli olabilecekleri işlerde çalışmak, katkılarının fark yarattığını ve anlamlı olduğunu görmek, iş doyumu almak istiyor. Ve tüm bunlar ‘çalışma’ ve aynı zamanda ‘çalışan’ kavramının yeniden şekillenmekte olduğunu işaret ediyor.
Bireyin iş ve sosyal hayat dengesini kuramamasının kaynağında ise; yaşamda üstlenilen rollerin çatışması yatıyor. Rollerin gerektirdiği zaman ve enerjinin birbiriyle uyumlandırılmadığı ya da birini yerine getirmeye çalışırken diğerinin ihmali veya engellenmesi durumunda ortaya iş ve sosyal hayat dengesizliği çıkıyor.
Bireyin; hem evdeki hem de işteki sorumluluklarını karşılamaya yetecek zamanının olmaması ya da bireyin yaşadığı rol çatışmalarıyla evde ve işte doyuma ulaşamaması ve bu alanlardaki fonksiyonlarını tam olarak yerine getirememesi olarak tanımlanabilecek iş ve sosyal hayat dengesizliği; bireyin yaşamında işin giderek merkezileşmesi, yaşam standartlarının yükselmesi, ekonomik zorluklar, ailenin varlığının vazgeçilmezliği, iş ve aile talepleri arasındaki rekabet ve rekabetten doğan çatışmanın daha da yoğunlaştırdığı durumlarda görülüyor.
Dengesizliğin yarattığı stres birey tarafından gittikçe daha çok hissedilmeye başladığı anda birey; yeniden bu dengeyi kurma arayışına gidiyor.
İş dünyasında görülen eğilimler de çalışanların, hayatlarındaki bu dengeyi yeniden kurmaya çalıştıklarını gösteriyor. Peki nereden başlanabilir? Aslında iş ve sosyal hayatı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değil. Zaten bu iki alanın birbirinden ayrılması insan doğasına aykırı bir durum. Bu iki alanı birbirinden ayırmaya çalışmak insanı parçalara bölmeye çalışmak olarak ifade edilebilir ve bu da parçalanmış kişilikleri doğurabilir.
Bu nedenle kişinin bu konuda atabileceği ilk adım; üzerindeki ya da kendisinden beklenen rol taleplerini aktif bir şekilde azaltmaya / değiştirmeye çalışmak, bunları yeniden tahsis ederek, yeniden programlayarak gündemindeki aktivitelerin önceliğini değiştirerek iş ve sosyal hayatını dengesini kurmaya çalışmasıdır. Bu konuda çalışanlara psikolojik destek veren kurumlardan destek alınması da olumlu sonuçlara ulaşmayı kolaylaştırabilir.
Durumumuzu bu şekilde ortaya koyduktan sonra aynı yerde saymak mantıklı olabilir mi? Olamayacağı çok açık. O nedenle bir an önce harekete geçmek gerekiyor. Parçalarımızı toparlamanın vakti geldi. İş ve sosyal hayat dengesi bir anlamda; duygusal, zihinsel, düşsel, ruhsal, fiziksel ve işe ait alanlarımızda, sarf ettiğimiz enerji ve gösterdiğimiz çabanın eşit ya da dengeli olması durumudur. Bu alanları biraz açacak olursak, bunların içine aile ve arkadaş ilişkilerinin, hobi ve ilgilerin, işin, gelecek plan ve projelerin, kişisel bakım ve sporun, gönüllü aktivitelerin ve de dini ya da felsefi ilgilerin girdiğini görüyoruz.
Aslında tüm bunlar; bizi biz yapan temel düşüncelerimizi ve bu düşüncelerimiz doğrultusunda hareket ettiğimiz yaşam alanlarımızı işaret ediyor. İşte; dengesi konusu da bu noktada devreye giriyor ve bu denge; bireyin tüm bu alanlarını, diğer bir deyişle kendini ve yaşam alanlarını, doğru ve dengeli bir şekilde yürütebilmesi anlamında, özellikle de yaşadığımız bu dönemde büyük önem taşıyor.
İş dünyasındaki iş ve sosyal hayat denge uygulamalarında en yaygın olan; evde çalışma, uzaktan çalışma, çalışma saatlerinin çalışanın kendisi tarafından belirlenmesi, çalışma saatlerinin yıllık baza göre düzenlenmesi ve iş paylaşımı gibi uygulamaları içeren esnek çalışma stratejilerinin neler olduğunun belirlenmesi. Ve bu stratejiler çalışanların iş dışında da yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, iş ile birlikte yürütebilmelerine imkân sağlamalı.
Herkes için farklı sorunlar önemlidir. Ama yine de çalışma saatlerinin fazla oluşu, çalışanların sorunlar listesinin en başında yer alıyor ve uzun süreli çalışma, çalışanların daha az verimli olması sonucunu doğuruyor. Ve eğer çalışanlar uzun bir dönem boyunca fazla mesai yaptıkları takdirde, bu durum onları daha stresli hale getiriyor ve hatta ciddi hastalıklar nedeniyle acı çekmelerine neden oluyor. Bu nedenlerden ötürü, aşağı yukarı her iş ve sosyal hayat dengesini kurmaya yönelik girişim, o ya da bu şekilde, bu sorun üzerine eğilmelidir.
Şirketinizdeki tüm çalışanlar, geliştirdiğiniz iş ve sosyal hayat politikasının şirketteki herkes için olduğuna inanmalı.
Herkesin kendi için uygun olan iş ve sosyal hayat denge formüllerini bulmak ve kurmak için zaman ihtiyacı ve tabii sizin de... İş ve sosyal hayat dengesinin şirket gündemlerine oturmasında, 2015 yılında Amerika’da Spherion Corporation ve Louis Harris & Associates tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarının etkili olduğu söylenebilir. Bu araştırma; iş ve sosyal hayat dengesini yakalamış olduklarını düşünen çalışanların, diğerlerine göre çok daha fazla iş tatmini yaşadıklarını ortaya koyuyordu.
Ayrıca bu kişilerin, iş ve sosyal hayat dengelerini kuramadıklarını belirten çalışanlara göre, işverenlerine daha çok güven ve bağlılık duyduklarını gösteriyordu. Ve bu araştırma, bugünün çalışan pazarı için çok önemli olan ‘çalışanları elde tutma’ konusunu doğrudan ilgilendiriyordu. İşte, o zamandan bu yana, en iyi yetenekleri çekmek ve elde tutmak isteyen şirketler, çalışanların iş ve sosyal hayatlarını dengeleme konusundaki arayışlarına yardımcı olmayı, stratejik bir iş kararı olarak tanımlamaya başladı.
TrueCareers Inc. tarafından geçen sene gerçekleştirilen araştırma da; şirketlerin iş ve sosyal hayat denge politikalarındaki değişen yaklaşımlarının olumlu sonuçlarını açıkça ortaya koyuyor. İki sene önce gerçekleştirilen araştırmada, katılımcıların yüzde 70’i iş ve sosyal hayat dengelerinin zayıf olduğunu belirtirken, geçen seneki araştırmada yer alanların yüzde 59’u, şirket kültürlerinin iş dışındaki hayatlarına da destekte bulunduğunu, yüzde 74’ü ise işverenlerinin, kendilerini işten alı koyan mecburiyetler konusunda daha anlayışlı olduğunu belirtiyor.
Siz hâlâ uzun saatler boyunca, işe gömülmüş bir halde çalışmaya devam mı ediyorsunuz?
Cevabınız evetse, fazla üzülmenize gerek yok aslında...
Çünkü dünyanın büyük bir çoğunluğu hâlâ geleneksel iş kalıpları içerisinde çalışmaya devam ediyor. Ancak ortada bulunan resim artık eskisi kadar net değil. Bir diğer deyişle geleneksel iş yapılarından esnek çalışma koşullarına doğru geçişin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu geçiş dönemini daha iyi anlayabilmek için şimdi UK Department for Education and Employment (DFEE) tarafından gerçekleştirilen ‘İş ve sosyal hayat Dengesi Araştırması’nın ortaya koyduğu verilere bir göz atalım.
Bu araştırmanın ortaya koyduğu en büyük bulgu daha önce de bahsettiğimiz gibi, iş ve sosyal hayat dengesi sorunları konusunda gittikçe artan bir bilinç ile, esnek çalışma uygulamalarında az da olsa gelişmelerin yaşandığı, ama aynı zamanda uzun süreli ve yoğun çalışma kültürlerinin de hâlâ yaşamlarını sürdürdükleri… İngiltere Hükümetinin gerçekleştireceği iş araştırmaları ve iş ve sosyal hayat dengesi kampanyalarının temelini oluşturan bu araştırmanın ortaya koyduğu diğer sonuçlar da şu şekilde özetlenebilir: “İş ve sosyal hayat dengesi konusunda bazı alanlarda diğerlerine göre daha çok ilerleme var. Bunlar esneklik ve yarı zamanlı çalışma...
Bu kavramlar giderek oturmaya başlasa da evden çalışma konusunda işler aynı hızla ilerlemiyor çünkü evden çalışmayı sıklıkla uygulayan yöneticiler, personelinin aynı şeyi yapması konusuna pek sıcak bakmıyor. Bu da güven sorununu gündeme getiriyor. Diğer yandan, uzun süreli çalışma şartları devam etse de esnek çalışmanın, iş – sosyal hayat dengesini kurmak amacıyla, iş yaşamına etkin bir şekilde girmeye başladığı konusunda ufak göstergeler görülüyor.”